İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Prof. Dr. Yasemin Mumcu: Tarihte Bir Kahraman (Balak) Belek Gazi / Roman Kahramanı Balak Gazi

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***
4. Tarihî Roman ve Romanda Tarih Bilgi Şöleni kitabı yayınlandı.

Roman, bir kurgudur, tarihî roman ise tarih ve kurgunun harmanlanmış şeklidir. Tarih araştırmaları yapan tarihçi, “geçmişin kaydedilmeye değer yönlerini ortaya koyan, insanları geçmişini tanımaları yönünde bilgilendiren âlimdir. Yani geçmişin var olabilmesi için mutlak surette tarihçiye ihtiyaç vardır. E. H. Carr, tarihsel gerçekliğin tek başına bir değer ifade etmediği görüşündedir. Gerçekliğin ancak tarihçinin başvurusu sonucu değer kazandığını söyler. Tarihsel gerçekliğin hangi düzen içerisinde ve ne kadar saf bir halde sunulacağına, ancak tarihsel gerçekliği kayıt altına alan tarihçi karar verir.”[1] Tarihçiler “tarih incelemelerini, kendi birikimlerine, yaratıcılık güçlerine, ideolojik ve kültürel değerlerine, toplumsal yapıya bağlı olarak sadece dil ortamında” kurgularlar[2]. Bunu yaparken de kendilerine göre önem taşıyan, öncelik arz edenleri seçerler. Yani tarihsel gerçeklik de belli bir noktaya kadar kurgu olarak kabul edilebilir. Nasıl roman kahramanları hakkındaki bilgimiz, roman yazarının bilmemizi istediği kadarıyla sınırlıysa, tarihe dair bilgilerimiz de tarihçinin, bilmemizi istediği sınırlar içinde kalır. Tarihçi ne kadar objektif ve tarafsız kalmaya çalışırsa çalışsın, bunu tam anlamıyla başarması neredeyse imkânsız gibidir. Tarihçi, elindeki belge ve bilgilere dayanarak “tarih” adı altında verdiği anlatının bir varsayım olduğunun bilincindedir; ancak yine de ortaya koyduğu “tarih”te kullandığı dil, “bunun varsayım olduğunu gizleyen bir dildir.”[3]

Tarihi roman yazarı da tarihçinin tarihsel gerçeklik olarak sunduğu anlatıyı veya malzemeyi alır, muhayyilesinde yoğurmak, tarihin bilinmeyen bölümleri üzerinde kurgu oluşturmak suretiyle olayı yeniden okuyucuların dikkatine sunar.[4] Yani roman yazarı, elindeki malzemeyi kullanarak bir yaratmada bulunur. Bir tarafta tarih bir tarafta tarihte yaşananları ele alarak kurgulanmış bir tarihi roman vardır.

Tarihle roman arasındaki ayrım veya ilişki söz konusu olduğunda Alain’in şu sözleri ilgi çekicidir: “İnsanın gözlenebilen bütün yaşamı (yani eylemleri ile eylemlerinden çıkarılabilen iç dünyası) tarihin ilgi alanına girer. Romanın ilgi alanına giren yanı ise salt tutkuları, yani kibarlığından ya da utandığı için sözünü edemediği bütün sevinçleri, üzüntüleri, düşleri, duygu ve düşünceleridir.”[5] Bu açıdan bakıldığında tarihsel gerçeklik ve tarihi roman birbirini tamamlayarak insanlık tarihini meydana getirir de diyebiliriz.

Tarihçi ve tarihi roman yazarı arasındaki ilişkiyi özetlememiz gerekirse şunu söyleyebiliriz: Tarih, tarihçinin elinde onun önem ve önceliğine göre şekillenir, tarihsel gerçeklik olarak ortaya konur; tarihi roman yazarı da bu anlatıyı alarak kendine göre yeni bir düzenlemeye tâbi tutar. Ancak onun amacı, tarihçinin eksiklerini ortaya çıkarmak veya ondan farklı şeyler söylemek değil, tarihsel gerçekliği roman okurunun merakını çekecek; bazen kendi gerçeklerini yansıtacak şekilde ifade etmektir. Fethi Naci’nin ifadesiyle tarih bilimi insanı soyutlayarak tarihi anlatırken, romancılar tarihsel olayları değil, olayların insanlar üzerindeki etkilerini dile getirmek durumundadır.[6] Hiç kuşkusuz tarihi roman okuru, tarihi de merak eder, tarihsel olayları öğrenmek ister; ancak onun asıl istediği, amacı yaşanan tarihi olayların insanlar üzerinde ne gibi etkiler yarattığını öğrenmektir. Çünkü tarih, olayları bir bütün olarak anlatmak, yansıtmak derdindeyken romanda önemli olan, “anlatılan olayları belirli bir disiplin ve bütünsellik içinde sunabilmektir.”[7]

İnsanlığın belli bir zamanda yaşamış olduğu olayların tarih adı altında bize sunulmasındaki gerçekliğin niçin sorgulanması gerektiğini Forster’ın şu düşüncesine bağlı olarak söyleyebiliriz: “İster yaşamdan kitaplara olsun ister kitaplardan konuşmalara, gerçeği bir alandan başka bir alana aktarmaya çalıştık mı, bir şeyler olur ve gerçekliği” bozulur.[8] Bu noktada gerçekliğin bozulduğu yer tarihi romanlardır.

