İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Günde 16 bin kişinin öldüğü salgını nasıl atlattı

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***
İstanbul 1500 yıl önce günde 16 bin kişinin öldüğü salgını nasıl atlattı
Yusuf Yavuz
Türkiye koronavirüs krizinden önemli dersler çıkarıp çevre, ormancılık ve tarım politikalarını radikal biçimde değiştirmelidir. Küresel iklim krizinin koronavirüs gibi başka belaları da dünyanın başına saracağı konusunda yapılan uyarılar bu konuda kaybedecek zamanımızın olmadığını gösteriyor. Yıkarak abat olunmadığını koronavirüs bir kez daha anımsattı. Henüz zaman varken, kuşu tabakta, balığı ızgarada, ağacı şöminede gören anlayışla tamamen vedalaşıp gidecek başka bir coğrafyamızın olmadığı gerçeğiyle yüzleşme ve hızla gereğini yapma zamanı. Yıkımın değil, yaşamın yanında olmak için hala zaman var…
Bir toplumun en büyük avantajının sahip olduğu coğrafya ve biyolojik zenginliği olduğunu bir kez daha test ederek öğreniyoruz. Aslında bu bilgiyi böylesi acı deneyimlerle pekiştirmek yerine yıllardır söylenenleri dikkate alarak benzersiz zenginliğe dört elle sarılmalıydık.
Dünyanın en önemli teknoloji devleri bir virüs karşısında diz çöktü, hayat durdu ve Roma’nın şatafatını yaşamayı sürdüren toplumlar birkaç günde eve kapandı. İtalya’dan başlayarak tüm Avrupa adeta toplumsal bir felç yaşıyor. Sokaklar, sosyal mekânlar, AVM’ler ve ibadethaneler boşaldı.
KORONAVİRÜS ZAR ATMADAN İLERLİYOR
Türkiye’de de durum hızla bu tabloya doğru ilerliyor. En yetkili isimlerin açıklamalarına bakılırsa virüsün tüm ülkelerde “zar atmadan” ilerlediği, matematiksel bir düzlemde yayıldığı görülüyor. Bu yazının kaleme alındığı sırada Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın açıklamasına göre Türkiye’de koronavürüsten ikinci ölüm gerçekleşti ve vaka sayısı 191’e yükseldi. Bu manzara elbette ürkütücü ancak bundan daha ürkütücü olan son çeyrek yüzyılda tüm dünyaya dayatılan ve istisnasız dünyanın hemen her yerinde kabul gören tek tip bir yaşama biçiminin toplumların yaşamlarını ve özgürlük alanlarını ele geçirdiği gerçeğidir.
YAŞAMIN ELE GEÇİRİLİŞİNİN ÇARESİZLİĞİ
Eğlence mekânlarının kapanmasıyla eğlenmenin, ibadethanelerin kapanmasıyla inancın gereğinin yerine getirilemediği bir yaşam kurgulanmıştı ve bu kurgu toplumun hemen her kesiminde kendi meşrebine göre kolayca satın alınmıştı. Marketler bir hafta kapalı kalırsa aç kalacağından korkan milyonlar, birkaç paket makarnayla teslim alınabileceklerini gösterdiler. Yaşamın nabzının yeryüzünün tamamında attığı bir dünyaya doğan insan, bugün tüm yaşamının ele geçirilişi karşısında çaresiz.
ÇİMENİN ÇİMENTOYA, OTUN ÇELİĞE YENİLDİĞİ BİR DÖNEMİN BEDELİ
Ulu bir çınar ağacının altında ya da sakin akan bir derenin kenarında ibadet edebilmeyi, bir orman yolunda türkü söyleyerek gönlünü eğlemeyi, sakınarak uzandığı bir daldan meyve koparıp karnını doyurmayı unuttuğunda başlayan bir yolun sonunda katlanmak zorunda kaldığı bedel bu. Toprağın ve çiçeğin kokusunun giderek yitirildiği, çimenin çimentoya, otun çeliğe, ağacın plastiğe, derenin kanala yenilmesinin sağlandığı bir dönemin bedeli. İnsanın bağımsız ayakta kalabilmesinin en önemli koşullarından biri olan tohumun patentlenip kısırlaştırıldığı bir dönemin bedeli.
ROMA’YI ANADOLU VE AKDENİZ COĞRAFYASI BESLİYORDU
Anadolu toprakları ve genel olarak Akdeniz coğrafyası binlerce yıldır yeryüzünün en önemli yaşam alanlarını barındırdı. Onlarca uygarlığın kurulup beslenmesine ev sahipliği yaptı. Bunun en önemli nedeni sahip olduğu biyolojik zenginliğe dayalı yaşam olanaklarıydı. Likya Pisidya dağlarının ormanları, Kilikya ve Ege’nin zeytin ağaçları, Galatia’nın, Lykonia bozkırlarının koyunları Roma kentlerinin ihtiyacını karşılıyordu. Zeytinyağı bugünkü petrol kadar önemli ve değerliydi. Mısır’dan buğday gelmese Konstantinapolis aç kalabilirdi. İlerleyen dönemlerde adına ‘Levant’ denilen ve yüzlerce yıl Avrupalılar tarafından sömürülen Akdeniz’in doğusu Helenlerden Roma’ya, Sasanilerden Osmanlılara birçok imparatorluğun; insandan (kölecilik) kumaşa, gıdadan baharata, önemli tedarik alanıydı.
542’DE BİZANS’I VE KONSTANTİNAPOLİS’İ VURAN VEBA
İnsanlık tarihinde salgınların yarattığı korkunç kayıplar tarihin hafızasında kayıtlı. M.S. 6. Yüzyılda başkent Konstantinapolis (İstanbul) dâhil Bizans İmparatorluğu topraklarını kırıp geçiren veba salgınına, İmparator Jüstinyanus’un adı verilmişti. 542 yılının ilk yarısında ortaya çıkan veba salgının Mısır’dan Avrupa’ya kadar yaklaşık 100 milyon insanın ölümüne yol açtığı tahmin ediliyor. Dönemin kaynakları, veba salgınının Mısır’ın liman kenti Pelusium’dan geldiğini aktarıyor. Lenf bezlerinde ve kasıklarda virüslü çıbanların oluşmasına neden olan veba salgını hakkında, dönemin Bizans tarihini yazan Stephen Mitchell şunları aktarıyor:

