İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Paskalya çöreği ve hafıza

Alin Ozinian

Paskalya denince akla aslında kırmızı olması gereken ama günümüzde rengarenk boyanan yumurtalar gelir. Oysa benim için Paskalya, Doğu Hristiyanlarına özgü olan Paskalya çöreğidir.

Pazar günü kutlanan Paskalya öncesi pişirilen çörek, kokusunu eve bırakır, hem de her köşesine. Bayram bu kokuyla “geliyorum” der! Ama ne koku; çocukluk, çikolatandan tavşanlar, ilk gençlik, eski bayramlaşmalar, mutluluk, bahar, artık aranıza olmayanların özlemi ve memleketiniz kokar tüm ev!

Meşakkatli olduğu düşünülür Paskalya çöreğinin; öyledir de, ama eskiye özellikle hatıralara bir öykünmedir bu geleneği devam ettirmek. Hala varım demek, unutmadım demek, “seni yaşatacağım babaanne!” demektir. Malzemenin zor bulunduğu ülkelerde yaşayanlar için, Yunanistan ziyaretlerinde bavula damla sakızları atmak ya da gelene gidene ricacı olunmaktır biraz. Mahlep’in bulunduğu, Suriye, Lübnan, Türk bakkallarını gezmek, stokları sağlam tutmaktır bazen.

Tüm Hristiyanlar tarafından kutlanan, Noel ile birlikte en önemli ve en büyük bayram sayılan iki Paskalya’da Hz. İsa’nın yeniden dirilişi kutlanır. Katolik ve Ortodoks kiliselerinde tıpkı Noel Bayramı gibi farklı dönemlerde kutlasa da Paskalya’yı, genelde az farkla Mart ortası ve Nisan sonuna kadar olan dönemde kutlanır.

Yaşadığımız coğrafyanın kadim bayramları, âdetleri, hoşlukları var. Bu kutlamaların çoğu Antik Çağlar’dan Hıristiyanlığına geçiş yapmadan önce de var olan ve bir şekilde “yeni dine adapte edilen” pratikler.

İsa Mesih’in çarmıha gerildikten sonraki üçüncü günde dirilişinin kutlandığı Paskalya, pagan tanrılarından Babilli İştar’ın, doğaya bereketi ve uyanışı getirdiği döneme rastlar. Pesah (Hamursuz), Nevroz, Paskalya ve daha birçok bayram bu coğrafyanın bahara denk gelen kardeş bayramlarıdır.

Sadece bayram tarihleri değil, semboller bile benzerlik taşır. Doğurganlığı ve bereketi simgeleyen tavşan ve yumurtalar, bugün Paskalya döneminde Avrupa’nın sayısız kentindeki çikolata satan dükkânlarında ve İstanbul’un sayısı gittikçe azalan pastanelerinde yerine alsa da, aslında Antik Anadolu’ya uzanır hikâyesi; Fenikelilerin bereket tanrıçası Astarte’nin simgesi de tavşan ve yumurtadır…

Babil’e kadar uzanan bu geleneklerin hepsinde aynı şey saklı; yeni yaşam ve bereketin, yani bahar.

Hristiyan bayramların bir ortak yanı da uzun ve hayvansal gıdaların yasak olduğu 40 günlük bir oruç süresinin ardından gelmeleridir. Kısaca bayram aslında perhizin bitişini simgeler. Ermeni kiliselerinde “Քրիստոս Յարեաւ ի Մեռելոց – Krisdos Haryav i Merelotz” (Mesih ölülerden dirildi) müjdesi ile halk birbirini selamlar ve bayram başlar.

40 gün günaydın, merhaba demezdi büyükler. “Krisdos Haryav i Merelotz” der, “Օրհնեալ է Յարութիւնն Քրիստոսի – Orhnial e Harutyunn Krisdosi” (Mesih’in göğe yükselişi kutlu olsun) cevabını alırlardı.

