İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Vahdettin ve Damat Ferit’in İngiliz severliği: Kaymakam Kemal Beyin idamı

***HyeTert, bu kaynağın ve/veya içeriğin yanlış ve/veya yanıltıcı bilgiler ve/veya soykırım inkarcılığı, ırkçılık, ayrımcılık ya da nefret suçu içerdiği/yaydığı kanısındadır. Metni paylaşmadan önce bu uyarıları göz önüne alarak, içeriği ve/veya kaynağı güvenilir kaynaklardan kontrol ediniz.***
PROF. DR. TURGUT TURHAN (DAÜ)

Tek bir cümleyle söyleyecek olursak emperyalizmin yapısı ve işleyişi her zaman aynı kalmıştır. Değişen tek şey emperyalist bir güç olarak tarih sahnesine çıkan “yeni devletin ismi” dir. Nitekim emperyalist devletler, her zaman, milyonlarca insanı, kendi çıkarları için hakimiyetleri altına alarak, Nietzche’nin “insanın etik ve ahlakı, diğer insanları hakimiyet altına almalarına göre değişir” sözünün ne kadar doğru olduğunu gözler önüne sermişlerdir. Bu bağlamda, 20. yüzyılın ilk yarısında dünyanın en önde gelen emperyalist devleti olan İngiltere, Nietche’nin bu sözünü noktasına ve virgülüne kadar doğrulamış bir devlettir. İsmet Paşa da, İngilizler için söylediği “Büyük devletlerle dostluk, at ile yatağa girmektir!” sözünü boşuna söylememiştir.

Belirtmek gerekir ki, İngiliz emperyalizminden ciddi anlamda zarar gören en önemli ülke Osmanlı İmparatorluğu ve Türk halkı olmuştur. 20. Yüzyılın ilk yarısında Türkiye’nin başına gelen bütün belaların kökü İngiltere ve belâ olmakta rakip tanımayan İngiliz politikacılardır. Hangi birini sayalım ki? Yunanlıların Anadolu’ya taşınarak Anadolu’nun işgal edilmesinden tutun, Kürt isyanlarına, Ermeni sorunundan tutun Çanakkale savaşlarına kadar tarihimizde yaşanan birçok acı olayın arkasında İngiltere vardır. Nitekim her sene Türkiye’nin önüne getirilen “Ermeni tehciri” ve soykırım iddiası da temelinde İngilizlerin başımıza açtığı çok önemli ve etkileri günümüze kadar sürmüş olan bir belâdır. Tabii ki bu belanın başımıza gelmesinde Vahdettin ve damadı Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın da vebali büyüktür.

Şöyle ki, Almanya gibi Orta Doğu petrollerine yaklaşmak isteyen İngiltere, daha 1880’li yılların sonunda Anadolu’yu işgal etmeyi düşünmeye başlamıştır. Bu nedenle, olası bir işgalde Osmanlı ordusunu arkadan vurabilecek en önemli etnik güç olarak Ermenileri gören İngilizler, Ermenilerin 1894 yılında başlayan ve belli aralıklarla devam eden örgütlenme ve ayaklanma girişimlerini hep desteklemiştir. İşte “tehcir” denilen olay da İngilizlerin kışkırtması ve desteklemesi ile Osmanlı Ordularını arkadan vuran Ermenilerin, orduyu vurdukları yerden uzaklaştırılmasını, sürülmesini ifade etmektedir.

Suçlamalar

13 Kasım 1918’de İstanbul’a ayak basan İngilizlerin Padişah Vahdettin ve sadrazamından iki temel isteği olmuştur. Bunlar, İttihat ve Terakki üyeleri ile Almanlara yakın olanların ayıklanarak etkisizleştirilmesi ve Ermeni tehcirine herhangi bir şekilde karışmış bulunanların yargılanarak şiddetle cezalandırılmalıdır. İngilizlerin bu isteklerini kabul etmek, kendi ifadesiyle “İngiliz milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duyan ve “umudunu tanrıya ve İngilizlere bağlayan” Vahdettin ile sadrazamı Damat Ferit Paşa için hiç de zor olmamıştır. Nitekim Vahdettin, 23 Kasım’da İngiliz Gazetesi “TheTimes”a” verdiği beyanatta, “Ermeniler hakkında icra edilen muameleyi büyük bir teessür ile öğrendiğini ve bu gibi fenalıkların ve insanların öldürülmesinin kalbini çok kırdığını ve bu vakalara sebep olanların son derece şiddetle cezalandırılmaları için derhal soruşturma açılması emrini verdiğini ve vereceğini” açıklamak suretiyle, İngilizlerden gelecek her türlü tehcir suçlamasını da kabul edeceğini peşinen kabul etmiştir.