Gerçeklik ve kurmaca arasındaki bağlantıya bir bakış açısı da Gürsel Aytaç’tan gelir. Yazarın malzemesinin gerçeklik ve hayal olduğunu ifade eden Aytaç, gerçekliğin sosyal ve bireysel olduğu gibi tarihsel de olabileceğini, bu gerçekliğin yaratıcı yazarın ruh merceğinden geçtikten sonra nitelik değiştirerek kurmacaya dönüştüğünü söyler.[9] Bu kurmacada yazar, “gerçeği dile getirme veya objektif olma iddiasında değildir”, o “aydınlatılmamış ayrıntılara” girmek derdindedir.[10]

Tarihçinin ortaya koyduğu tarihsel gerçeklik ve ondan yararlanarak kendi kurgusunu yaratan yazar arasındaki ilişkiden kısaca bahsettikten sonra bildirimizin konusu Balak Gazi’ye geçebiliriz. Zuhuri Danışman tarafından kaleme alınan Balak Gazi romanı[11], 1949 yılında Ankara’da yayımlanan Kudret gazetesinde tefrika edilmiş ve kitap olarak da 1957’de Samim Sadık Yayınları arasında çıkmıştır. Balak Gazi üzerine uzun yıllar yerli ve yabancı çeşitli kaynaklardan araştırma yapan Nureddin Ardıçoğlu’nun ifadesine göre, elindeki malzemeyi Zuhuri Danışman’a vermiş ve onun bu romanı yazmasına vesile olmuştur. Ardıçoğlu kendisi de daha sonra Harput Hükümdarı Balak Gazi adlı eseri 1963’te Turan gazetesinde tefrika halinde bastırdıktan sonra 1966’da kitap haline getirmiştir. Önsözde ifade ettiğine göre Ardıçoğlu “Anadolu Türk tarihinin çok mühim simalarından biri olan Nurüddevle Balak Gazi hakkında, her devirde ve her dilde yazılmış ne varsa hepsini büyük bir zevk ve merakla toplamış”tır. Yararlandığı isimler Şark müverrihlerinden İbn ül-Azimî, İbnü’l-Kalanisî, İbnü’l-Esir, İbnü’l-Adim, Sıbt ibnü’l-Cevzî ve Ebu’l-Fida ile Ermeni müverrihlerinden Urfalı Mateos, Frank müverrihlerinden Guillaume de Tyr, Foucher de Chartres ve Albert d’Aix’tir.[12]

Ardıçoğlu, eserin Önsöz’ünde okuyucuları, inanılmaz hadiseler ve olağanüstü heyecanlı olaylarla karşılaşacakları ve bu nedenle onu roman zannedecekleri yönünde uyarır. “Bu kitapta yazılı olan ne varsa hepsi tarihtir. Ben çok şey katmadan, eski müverrihlerin kahraman Balak Gazi hakkında yazdıklarını topladım ve bir araya getirdim.” derken yukarıda sözünü ettiğimiz noktaya gelmektedir. Balak Gazi’nin hayatını, zaferlerini, yenilgilerini anlatan eski müverrihlerin yani tarihçilerin eserlerinden yola çıkarak kendi eserini meydana getirmiştir. Balak Gazi tarihe mal olmuş, büyük bir Türk mücahididir; ancak onun yaşadıkları/yaşattıkları, adına müverrih dediğimiz kişiler tarafından Ardıçoğlu’nun da eseri içinde defaaten söylediğine göre farklı şekillerde anlatılmıştır. “… tekrar edelim ki, elinizdeki bu kitapta yazılı vakalar ne bir roman ne de bir destandır. Tamamen tarihî hakikatlardir.”[13] derken bu hakikatlerin kime göre olduğu sorusu akla gelmektedir.

Roman kahramanı Balak Gazi’ye geçmeden önce tarihî bir şahsiyet olarak Balak Gazi’den (bazı kaynaklarda Belek Gazi olarak da geçmektedir) bahsetmek doğru olacaktır. Prof. Dr. Mükrimin Halil Yinanç Balak Gazi’yle ilgili olarak şu bilgiyi verir:[14] “Balak bütün ömrünü gaza ve cihad içinde geçirmiş, ülkesinde emsalsiz bir sükûn ve asayiş temin etmiş, adalet ve kanunu hâkim kılmış, dindar ve mütevazı bir emir idi. Ölümü Müslümanlık ve Türklük için hakiki bir zıyâ ve musibet olmuş ve mağlup olmaya başlayan Haçlıların yeniden kalkınmalarına sebebiyet vermiştir. Haçlılar böyle korkunç ve galip bir düşmandan kurtuldukları için çok sevinmişlerdir. Balak yalnız Suriye tarihinde değil, Anadolu tarihinin seyir ve cereyanı üzerinde de tesir icra etmiştir.”

Balak/Belek Gazi’nin doğum tarihiyle ilgili kesin bir bilgiye ulaşmamız mümkün olmadı. Ancak çok genç yaşlarından itibaren cengâver bir ruha sahip, mücadeleci bir kişi olduğu kaynaklarda vurgulanan ortak bir özellik.[15] 11. asrın sonlarında Harput bölgesinde, kurucusu Çubuk Bey olan Çubukoğullarının kurduğu bir Türk hükümeti mevcuttur ve bu hükümetin yerini, Sultan Alparslan’ın kumandanlarından Artuk Bey’in kurduğu Artukoğulları beyliği alır. Artuk Bey’in dört oğlundan biri olan ve tarih kaynaklarında kendisi hakkında fazla bilgi bulunmayan Behram, Balak Gazi’nin babasıdır ve onu erken yaşta kaybettiği için amcaları İlgazi ve Sukman (bazı kaynaklarda Sökmen olarak da geçmektedir) Beylerin yanında yetişen Balak Gazi, onlarla birlikte Haçlılara karşı pek çok mücadeleye girmiştir.

