İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Ragıp Zarakolu – 24 Nisan anması için

Türkiye’deki rejim, bütünüyle, 1915 soykırımını gerçekleştiren İttihat Terakki Partisinin görüşlerine, İslam/Türk sentezi ideolojisinin babası olan Ziya Gökalp’in felsefesine geri dönmüştür.

oltu’dan girdik de sarıkamış’a

akıl ermez orda yatan üleşe

askeri kırdıran enveri paşa

kitlendi kapılar, mekan ağladı

(dönemin halk türküsü)

Dostlar, Canlar

24 Nisan sadece Ermeni soykırımının değil, aynı zamanda Türkiye solunun Kemalizmden kopuşunda ve Ermeni/Kürt gerçekliğinin kabul edilmesinde önemli bir kırılma noktası olan TKP/ML’nin kuruluş tarihidir.

Bu kopuş TC rejimi tarafından bir tehdit olarak algılanmış, bu kopuşun fikir babası olan, partinin kuruluşunda kilit rolü oynayan İbrahim Kaypakkaya 18 Mayıs 1973 tarihinde, ne ser ne sır vermediği için tutuklu bulunduğu Diyarbakır cezaevinde yargısız infaza tabi tutuldu.

1915 yılında Ermeni soykırımında aktif olarak rol alan Trabzonlu Yahya Kaptan çetesi, 1921 yılında da TKP kurucusu Mustafa Suphi ve arkadaşlarını katletti ve Karadeniz sularına bıraktı, aynı yöntemlerle.

Daha sonra da konuşmasın diye, Rum kırımında aktif rol oynayan Topal Osman tarafından öldürüldü. Topal Osman’ın akıbeti de farklı olmadı. Trabzon mebusu Ali Şükrü’yü öldürdükten sonra konuşmasın diye öldürüldü.

Rejimin imha siyaseti ta o zamanlardan miras kaldı. 1968’de yükselen devrimci hareketlerin önderlikleri, Mahir Çayanlar, Deniz Gezmişler ve Sinan Cemgiller ve arkadaşları benzer biçimde katledildiler, yargılı ya da yargısız infaz ile 1972 yılında.

Soykırım gibi solkırım da devletin geleneksel politikalarından biri oldu.

Ve bu entelijansiyaya, önderliklere yönelik toplu tevkifat ve imhanın ilk uygulaması 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni aydınlarına ve devrimcilerine yönelik olarak başlatıldı.

24 Nisan, Türkiye’de rejim açısından bir imha modeli oluşturdu.

Bu bakımdan buna meydan okuyan bir siyasi hareketin 24 Nisan tarihinde kurulması son derece anlamlıdır.

Bu yaklaşım, farklı inanç ve milliyetlerden gelen gençler açısından daha çekici oldu.

Ermeni Soykırımının 100. ve daha sonraki yıldönümlerinde soykırım gerçekliği, meydana geldiği coğrafyaya kurbanlarını yeniden tehdit altına sokan bir geri dönüş yapmıştır.

Gerçekliğin inkârı, özürden ve tazminden kaçış, bugün sadece martir olan halkları değil, bütün bölge halklarını tehdit altına sokmaktadır.

Soykırımların, insanlığa karşı işlenen suçların cezalandırılmayışı, bu suçların yeniden işlenmesi konusunda cesaret veren bir işlev görmekte, failler adeta kendilerini dokunulmaz hissetmektedir.

Bugün, TC rejimi, 1915-1922 arasında uygulanan soykırım ve acımasız etnik arındırma uygulamasını, 1. Dünya Savaşının savaşan taraflar arasında meydana gelen kayıplar listesinde eritmeye ve savaşın doğal sonucu olarak göstermeye çalışmaktadır.

1915 soykırımı, savaş koşulları altında uygulanmış, “güvenilmez” olarak kabul edilen bir nüfusun başka bir coğrafi mekâna yerleştirilmesi olarak sunulmaya çalışılmaktadır.

Bugün Türkiye’deki rejim, bütünüyle, 1915 soykırımını gerçekleştiren İttihat Terakki Partisinin görüşlerine, İslam/Türk sentezi ideolojisinin babası olan Ziya Gökalp’in felsefesine geri dönmüştür.

İttihat Terakki Partisini proto-faşist bir parti olarak tanımlayabiliriz. Nitekim 1. Dünya Savaşının galibi olan Birleşik Krallık ve Fransız Cumhuriyeti, 1915 yılında yaşanan vahşeti, “insanlığa karşı işlenen bir suç” olarak tanımladıkları halde, Ziya Gökalp dahil İTP yöneticilerini yargılamak üzere Malta adasında enterne ettikleri halde, daha sonra, bölgesel çıkarları için yargılamadan serbest bırakmışlardır. Bu, soykırım teriminin yaratıcısı olan Lemkin’in de belirttiği gibi yeni suçların işlenmesini cesaretlendirmiştir.