Sadece tahtını korumayı düşünen Vahdettin’in İngilizlere yaranmak için verdiği bu tavizi, üyelerinin yarısı azınlıklar arasından seçilen ve bu nedenle bünyesinde Ermenilerin de bulunduğu (!) “Tehcir tahkikat komisyonları” nın kurulması izlemiştir. İngiltere’yi arkalarına alan bu Ermeni üyelerin yaptıkları asılsız ihbarlar sayesinde, sayıları 1397’yi bulan aydın, gazeteci, yazar, öğretmen, vali, kaymakam, milletvekili ve hatta paşalar da dahil olmak üzere çok sayıda ordu mensubu, “ tehcire katıldıkları ve Ermenilerin ölümüne sebebiyet verdikleri” suçlamasıyla göz altına alınmış ve o dönemin meşhur hapishanesi olan “Bekir Ağa Bölüğü”ne kapatılmıştır. İşte İngilizlerle, “İngiliz sever” Vahdettin ve ekibinin yaptığı bu işbirliği ile başlayan bu insan avı sayesinde, tehcire katılanlar arasında bulunanlardan birisi de Boğazlayan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili olan Kemal Bey’dir.

Bir tarih mahkemesi…

Tehcir sırasında, Ermenilerin öldürülmesine sebep olduğu iddiasıyla daha önce yargılanmış ve beraat etmiş bulunan Kemal Bey’in aynı suçtan ikinci defa yargılanmasına(!), Vahdettin’in tercihi ile kurulan İstanbul “Divan-ı Örfi Harbi”sinde Şubat 1919’da başlanmıştır. Kemal Bey hakkında ileri sürülen suçlama, “Boğazlayan köylerinde, bilerek ve isteyerek Ermenilerin ölümüne sebebiyet vermiş olması” dır. Ama Kemal Bey,” Düne kadar hâkimler heyeti olan sizler, şu dakikalarda bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz!” cümlesiyle başladığı savunmasında, bu iddiaların hepsinin birer iftira ve uydurma olduğunu ve bu iddiaların ispatlanamayacağını, zira bu filleri işlemediğini, sadece ve sadece İçişleri Bakanlığının emrini yerine getirdiğini” dile getirmiştir. Bu konuşmasının üstüne mahkeme başkanı Mahmut Hayret Paşa, “Mahkeme hükmünü hiçbir etki altında kalmaksızın vicdani kanaatine göre verecektir diyerek Kemal Bey’e teminat vermiştir. Nitekim Kemal Bey’in dediği olmuş ve mahkeme bu iddiaları ispatlayamamıştır. Başkanın verdiği teminat ve mahkemenin iddiaları ispatlayamaması üzerine, Vahdettin’in damadı Sadrazam “Damat Ferit Paşa (İngiliz Ferit)”, daha fazla dayanamamış ve adil karar vermekte direnmeye çalışan mahkeme başkanı Hayret Paşa’yı görevden alarak, yerine, nasıl bir insan olduğu lakabından bile anlaşılan, İttihatçı düşmanı “Nemrut Mustafa Paşa (Kürt Mustafa Paşa)”yı mahkemenin başkanlığına getirmiştir.