12. asır başlarında İran, Irak, Suriye ve Anadolu’da kurulan çeşitli Türk beylikleri arasında hâkimiyet kavgaları mevcuttu. 11. asır sonlarından itibaren Anadolu’yu geçerek gelen Haçlılar da Suriye ve Güney Doğu Anadolu’nun bir kısmını istila ederek Kudüs’te bir krallık, Urfa, Antakya, Trablus ve Maraş’ta prenslik ve kontluk kurmuşlardı. İşte Balak Gazi’nin bütün hayatı, bu iki taraflı mücadele içinde geçmiştir. Onun amacı Türk birliği kurarak Haçlılara aman vermemek, onları Anadolu sınırları dışına atmaktı. Balak Gazi amcalarından yardım almakla birlikte çok daha fazlasını kendi teşebbüsüyle elde ettiği Harput’tan Halep’e ve Harran’a kadar uzanan büyük bir devlet meydana getirdi.

Balak’ın ilk sahip olduğu yer, amcası Sukman Bey tarafından kendisine verilen Suruç’tur. Haçlıların büyük bölümü Kudüs’e inerek orada Kudüs Krallığını kurarken Şimal-ı Suriye ve Güneydoğu Anadolu’da kalan Haçlıların ilk mücadelesi Suruç için Balak’la olmuştur. Urfa (Edessa) kontluğunu kuran Kont Baudouin Suruç’u da almak istemiş ve amacına ulaşmıştır. Suruç’un Haçlıların eline geçmesiyle ilgili farklı açıklamalar vardır. Bir kısmı Balak’ın Suruç halkına zulüm yaptığı için Suruç halkı tarafından Haçlılara teslim edildiğini, bir kısmı Balak’a isyan ederek Baudouin’e teslim edildiğini söylerken Sur Piskoposu Guillaume de Tyr, Kont’la mücadele için yeterli kuvvete sahip olmayan Balak’ın Kontla samimi ilişkiler kurarak kaleyi teslim etmeyi düşündüğünü ve bu sebeple diğer Türkmen beylerinin Balak’a düşman olduğunu ifade etmektedir. Oysa Balak’ın Kont’la iyi ilişkiler kurması, planları dahilindedir ve amacı ona kaleyi teslim ederken tutuklamaktır. Ancak bu planını gerçekleştiremez ve Suruç’u kaybeder.

Tarihsel gerçekliğin tarihçiye göre, tarihçinin dünya algısı, ideali ve önceliğine göre değiştiğini ispatlayan güzel bir örnek olarak Suruç kalesinin işgalini verebiliriz. Özellikle yabancı müverrihler Balak’ın kötü, adaletsiz bir hükümdar olduğu için kale halkı tarafından sevilmediğini ve kalenin Haçlıların eline geçmesinde bunun önemli bir rolü olduğunu ifade ederken Ardıçoğlu bu suçlamaların hiçbir şekilde doğru olmadığını belirtmektedir. Ona göre Balak’tan memnun olmayanlar Suruç’ta yaşayan gayri müslimlerdir. Kalenin Baudouin’in eline geçmesinden sonra bütün Müslümanlar kılıçtan geçirilmiştir.

Suruç’u 1098’de kaybettikten sonra yanındaki az sayıdaki Türkmeniyle Haçlılara karşı küçük zaferler elde eden Balak, herhangi bir yere yerleşememiştir. Amcası İlgazi Bey 1100’de Sultan Berkyaruk tarafından Bağdat şahneliğine yani valiliğine atanır. Ancak Berkyaruk’un ölümünden sonra onun yerine geçen Sultan Gıyaseddin Mehmed’le Artukoğullarının arası hiç iyi olmamış, Sultan’ın komutası altında yapılan savaşlarda Artukoğulları gönülsüz mücadele etmişlerdir. 1110’da yapılan muharebe sonrasında Musul hâkimi Emir Mevdud, Harran şehrini alınca burayı İlgazi Bey’e vermiş, bu durum diğer Türkmen beyleri tarafından hoş karşılanmamıştır. İlgazi Bey bunun üzerine askerlerini toplayarak Mardin’e geri döner. Balak, amcasıyla dönmemiş ve amcasına kızan emirlerin hırsları sonucu Muş bölgesindeki Aidziats kalesine hapsedilmiştir.

Tarihle veya tarihsel gerçeklikle tarihi romanın birbirinden ayrıldığı noktayı Balak’ın kaleye hapsedilmesi olayında açıkça görüyoruz. Balak’ın hapsedilmesindeki gerekçe romanda da aynı şekilde verilmesine rağmen, tarihsel gerçeklikte Balak, onun kaleye hapsedilmesini sağlayan Sukman Kutbî’nin ölümü üzerine bir yıl sonra oradan kurtulmuştur, romanda ise Balak’ın, hapsedildiği ve bir insanın hiçbir şekilde kurtulamayacağı bu kuleden kendi çabalarıyla, toprağı kendisinin de ne kadar sürdüğünü bilemediği bir zaman içinde tırnaklarıyla kazıyarak kurtulduğu anlatılmaktadır. Kendisini kurtarmaya gelen Kurtboğa ve Ferhunde’den önce kuleden kurtulmayı kendi çabalarıyla başarmıştır.