Bugün 1. Dünya Savaşın mağlubu olan Almanya, 1915 felaketindeki rolünü kabul edip, bundan dolayı özür dilediği halde; 1. Dünya Savaşının kazananlar kampında yer alan ve soykırımın ilk belgelerine sahip olan ABD ve İngiltere, bölgesel çıkarları nedeniyle soykırım gerçekliğini inkârda en başta yer alan ülke hükümetleridir. Kazanan kamptan sadece Fransa, çıkarları uğruna, Ankara’nın inkârcılığına boyun eğme siyasetinden vazgeçmiştir.

Holokaust kurbanlarının kurduğu İsrail Cumhuriyetinin, bölgesel çıkarları uğruna gerçekliği inkâr etmesi çok acıdır.

Dolayısıyla Ankara’nın inkârcılığına boyun eğmekle, 1915 soykırımından dolayı, onlar da TC ile birlikte “sorumlu” konuma gelmektedirler. Ve bunun farkında bile değillerdir. Ya da umurlarında değildir.

Ama bunun bedelini bölgede yükselen İslamo-faşizm ile fazlasıyla ödemektedirler.

1915 yılında soykırımı önlemekte aciz kalan İngiltere, Fransa, Rusya, bu soykırımdan sağ kurtulanların çocuklarını, torunlarını şimdi tehdit altına sokmuşlardır. 1917 yılında savaşa giren ABD de aynı konumdadır.

Korona virüsü olayı, insanlığa önemli bir ders verdi, ne kadar zayıf olduğunu gösterdi.

İTP rejiminin Balkan Savaşlarının bütün halklara verdiği yıkımdan sonra, salt Ermeni Reformunu engellemek saplantısı ile 1. Dünya Savaşına, Almanya yanında dalmasının en ağır bedelini Ermeni, Süryani ve Rum halkları ödedi. Ama aynı Holokaust’un Roma Sinti, Özürlüler, farklı düşünenler gibi diğer kurbanlarının olması gibi 1915 soykırımının da Yahudi, Ezidi gibi diğer kurbanları vardı. Tam yüz yıl sonra ise IŞİD Ezidi halkına soykırım uygulaması başlatacaktır.

Ve elbette nasıl Naziler sonuç olarak Alman halkını ağır bedel ödemekle yüz yüze bıraktı ise İTP’nin savaş macerası ve soykırım uygulaması da Türk halkını ağır bir bedel ödeme durumunda bırakmıştır. Kürt ve Arap halklarını da…

Anadolu coğrafyasındaki yıkım, ekonomi ve kültürün 1000 yıl geri gitmesine neden olmuştur.

Salgın hastalıklar ve açlık, sadece kıyımdan sağ kalmış tehcir edilenlerin değil, askerlerin ve sivil halkın da kitlesel ölümüne neden olmuştur.

İTP’nin halkın ürünlerini, hayvanlarını gasp edip el koyması örneğin Lübnan’da 110 bin kişinin açlık nedeniyle ölümüne yol açmıştır.

1915 yılı 24 Nisan’ında Talat Paşa Ermeni aydınlarına toplu tutuklama uygulatırken, Cemal Paşa da Beyrut’ta Arap aydınlarını astırmakla, Filistin’de Yahudilere tehcir uygulaması başlatmaktadır.

TC’de soykırımın inkârı, milli güvenlik siyasetinin en önemli parçalarından biri konumuna getirilmiştir. Bu inkârın yürütücülerinden biri olan Talat Paşa Komitesi, bugünkü otoriter, diktatöryal rejimin ayaklarından biridir.

Bir başka ayak ise en üst inkâr kurumu olan Asılsız Soykırım İddiaları ile Mücadele Koordinasyon Kurulunun kurucu başkanı olan Devlet Bahçeli ve partisidir.

İslam/Türk sentezi ideolojinin ulus devlet kurma projesinin bir diğer kurbanı ise Kürt halkı olmuştur. Pozivist olduğunu iddia eden İTP, soykırım için İslam dinini kullanmaktan, “cihat” ilan etmekten kaçınmamış, dini sömürmüştür. Şimdi bunun ağır bedelini, rejimin 100 yıldır eritmeyi başaramadığı Kürt halkı ödemektedir.

Bunu suça şu ya da bu nedenle, bir şekilde katılmanın “bedeli” olarak da niteleyebiliriz.

Türkiye’deki rejim, diğer otoriter/totaliter rejimler gibi son bulacak bir gün.

Ama hakikat ile yüzleşmeden, özür dilemeden ve tazmin etmeden Anadolu coğrafyasında gerçekten demokratik, hümanist bir yönetim asla kurulamayacaktır.

Bu olacak, bir gün mutlaka.

Ve Martin Luther King’in dediği gibi, Hrant Dink’in düşlediği gibi, “We will walk hand in hand.”


Artı Gerçek

Yorumlar kapatıldı.