“Nemrut Mustafa Paşa’nın mahkeme başkanlığına getirilmesinden sonra, mahkeme tam bir İngiliz-Ermeni gösterisine dönüşmüştür. Nemrut Paşa, “İngiliz Muhipler (sevenler) Cemiyeti”nin başkanı ünlü hain ve casus Sait Molla’yı mahkemenin sorgu hakimliğine getirmiştir.Öte yandan, iddiasını ispatlayamayan mahkeme, bir yandan Patrikhane, diğer yandan da Ermeni derneklerinin gazetelere ilân vererek bulduğu yalancı şahitlerle yargılamayı sürdürmeye devam etmiştir. O günleri anılarında anlatan ve kendisi de bu mahkemelerce sorgulanan rahmetli Celâl Bayar’ın, bu mahkemeleri, “her cemaate mensup sorgu hakimlerinin sanki bir yerden emir almışçasına aynı suçlamayı yapan ve suçlamalarla ilgili hiçbir belge göstermeyen mahkemeler” olarak nitelendirmesi, zavallı Kemal Bey’i yargılayan mahkemenin ne kadar adil olduğunu(!) göstermektedir. Savcısı bir Rum, üyelerinden birisi Arnavut, diğer bir üyesi de Ermeni olan bu mahkemeden nasıl bir adalet beklenebilirdi ki? Nitekim Nemrut Paşa’nın yargılama sırasında “ On binlerce zavallıyı, kadın çocuk demeden, bu Allah’ın kışında soğukta dağ başlarında yürütmek sanki süngülemekten daha mı iyidir? Şeklindeki sorusu da yapılan yargılamanın daha baştan İngilizlerle ortak olarak verilen idam kararına gerekçe bulmaya yönelik olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir.

Darağacına çıktığı gün

henüz 35 yaşındaydı…

Yargılamanın adil olmadığı ve Kemal Bey’in bir memur olarak Vahdettin ve ekibinin İngilizlerin baskısı ile getirdikleri tehcir kararını uygulamaktan başka bir şey yapmadığını ama yine “İngilizlerin Ermenilerin ve Damat Ferit’in baskısı” ile “ tehcirin sorumlusu, idarecisi ve tertipçisi” olarak kurban seçildiği o kadar açıktır ki, Vahdettin’in eli bile 8 Nisan’da verilen idam kararını imzalamaya gitmemiş ve Şeyhülislâm’dan fetva istemiştir. Şeyhülislâm Sabri Efendi, “Kemal Bey hakkında istenen fetva itfa değil, kaza olur; benimse kazaya salâhiyetim yoktur” demek suretiyle ilk önce fetva vermeyi reddetmiş, ancak Damat Ferit’in baskısıyla fetvayı vermeye mecbur kalmıştır. Mahkemenin verdiği karar, 10 Nisan 1919 tarihinde akşamüstü Beyazıt Meydanında infaz edilmiştir. Darağacına çıktığı gün henüz 35 yaşında olan Kemal Bey, son sözleri olarak “sadece aldığı emirleri yerine getirdiğini, vazifesini yaptığını, vicdanen rahat ve kendinden emin olduğunu söyledikten sonra “Ben masumum… Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna deniyorsa, kahrolsun adalet” diye haykırmıştır.

Bu haksız idamın en acıklı tarafı ise, infazdan haberi olmayan ve oğluna yemek götürmekte olan Kemal Bey’in babası Arif Bey’in tesadüfen Beyazıt Meydanı’ndan geçerken infaza rastlaması ve idamdan hemen sonra darağacında asılı bulunan oğlunun cesedi ile karşılaşmasıdır. Baba üzüntüden intihar edecek bir silâh ararken, “Türklere ibret olsun diye idamlara yüksek rütbeli memurlardan başlanmalıdır!” diyen İngilizlerin yüzü gülüyor , “Vahdettin ile Damat Ferit’in güvenilir bir dost olduğunu” söylüyorlar ve “Osmanlıda da tarafsız mahkemeler varmış!” diyebiliyorlardı. Kemal Bey, yazılı vasiyetine göre, daha önce ölmüş bulunan oğlunun Kadıköy’deki mezarının yanına defnedildi. TBMM ise, 1922 yılında çıkardığı özel bir kanunla Kemal Bey’i “ulusal bir şehit “ olarak kabul etti ve eşi ile çocuklarına maaş bağladı. İki gün sonra 101. ölüm yıldönümü bu şanssız insanın. Allah gani gani rahmet eylesin.


https://www.kibrisgazetesi.com/vahdettin-ve-damat-feritin-ingiliz-severligi-kaymakam-kemal-beyin-idami-makale,10998.html

Yorumlar kapatıldı.