Aidziats Kalesinden kurtulduktan sonra etrafına büyük bir kuvvet toplayan Balak, kısa zaman içinde Genç, Çabakçur, Palu ve Tunceli’nin güney kısımlarını işgal ettikten sonra Palu’yu hükümet merkezi yaptı. Malatya’da hüküm süren, Alparslan’ın oğullarından Tuğrularslan küçük yaşta olduğu için annesi Ayşe Hatun, oğluna atabek tayin ettiği ve kendisiyle evlendiği İlarslan’ı tevkif ettirdikten sonra Balak’la irtibata geçerek onu oğluna atabek tayin etti ve kendisiyle evlendi.[16] Malatya’nın idaresini de böylece eline alan Balak Gazi artık çok daha güçlü bir hükümdar olarak Haçlılarla muharebelerine devam etmiş, 1115 Yaz’ı başlarında Harput’u alarak burayı hükümet merkezi haline getirmiştir.

“Balak Gazinin bu devirdeki durumundan bahseden müverrihler onun şevket ve kudretinde müttefiktirler. O artık gerek Anadolu’daki gerek Kuzey Suriye ve el-Cezire’deki hükümdarların en kuvvetlilerinden biri haline gelmişti. Süryani müverrihi Mihael onun ‘Artuk hanedanından en meşhur hükümdar’ olduğunu söyler. Guillaume de Tyr de ‘Türk hükümdarlarının en muhteşemi ve en kudretlisi’ diye bahseder.”[17]

Balak’ın bundan sonraki hayatı hep muharebelerde geçmiş, amcası İlgazi Bey’in 1122’de ölmesinden sonra Haçlılar ve Türk emirlerle mücadelesine tek başına devam ederek büyük başarılar elde etmiştir. Harput’tan Halep’e, Doğuda Mardin ve Meyafarkin’e kadar olan geniş topraklarda hüküm sürmektedir. 1123’te kendisine Gazi unvanı verilerek Irak Selçuk Sultanı Mahmut tarafından Haçlılara karşı savaşan Müslüman ordularının başkumandanı tayin edilmiştir.

Haçlılarla mücadelesine devam eden ve Antakya Prensliği sınırlarına kadar gelen Balak, buradan geri dönmek zorunda kalır; çünkü Harput kalesi, kalenin onarımında çalışan Ermeni ustalar ve kaleye gizlice giren Ermeniler tarafından işgal edilmiş ve kalede esir bulunan Kral Baudouin serbest kalmıştır. Durumdan haberdar olan etraftaki Türkmen beyleri ve emirleri tarafından kale muhasara edilmiş ve Balak beklenmiştir. 15 günde beş yüz kilometrelik yolu Urfalı Mattheus’un ifadesiyle kartal süratiyle gelen Balak, çok sağlam inşa edilen Harput kalesini her zamanki saldırı taktikleriyle alamayacağını anlayarak askeri dehasını ve zekâsını gösterir ve kireç kayaları üzerine oturan kalenin duvarlarını altına büyük hendekler açtırmak suretiyle yıkar ve kaleyi geri alır.

Tarihsel gerçekliğin farklı şekillerde ortaya konulmasını Harput Kalesinin Türkler tarafından tekrar alınması sonrasında yaşanan olayların anlatımında da görmekteyiz. Müslüman müverrihlerinden İbnü’l-Adim şöyle anlatır:[18] “Balak Gazi kaleyi zapt ettikten sonra, burada bulunan Franklardan hepsini ve küfranı nimet etmiş olan kendi adamlarını öldürttü. Yalnız Baudouin’in, Galeran’ın ve Kralın yeğeninin hayatlarına dokunmadı.” Hıristiyan müverrihler ise daha korkunç sahneler tasvir etmektedir:[19] “Balak o gün bütün esirleri imha etti. Bunlar takriben 65 kişi kadardı ve ayrıca 80 kadar güzel kadın vardı. Balak bunları kalenin duvarlarından aşağı attırdı.” Frank müverrihi Guillaume de Tyr de yaşananları şöyle anlatmaktadır:[20] “Kralı ve kendi senyörleri olan Josselin’i kurtarmak için kaleye girmiş olan Ermeniler korkunç şekillerde öldürüldüler. Bunlardan bir kısmı direklere bağlandılar ve atılan oklara hedef teşkil ettiler. Diğer bir kısmı diri diri çarmıha gerildiler veya yakıldılar yahut duvarlardan aşağı atıldılar.”

1124 Nisan ayı başlarında Melik Rıdvan’ın kızı Ferhunde Sultan’la evlenen Balak, vakit geçirmeden tekrar yola koyulur ve Haçlılarla işbirliğinden kuşkulandığı Menbic kalesi valisi Gümüştekin oğlu Hisan (tarih kaynaklarında Hassan)’ı, amcazadesi Timurtaş’a tutuklatır. İç kaleye sığınan Hasan’ın kardeşi İsa’yı yakalamak ve kaleyi tam olarak almak için mancınıklar kurdurur. Onları teftiş ettiği sırada, kale surlarına çok yaklaşır ve kaleden atılan bir okla hayatını kaybeder. Onun ölümü ile ilgili de farklı bilgiler verilmektedir. Bazı müverrihler İsa tarafından, bazıları kaledeki bir ateşe tapan tarafından öldürüldüğünü yazarken Guillaume de Tyr çok farklı bir şey söyler. Ona göre kale önlerinde yaşanan muharebede Balak, Josselin’in darbeleri sonucu ölmüş ve yine onun tarafından kafası kesilmiştir.

Nûrüddevle Belek, Ortaçağ İslam dünyasının yetiştirdiği en önemli simalardan birisidir. Hem çok iyi bir asker hem çok iyi bir teşkilatçıdır. Elde ettiği bütün güç ve üne rağmen büyük bir alçak gönüllülükle amcasının emrinde savaşlara katılmış ve büyük zaferler kazanmıştır. Bütün yaşamını Haçlılarla mücadeleye adamış ve onlara o zamana kadarki en büyük darbeleri vurmuştur. Belek’in zamansız ve ani ölümü Haçlılar arasında büyük bir sevinçle karşılanmıştır. Çünkü onun ölümünden sonra Müslümanlar arasında büyük bir çözülme başlamış, topraklar Haçlılar tarafından talan edilip, Müslümanlar da katledilmiştir.[21]

Balak Gazi’nin askerî dehası ile ilgili olarak da şunları söyleyebiliriz: “Belek Gazi Halep’e ve Kuzey Suriye bölgesine çok önem veriyordu. Türklerin Yakındoğu’daki kaderleri ve Müslümanların geleceğinin buralarda yattığını görmüş, ne pahasına olursa olsun bu bölgenin elde tutulması gerektiğini anlamıştı. Anadolu ve Suriye, Oğuz Türklerinin vatanı olacaksa bunun yolu ona göre öncelikle Antakya-Hatay-Menbic hattından geçmekteydi.”[22]

Balak Gazi’nin ölümünden sonra Müslüman dünyasında zayıflama olsa da onun Haçlılar ile mücadele ruhu Müslümanlar arasında tutunmuş, yeni bir uyanışa sebep olmuştur. “Ölümünden sonra onun izinden gidenler, Haleb-Menbic hattını düşmana teslim etmemişler, dolayısıyla Belek’in emekleri ve enerjisi heba olmamış, Türk ve İslam dünyasında asırlarca varlık mücadelesi olarak devam ettirilmiştir.”[23]

Roman Karakteri Olarak Balak Gazi

Tarihi bir kahraman olarak Balak Gazi’den bahsettikten sonra roman kahramanı olarak Balak Gazi’ye geçebiliriz. Zuhuri Danışman tarafından kaleme alınan Balak Gazi romanını popüler romanların bir kolu olan popüler tarihî romanlar içinde ele almak daha yanlış olmayacaktır. Popüler romanların genel özellikleri arasında yer alan sanatsal/estetik bir gaye güdülmeksizin yazılmak, okurun fikrinden çok duygu ve heyecanlarını harekete geçirmek, kolay anlaşılıp rahat çözümlenmek, okurda belli bir seviye aramamak, çok sayıda okura ulaşmak gibi özellikler bu romanda da karşımıza çıkmaktadır. “Sanatsal/estetik kaygılarla yazılan ve öncelikle “sanat” vasfı ön planda olan tarihî romanlardan farklı olarak, popüler tarihi romanlar, genelde sanat dışı niyetlerle yazılır/yayımlanır/ okunurlar.”[24] Milan Kundera’ya göre popüler tarihi romanlar hayatın hiçbir yeni alanını keşfetmemekte; yalnızca söylenmiş olanı onaylamaktadır.[25] Danışman’ın romanı da Balak Gazi ve dönemi hakkında bize yeni bilgiler vermemekte, yazar, Ardıçoğlu’ndan elde ettiği malzemedeki bilgileri adeta onaylamaktadır. Tabii bunu yaparken malzemeyi kendine göre yeniden şekillendirmekte, bize tarihsel gerçeklikle harmanladığı bir kurgu sunmaktadır.

Popüler tarihi romanlarda; “romanda geçen olayların içerdiği dönemin siyasi ve ekonomik yönlerine herhangi bir tahlili bakış yöneltilmez. Romancı bu konuda roman diliyle herhangi bir tahlil yapmaktan çok, bazı gerçek tarihi kaynaklardan alıntılar yaparak devri tanıtmaya çalışır.”[26] Bu bilgiye dayanarak Balak Gazi romanında da dönemin siyasi durumu hakkında Balak Gazi merkezli bazı bilgiler verilmesine rağmen bunlarda herhangi bir tahlil veya yorumun yer almadığı görülmektedir. Çünkü tarihi roman yazarının amacı olayları değil, olayların insanlar üzerindeki etkilerini tahlil etmektir.

