İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

105

Yetvart Danzikyan

Bu politika sonuç olarak devlet çizgisinden sap(a)mayan, hatta buna yeltenmeyen kurumlar yaratmış (bunların başında Patrikhane sayılabilir) ve bunun da ötesinde, Ermenilerin bu topraklardan tekrar göç etmesi için yeni yollar açılmış, bunda başarı da sağlanmış, Ermenilerin binlerce yıllık yurdu olan Anadolu’dan Ermeni izleri kazınmış, kiliseler, manastırlar yıkılmaya yüz tutmuş, daha da önemlisi, kalan Ermeni nüfus konuşamaz, başına geleni anlatamaz hale getirilmiştir.

Yuvarlak sayıların kendine özgü bir anlamı oluyor, bilhassa önemli bir olayın, gelişmenin yıldönümlerinde. Ermeni Soykırımı için bunlar 50. ve 100. yıldönümleriydi. 50. yıldönümü, başta Ermenistan’da, bu konuda bir hareketlenme yaratmıştı. 100. yıldönümünün hatıraları ise gayet taze.
Beş yıl önce şimdikinden biraz farklı bir iklimde yapılan anma, Türkiye’nin konuya bakışı açısından aslında bir fırsat teşkil ediyordu. Ancak, Erdoğan bir taziye mesajı yayımladıysa da, bu mesaj Ermenilerin başına savaş koşullarında bazı felaketler geldiğinden öte bir anlam taşımadı. Zaten bu mesaja tam da 24 Nisan’da Çanakkale’de icat edilen bir anma töreni ve Ermenistan’daki anma için “Kendileri çalıp kendileri oynayacaklar” açıklaması eşlik etmişti. Çok da yol alamamıştık yani. 
Sonraki yıllar özellikle Batı ülkelerindeki Soykırım’ı tanımaya yönelik parlamento kararları ve bu kararlara Türkiye resmî çevrelerinden gelen sert yanıtlarla geçti. Bunlar içinde geçen yıl ABD Temsilciler Meclisi’nin aldığı karar bilhassa önemliydi. Onun da öncesinde birkaç yıl önce Almanya’nın hem Soykırım’ı tanıyan, hem de bu gelişmede kendi rolünü idrak eden kararı not edilmeli. Tabii bir de Fransa’nın 24 Nisan’ı resmî olarak anma günü ilan etmesi var. 
Bütün bunlara Türkiye hükümeti ve milliyetçi çevreler, basın, hep sert tepkiler gösterdi ve klasik devlet geleneğinin içinde kalındı. Bu tepkilerde genel olarak öne çıkarılan argüman ‘tarihe siyasetin karıştırılmaması’ idi. 
Bu argüman Türkiye’de kendine alıcı bulsa da, parlamentoların bu konuda karar almaları belki kategorik olarak tartışmaya açık olsa da, önümüzde 105 yıldır duran bir gerçek var. Türkiye bir devlet geleneği olarak tarihi siyasete zaten alet etmiş durumda. 
Devletin kurumsallaşmasından itibaren bu topraklarda kalan Ermeni toplumu üzerinde her zaman baskı kurulmuş, mülk transferi çeşitli vesilelerle devam etmiş ve 1915 felaketinden kurtulan bir avuç denebilecek bir toplumun üzerinde devlet, çeşitli kanallarla baskısını her daim sürdürmüştür.
Bunun da ötesinde, yıllar boyunca bir devlet geleneği olarak Ermeni düşmanlığı körüklenmiş, “Asıl Ermeniler bizi öldürdü” söylemi her fırsatta dolaşıma sokulmuş ve Ermenilerin sessiz ve gizli yaşamasının taşları büyük bir itinayla örülmüştür.
Bu politika sonuç olarak devlet çizgisinden sap(a)mayan, hatta buna yeltenmeyen kurumlar yaratmış (bunların başında Patrikhane sayılabilir) ve bunun da ötesinde, Ermenilerin bu topraklardan tekrar göç etmesi için yeni yollar açılmış, bunda başarı da sağlanmış, Ermenilerin binlerce yıllık yurdu olan Anadolu’dan Ermeni izleri kazınmış, kiliseler, manastırlar yıkılmaya yüz tutmuş, daha da önemlisi, kalan Ermeni nüfus konuşamaz, başına geleni anlatamaz hale getirilmiştir. Konuşanlar türlü baskılarla ya yok edilmiş, ya da oluşturulan atmosferle bu insanların hedef haline gelmesinin önü açılmıştır. Gazetemizin kurucusu Hrant Dink’e yönelik, işin içinde devletin de olduğu organize saldırıyı başta türlü nasıl açıklayabiliriz ki? 
Evet, son yıllarda teknolojinin yaygınlaşması, yabancı kaynaklara ulaşmanın kolaylığı ve konunun daha çok konuşulur hâle gelmesiyle bu konuda daha geniş bir tartışma imkânı olduğu söylenebilir. Ancak bu kısıtlı ortam bile, bilhassa yakın dönemde ifade özgürlüğüne yönelik baskılarla tekrar boğuluyor. Bu yıl Korona nedeniyle alanda anma yapılamayacak ama iki-üç yıldır 24 Nisan anmalarının Taksim’den Tünel’e, oradan da Şişhane metro istasyonu çıkışına sürüklendiğini not etmeliyiz. Sultanahmet ve Haydarpaşa anmalarında, ‘soykırım’ kelimesini içeren pankartların taşınmasına izin verilmediğini, taşıyanların gözaltına alındığını da. 
Bütün bunlara ek olarak Diyarbakır Barosu’nun önceki yıllarda yaptığı 24 Nisan anma açıklamaları hakkında dava açıldığını da hatırlamalıyız. Koronavirüs nedeniyle duruşmalar ertelenemese, belki de şu günlerde dönemin Diyarbakır Barosu yöneticileri mahkemede ifade veriyor olacaklardı. 
Velhasıl, 100. yıldan 105. yıla gelirken mesafe kat edilemedi, 1915 ile yüzleşme açısından. Hatta gelinen noktanın bile gerisine gidildi.  En acısı ise şu: Böyle şeyler aslında istenince oluyor. Aynı Çözüm Süreci gibi. Atılacak bir adım, hepimiz için daha iyi bir gelecek demek. 

http://www.agos.com.tr/tr/yazi/23947/105

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın