İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Milas’tan ABD’ye bir kadın hikayesi: Leyla’nın Kahvesi

Özlem ERTAN

Muğla Milas doğumlu David Levi’nin ‘Leyla’nın Kahvesi’ adlı romanı geçtiğimiz günlerde okurlarla buluştu. Levi’nin Bilgi Yayınevinden çıkan kitabı büyük trajedilerle, mücadelelerle örülmüş ve uzun yıllara yayılan bir kadın hikayesi.

Romanın, yazarıyla aynı adı taşıyan karakteri David, kitap yazmak için sık sık gittiği İstanbul Sarıyer’deki kafede Leyla isminde bir kızla tanışır. Burada garson olarak çalışan Leyla’nın yaşam öyküsü, David’in hayal gücünü ve merakını kamçılayacak ve onu Milas’ın Kargıcak köyüne götürecektir.

Kargıcak’ta doğan Ülfet’in dokunaklı hikayesi ise Amerika Birleşik Devletleri’nden İstanbul’a kadar uzanır. Okumayı, çalışmayı seven Ülfet, önce anne babasını, ardından da nişanlısını kaybetmiş, ama aldığı eğitimin de yardımıyla kendi ayakları üzerinde durmayı başarmıştır. Milas’ta tanışıp arkadaşlık kurduğu Edward’la evlenip Amerika’ya taşınmış ve orada üç çocuğu olmuştur. Ancak hayat Ülfet’e kötü sürprizler hazırlamıştır. Peki, Ülfet’le Leyla’nın arasında nasıl bir bağ vardır?

Adalet, samimiyet, dostluk, aile ve annelik gibi kavramların etrafında şekillenen ‘Leyla’nın Kahvesi’nin satırları arasında otistik bir kızın mücadelesine de tanık olacaksınız. David Levi’ye kitabı hakkında sorular yönelttim.

Kitabınızdaki “David” tıpkı sizin gibi emekli mühendis ve roman yazarı.

Bunu fark ettim ve öyle de bıraktım. Bu şekilde kurgunun daha enteresan olacağına kanaat getirdim. Tabii ki değerlerim ve hayat tecrübem bu kitaba aktarıldı. Ama bir kurgu çerçevesinde… Okuyucuya geçirmek istediğim bazı mesajlar bu kitapta dile geldi.

Ülfet’in hikayesi gerçek yaşamdan mı alındı, yoksa tamamen hayal ürünü mü?

Ülfet’in hikayesi baştan sona kurgudur… Yazdıkça gelişti. Tabii ki içindeki motifler benim hayatımda bulunduğum yerleri, yaşadığım olayları, okuduğum kitapları, bana tesir eden hatıraları bir şekilde içine alıyor… Mesela Sarıyer, İstanbul’da çalıştığım zamanlarda hemen her hafta sonu ziyaret etmekten zevk aldığım bir yerdi.

Bu romanı yazarken nelerden ilham aldınız? Yazım sürecinden bahseder misiniz?

Bu kitabı yazmaya dört sene evvel başladım. Önce doğup büyüdüğüm Milas, sonra daha çocukken babamla beraber nüfus sayımı için gittiğimiz Kargıcak köyü aklıma geldi. Buralarda bizlere gösterilen sevgi ve saygı beni hâlâ etkilediğinden, kurguda bunların da yer alması gayet normaldir. Amerika’da “Mısırdan etil alkol elde etme” projesinde çalıştığımdan uzun bir müddet Baton Rouge’da bulunmuştum. Burası da romana bir şekilde girdi.

Gençlik yıllarımdan beri devam eden engelli çocuklara olan sempatimi, hassasiyetimi ve duyarlılığımı Leyla’yı otist bir kız yaparak kurguya soktum.

Kitabınızda Milas’ta yaşayan Rum, Yahudi karakterler de göze çarpıyor. Eskiden her milletten insanın bir arada bulunduğu bir yer miydi Milas?

Ailemin Milas’ta, dedelerimin dedesinden gelen bir geçmişi vardı. Bizler daima komşularımızla inanılmaz bir dostluk ve beraberlik içinde yaşadık. Babamın çarşıdaki küçük manifatura dükkanı civardaki köylülerin durağıydı. Babam köylülerin hemen her problemini dinler ve onlara mantıklı bir çözüm yolu bulurdu. Pek çok köylü kadın, bir aile gibi, ihtiyaçlarından dolayı bizim evde konaklardı. Aramızdaki bu dayanışmayı, hürmeti, değerleri, anlatmaya kelimeler yetmez. Onun için roman Kargıcak köyünde başladı ve Milas’ta devam etti.

Bizler hâlâ bugün Milaslılarla sevilen ve saygı ile anılan değerli bir ilişki içindeyiz, bilhassa ben. Güzel geçmişimizin yarattığı bu kutsal duygular asla unutulmaz ve unutulmamalıdır. Ben bunu çocuklarıma da anlatırım.

‘Leyla’nın Kahvesi’ yayımlanan ilk kitabınız. Peki, sırada neler var? Şu an bir kitap üzerinde çalışıyor musunuz?

ODTÜ’de talebeyken Gümbet Koyu’nda geçirdiğim yaz tatilimde vuku bulan sünger avına çıkma serüvenimi ve orada yaşadığım kişisel değerlerle dolu olayları bir kitapta topladım. Bugünlerde onunla meşgulüm. ‘Leyla’nın Kahvesi’ni okuyanlardan aldığım olumlu tepkiler bana cesaret veriyor.


Evrensel Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.