Balak Gazi, Mehmet Kaplan’ın çizdiği ALP tipine çok uygundur. Atla ulaşıma dayalı bir kültür; sürü, av ve akına dayalı bir yaşama tarzı, göçebe medeniyeti, şerefini ve ailesini koruma ve kurtarma, vücut kuvveti ve cesaret, tek başına olma, kendine güvenme… Bütün bu özellikler Balak Gazi’nin şahsında toplanmıştır. Balak Gazi, ata binmekte çok ustadır, neredeyse tüm hayatı at sırtında geçmiştir. Güneydoğu Anadolu’da Türk-Müslüman birliğini sağlayabilmek adına devamlı akınlar yapmış, Haçlıları büyük kayıplara uğratmıştır. Belli bir yeri yoktur. Bir kaleyi aldığında oraya yerleşir; bazen burayı kaybeder veya daha önemli ve kuvvetli bir kaleyi aldığında burayı hükümet merkezi yapar. Şerefi onun vaz geçemeyeceği en büyük ve önemli değerlerinden biridir. Aidziats kalesinden kendi insanüstü çabalarıyla kurtulduktan sonra hayatına devam edebilecekken yanındaki arkadaşı, yoldaşı Kurtboğa ve sevdalısı Ferhunde Sultan’a, önce Sultan’a gidip durumu anlatmak, yaptığı hareketlerin sebeplerini açıklamak istediğini ve eğer Sultan yine de onu suçlu görürse kaleye kendi isteğiyle geri döneceğini söyler. Şerefini kaybetmiş bir kişi olarak yaşamak istemez. Onun at sürmek kadar ok ve mızrak kullanmakta da büyük maharetleri vardır. Gücü ve cesareti Haçlıları hem korkutur hem de onların kendisine saygı duymasını sağlar. Alp tipinin bir diğer özelliği olan tek başınalık da Balak Gazi’de görülür. Türkmenlerine şöyle hitap eder: “Benim sevgili dostlarım, cesur Türkmenlerim!.. Bu dünyada arkamdan ağlayacak tek kimsem yok.”[27] Bir başka yerde de yalnızlığını, tek başınalığını kendi kendine itiraf eder: “Ey Behram’ın oğlu!.. Bakalım şimdi ne olacak? Amcaların birer yol tutturmuş gidiyorlar. Onlardan ayrıldığına herhalde iyi ettin. Ama onların orduları falan var. Senin bir atın ve bir mızrağından başka neyin var?”[28]

“Popüler tarihi romanlarda, hiçbir kahraman kendi kişisel menfaati için savaşmaz; onun varlık nedeni “kutsal” sıfatıyla adlandırabileceğimiz bir davanın mensubu olmasıdır.”[29] Kont’u oyuna getirerek esir alma planları yapan Balak’ın işler istediği gibi gitmez ve bir de vatan haini damgası yer. Oysa onun için vatanı, dini, milleti kutsal değerlerdir. “Hareketlerimin dış görünüşü hakikaten fenadır. 15-20 gündür çektiğim ıstırabı kimse bilmez. Ben Behram’ın oğlu; asla vatanıma, milletime, dinime ihanet etmedim.”[30] Bir yerde Balak, etrafında toplanan sayısı yüzü ancak geçen Türkmenlerine şöyle hitap eder: “Damarlarımda gezinen kanın son damlasını akıtıncaya kadar milletimin intikamını almaya yemin ediyorum! Eğer sözümden döner, düşmandan yüz çevirir ve sizleri yalnız bırakırsam anamın ak sütü bana haram olsun! Yediğim ekmekle tuz gözüme dizime dursun! Hiçbir sebep yokken topraklarımızı çiğneyen, en masum varlıklarımıza tecavüz eden haydutlar sürüsüne karşı bir an mücadeleden çekinirsem peygamberimizin şefaatinden mahrum olayım!..”[31] Balak Gazi kendisini halis bir Türk, yürüdüğü yolu da Hak yolu olarak nitelendirir.[32]

Popüler roman kahramanlarının ortak özelliklerinden bir diğeri ise bir taraftan mücadele ederken diğer taraftan da hep birtakım değer ve unsurlara karşı kendini sorumlu hissetmesidir. Sorumluluk hissettiği unsurun başında da “devletin başı” gelir. Balak da Sultan Berkyaruk’a karşı her hareketinden kendini sorumlu hisseder. “Ben, her vakit Sultan Berkyaruk’u en büyük İslam emiri, sultanı olarak tanımaktayım. Ona her vakit hesap vermeye, onun emirlerini yerine getirmeye hazırım.”[33] Sultan’ın kendisi hakkındaki yanlış hükümlerine rağmen, emirlerini harfiyen uygular ve zindana girer.[34] Balak’ın bu kutsal değerler uğruna mücadelesinin büyüklüğünü, önemini vurgulamak için yazar, Haçlıların zulümlerini, Müslümanlara reva gördükleri davranışları da sık sık dile getirir. “İt sürüsü gibi… Yağma, çapul, zulüm, işkence… Yerli ahaliye yapmadıklarını bırakmıyorlar. Senin dediğin doğruymuş Balak. Bu uğursuz adamlar insan eti yiyorlar.”[35] Haçlıların Müslümanlara yaptığı işkenceler bir yerde de şöyle anlatılır:[36] “İlk rastlanan köy müthiş bir yağmaya uğradı. Bir anda hayvanlar boğazlanarak yarı çiğ, yarı pişmiş olarak yenildi. Bu serseriler güruhunun Urfa’dan çıktığı duyulunca savunmasız köylüler evlerini, köylerini bırakarak dağlara sığınmışlardı. Köyde sadece ihtiyarlarla, sakatlar kalmıştı. Haçlı ordusu vahşi ulumalarla “İsa hakkı için!… Kudüs hakkı için!..” diye bağrışarak bu zavallı ihtiyar ve sakatları hiç merhamet etmeksizin boğazladılar. Haçlılar için, Müslümanlara ve Türklere yapılan her eziyet, zulüm ve işkence İsa’yı memnun eden bir savaştı.” Yazar, bir dipnotta Haçlıların bu vahşiliğinin kanıtı olarak Richard de Pelérin’in kitabının ismini verir. Antakya Destanı adını taşıyan bu eserden küçük bir alıntı yapmak istedik biz de:

“Asaletlü Piyer L’Ermit otağının önünde oturuyordu.

Kral Tafur birçok adamlarıyla çıkageldi.

Bunlar bin kişiden ziyade ve açlıktan şişmiş idiler.

“Asaletmaab! Rahmet-i Rahman adına bana bir yol göster,

Zira açlıktan ve zayıflıktan ölüyoruz” dedi.