Çocukluk anılarımdan biri de Kumkapı’ya gelin giden anneannemin anlattığı bayram için yapılan temizlik hikâyeleridir. Yeni gelinler, kayınvalideleri beğensin diye “tahta-bina evlerin merdivenleri, zeminleri Arap sabunu ile fırçalanır, sakız gibi yapılırdı da kayınvalideler yine burun kıvırırdı, ah şimdi gençler ne gördü ki…” diye anlatan anneannem…

Ermeniler için Paskalya öncesindeki Perşembe günü de çok özeldir, yas günüdür. Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği, Meryem’in gözyaşlarının sel olduğu günün anısını mercimek yemeği yenir. Sonrasında yavaş yavaş yumurta boyamaya başlanır evlerde. Eskiden soğan kabuğu, sonraki yıllarda gıda boyası ile sadece kırmızı boyanan yumurtaların yerine şimdi rengârenk boyanıyor yumurtalar. Kırmızı İsa’nın dökülen kanının, yumurta ise dünyayı, dolayısı ile İsa’nın çarmıha gerilemesi ile kurtardığı insanlığı ve yeniden doğuşu simgeliyor.

Cumartesi akşam yemeği ile başlar bayram. Balık yenir, mutlaka. Şarap içilir. Balık ile rakı sevenler, rakı içse de olur. Mezeler yapılır. Paskalyada deniz ürünleri Ermeni sofralarını süsler, İstanbul Ermenileri midye dolmasını de eksik etmez sofralardan. Unutulan tatlar da yok değil, kaç kişi artık uskumru dolması yapıyor mesela…

Çörek kokusu ile geliyorum diyen bayram, pişen balığının kokusuyla buradayım der. Yumurta savaşları yapılır, kimin yumurtası kırılmaz ise, bu yıl onun için başarılı olacak demektir. Çocuklar hep mızıkçılık yapar, patırtılar kopar.

Paskalya çöreği sadece bayram günü yenmez, bayram sonrası da devam edilir çörekli sofralara.

Ben en çok fırından çıktıktan sonra, az dinlenmiş, ılık, yumuşacık, henüz kendine gelmemiş, mahmur ve taze halini severim çöreğin. İleriki günlerde de burun kıvırmam fakat! Eski kaşara benzeyen sert ve gırtlağı yakan bir peynirle ve çayla, ya da sert ve şekersiz bir kahveyle tadını çıkarırım… Bayatlamaya yüz tutunca, tost makinesinde ısıtırım. İlk fırından çıktığı, haline benzesin isterim. Benzemez ama andırır, zaten bu versiyon artık vedalaşma zamanı geliyor demektir çörekle…

Mutfak ve hafıza arasındaki bağ oldukça önemli ve kuvvetli. Konu Ermeni mutfağı olduğunda hatta bazen göz yaşartacak kadar duygusal. Müslümanlaştırılan Ermenilere dair sözlü tarih ve anı kitaplarında karşımıza çıkan bazı bölümlerde, 1915 Soykırımı ardından ailesi yok edilen, ismi değiştirilen, benliği tahrip edilen ve köklerini bir sır gibi saklamak zorunda kalmış kadınların torunlarına mutfakta iz bırakma çabalarını görüyoruz. Baharda çörek pişirmek gibi…

Pişirilen çöreğin neden yılın o zamanı pişirildiğine dair hiçbir söz etmeden, yoğrulan ve afiyetle yenen bu çörek aslında o kadınların gerçek, tarih ve kimlik konusunda çocuklarına, torunlarına bıraktıkları bir ipucu…

O izleri takip edenler, köklerini bulmakta ısrarlı olanlar mutfağın önemini ve simgelediklerini gerçekten anlayanlar aslında. Aradıklarını bulduklarında ise içlerine taş gibi oturan şey; tüm korkulara ve çerezliğe rağmen kendilerine bu işareti bırakmayı akıl etmiş büyüklerinin cesareti.

© Ahval Türkçe

Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Ahval’in yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir


Ahval News

Yorumlar kapatıldı.