Piyer cevab verdi: Korkak olduğunuzdandır, dedi.

Haydi, şurada ölmüş yatan Türkleri toplayınız.

Tuzlar ve pişirirseniz, pekâlâ yenir onlar”

Kral Tafur: “Doğru söylüyorsunuz” dedi.

Otaktan ayrıldı, avânesini çağırdı,

Toplandıklarında on bin kişiden fazla idiler.

Türkler yüzüldü, barsakları çıkarıldı,

Etlerinden haşlama ve kebap yapıldı.

Doyasıya yediler, amma eksiksiz olarak.

Bunu gören putperestler (Türk’ler?), pek korktular.

Et kokusundan hep duvarlara dayandılar.

Yirmi bin putperest bu avâneyi seyretti:

Ağlamadık Türk kalmadı.”

“Popüler tarihi romanların çoğunda dinî/İslamî bir söylemin hâkim olduğunu görürüz. Özellikle “şehitlik” ve “gazilik” gibi kavramlar çerçevesinde din/İslam bir değer olarak bu romanlarda sürekli yüceltilir.”[37] Antakya, Halep ve İskenderun tarafları kan ve ateş içinde yanmaktayken Balak Gazi’nin Haçlılar’a karşı mücadelesinde yardım istediği güç, Allah’tır. “Yarabbi! Şahidim ol, diye inledi. Biz onların, Kudüs’e gelip kutsal toprakları ziyaret etmelerine mâni olamadık. Hıristiyanların kılına dokunmadık. Ve nihayet onları memleketimize davet etmedik. Davetsiz olarak gelen ve erkeklerimizi kesip yiyen, kadınlarımıza tecavüz eden, ocaklarımızı hiç sebepsiz söndüren bir vahşi sürüsünden intikam almak ahdim olsun. Din-i Mübin-i İslam uğruna, haksızlara ve zalimlere karşı masumları korumak için bize kuvvet ver.”[38] Roman boyunca Balak Gazi yeni bir mücahedeye başlayacağı zaman dua eder, Allah’a yalvarır:[39] “Bu büyük kahraman, bu emsalsiz İslam mücahidi, bir dakika olsun durmaksızın sabaha kadar dua etti. Dışarıdaki uğultuyu, zafer velvelesini kulakları duymuyordu. O yalnız, bundan sonra yapacağı işler için Cenab-ı Hak’tan yardım istiyor, kalbinin bütün saflığıyla Allah’ına yalvarıyordu.” Romanda şehadet ve gaziliğin İslam dini açısından ne kadar yüksek mertebeler olduğu da sık sık vurgulanmaktadır.

Popüler tarihi romanlarda karşımıza çıkan ve genellikle romanların olmazsa olmazı aşk, Balak Gazi’de de temel konulardan biridir. Tarihsel gerçeklik içinde 2 evlilik yaptığından bahsedilen Balak, romanda bir kez evlenmiştir ve bu evliliği de yıllardır âşık olduğu Ferhunde Sultan’la yapmıştır. Ayşe Sultan’la yaptığı ilk evlilikten romanda hiçbir şekilde bahsedilmez. Henüz herhangi bir kaleye ve düzenli bir orduya sahip olmadığı çok genç yaşlarında Melik Rıdvan’ı ve onun kızı Ferhunde Sultan’ı Haçlıların elinden kurtarmış ve ilk görüşte genç kıza âşık olmuştur. Hayatının sonuna kadar da ona ve aşkına sadık kalmış, ölümünden çok kısa bir süre önce Ferhunde Sultan’la evlenebilmiştir. Romanda bu evliliğin büyük bir aşk sonucu olduğu vurgulanırken tarihte bu evliliğin siyasi sebepleri de olabileceği şeklinde bir bilgi yer almaktadır. Çünkü Balak, Ferhunde Hatun’la evlenerek Halep’e hukuken de sahip olmuştur.

Romanda dikkat çeken hususlardan biri de yer isimlerinden çok bahsedilmiş olmasıdır. Balak Gazi’nin Haçlılar veya Türk emirlerle yaptığı muharebelerin nerelerde gerçekleştiği, o bölgenin coğrafi özellikleri hakkında bazı detaylar verilmiştir. Mehmet Kaplan’a göre “Tarih boşlukta cereyan etmez. Tarihi anlamak için coğrafyaya başvurmak zaruridir.”[40] Ele aldığımız romanda Balak Gazi’nin Haçlılarla girdiği tüm mücadelelerin yeri mutlaka verilmiştir. Mücadelenin gerçekleştiği yerler arasında ovalar, bataklık bölgeler, kayalıklar gibi coğrafi yerlerin bir kısmı sadece isim olarak bir kısmı da kısa tasvirlerle okuyucuya tanıtılmıştır. Bu geniş coğrafyada Urfa, Suruç, Antakya, İskenderun, Menbic, Mardin, Hısn-ı Keyfa, Halep, Telşuur Kalesi, Fırat nehri, Daran Bölgesi, Balak Gazi’nin hapsedildiği Aidziatz Kalesi, Harput, Kemah Kalesi vb. gibi pek çok yer geçmekte ve biz bu yerler vasıtasıyla Balak Gazi’nin mücadelelerine şahit olmaktayız. Ancak burada dikkati çeken husus, Balak’ın cesaretini, gözü karalığını, askerî öngörü ve dehasını göstermek amacıyla romanda daha detaylı ve biraz da abartılı bir anlatımın kullanılmış olmasıdır. Haçlıları kurnazca çektiği bataklıklar, kapatıldığı Aidziats kalesinin ürkütücü tasviri vs. gibi:[41] “Karanlık avludan dar ve rutubetli bir dehlize girdiler. Bu dehliz kıvrıla kıvrıla bir müddet devam etti. Nihayet bir açıklığa geldiler. Kule muhafızı durdu; yanındaki adamlarına verdiği bir emir üzerine yerdeki bir halkadan tutularak kaldırıldı. Açılan kapakla simsiyah bir kuyunun ağzı ortaya çıktı. Kuyudan, insanın iliklerine kadar işleyen buz gibi bir hava ve küf kokusu geliyordu. …Dimdik bir merdivenden aşağı inmeye başladı. İçinden basamakları saydı. Tam 60 basamaktı. Adeta yerin dibine iniyorlardı.” Görüldüğü gibi mekân, duygu ve heyecanların yansıtılması için bir araç olarak kullanılmıştır.

Sonuç

Tarih araştırmacısının kendi birikimlerine, yaratıcılık gücüne, ideolojik ve kültürel değerlerine, toplumsal yapıya bağlı olarak ortaya koyduğu tarihsel gerçeklik, tarihi roman yazarı tarafından alınır ve yine yazarın kendi birikimlerine, yaratıcılık gücüne, ideolojik ve kültürel değerlerine, toplumsal yapıya bağlı olarak, bir kurgu halinde okura sunulur. Tarih, tarihçinin elinde bir değişime/dönüşüme uğramışken bu anlatı yazarın elinde bir kez daha değişime/dönüşüme uğrar. Balak/Belek Gazi, tarihe mal olmuş bir kahramandır. Yaşadığı dönemde Türk-Müslüman kimliğiyle çok büyük mücadelelere girmiş, sayı ve kuvvetçe kendisinden çok daha iyi durumda olan Haçlıların korkulu rüyası haline gelmiştir. Onun üzerine yapılmış çalışmalardaki ortak nokta, Balak Gazi sayesinde Haçlı ilerleyişinin yavaşlatılmış, hatta belli bir süre durdurulmuş olmasıdır. Onun vefatından sonra Türk birliği eski gücünü yitirmiş ve bunu fırsat bilen Haçlılar, Müslümanları katlederek yürüyüşlerine devam etmişlerdir.

Roman kahramanı Balak Gazi ise genç yaşlarından itibaren kendini vatanına, milletine, dinine adamış ve bu yolda Haçlılarla kanlı muharebelere girmekten çekinmemiştir. Romanda siyasi veya ekonomik olayların bir tahlili söz konusu değildir. Çünkü yazarın amacı bize tarihi olayları anlatmak değil, bu yaşanan/yaşandığı anlatılan olayların kişiler üzerinde uyandırdığı etkiyi verebilmektir. Tarihe mal olmuş Belek Gazi’nin duygu ve heyecanlarından hiçbir şekilde haberimiz olmazken, roman kahramanı Balak Gazi ile ete kemiğe bürünmüş, duygu, düşünce ve heyecanlarıyla karşımızda canlanan bir kişi belirmektedir. Romanı okurken Balak Gazi’nin mücadeleleri, zaferleri, kayıpları hakkında bilgi sahibi olurken aynı zamanda yaşanan tüm bu olaylar sonucunda Balak’ın tepkilerini, kızgınlıklarını, mutluluklarını, kısaca insanı insan yapan özellikleri bulmaktayız. Kısaca tarihsel gerçeklik içinde sanki eksik kalmış gibi görünen Balak, roman sayesinde bir Müslüman-Türk kimliğiyle tam bir kahraman olarak okurun gözünde ve zihninde canlanmaktadır.

Kaynakça

Ardıçoğlu, Nureddin. Harput Hükümdarı Balak Gazi, Ajans-Türk Matbaası, Ankara 1966.

Aytaç, Gürsel. Genel Edebiyat Bilimi, Papirüs Yay., İstanbul 1999.

Cahen, Claude. Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, E Yay. Tarih Dizisi, İstanbul 1984.

Çelik, Yakup. “Tarih ve Tarihi Roman Arasındaki İlişki, Tarihi Romanda Kişiler”, Bilig, S. 22, 2002.

Danışman, Zuhuri. Balak Gazi, Kaknüs Yay., İstanbul 2010.

Erdem, İlhan. “Haçlılar ile Mücadelede Menbic ve Emir Belek”, TAD, S. 64, 2018.

Forster, E. M.. Roman Sanatı, Adam Yay., İstanbul 2005.

Karaca, İsmail. “Tarihi Romanlarda Mekân-Coğrafya”, İstanbul Üni. Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, S. 34, İstanbul 2006.

Sağlık, Şaban. “Tarihî Popüler Türk Romanlarında Yüceltilen Bir ‘Değer’ Olarak ‘Türk Kimliği”, İlmî Araştırmalar, S. 14, İstanbul 2002.

Usta, Aydın. “Artukoğlu Belek Gazi’nin Siyasi Faaliyetleri”, Prof. Dr. Ramazan Şeşen Armağanı, İstanbul 2005.

Yalçın-Çelik, S. Dilek. Yeni Tarihselcilik Kuramı ve Türk Edebiyatında Postmodern Tarih Romanları, Akçağ Yay., Ankara 2005.


https://www.tyb.org.tr/prof-dr-yasemin-mumcu-tarihte-bir-kahraman-balak-belek-gazi-roman-kahramani-balak-gaz-42682h.htm

Yorumlar kapatıldı.