* St. Sabestian takma adıyla da bilinen Hollandalı ressam Josse Lieferinxe’in Jüstinianus döneminde vebadan etkilenen bir mezar kazıcısının hayatı için İmparatorun İsa’ya yalvarması (15. Yüzyıl sonları)
“BİR GÜNLÜK ÖLÜM SAYISI 16 BİNE ÇIKIYOR”
“Vebaya yol açan septisemi virüsü olağanüstü bir şekilde çok tehlikeliydi ve nedenini tespit edemedilerse de çağdaş tanıkların gözlemlediği gibi çoğunlukla saatler içinde ölüme yol açıyordu. Başkentte (İstanbul) ölüm oranı, hızla günlük 5 binden 10 bine tırmanıyordu. Efesli Ioannes, bir günlük ölüm sayısının 16 bine çıktığını haber veriyor ve resmi ölü sayısının toplamda 230 bine ulaştığını gözlemliyordu. Jüstinyanus, askerlere ve kıdemli bir bürokrata defin dehşetine lojistik yardım sorumluluğunu alma emrini verdi. Haliç’in karşısındaki Sycae (Galata) surlarının kuleleri ölüm çukurlarına dönüştürüldü ve çürüyen ceset kokuları geri tepip kent üzerine yayılıyordu…
‘SALGIN ÖNCE LİMAN KENTLERİNİ VURUYORDU’
Procopius ve Evagrius (dönemin tarihçileri), 543’e kadar devam eden ilk salgın patlamasının bütün dünyayı kapladığına işaret etmektedirler. Salgın ilk başta gemiyle taşınıyor ve iç bölgelere yayılmadan önce liman kentlerini vuruyordu. Veba girdabına İskenderiye Konstantinapolis’ten (İstanbul) önce yakalandı. Filistin’in güneyindeki Nessana’da bulunan yazıtlar, 541 Ekim ve Kasım’ına tarihlenen ve şüphesiz vebadan kaynaklanan erken ölümleri kaydetmektedirler. 542 yılındaki ilk veba patlamasında daha 6 yaşındaki bir çocuk olan Evagrius, salgının Antakya’daki kendi ailesine etkisini kaydediyordu: ‘…bu büyük felaketin başlangıcında, daha ilk öğretmenime giderken hıyarcık denilen hastalığa yakalandım. Fakat bu felaketin takip eden değişik nöbetlerinde çocuklarımı, karımı ve diğer akrabalarımı, hizmetçilerimi ve mülklerimizde yaşayan çok sayıda insanı kaybettim. Şimdi indiktion (15 yıllık zaman dilimi) dönemleri benim için felaketleri taksim ediyor gibiydi. Böylece hayatımın 58’inci yılında ben bunları yazarken, daha iki yıldan kısa bir zaman önce bu felaket Antakya’yı dördüncü kez vuruyordu.’

* Veba salgınlar pek çok gravür, resim ve edebiyat yapıtına konu oldu
KARA ÖLÜM NÜFUSUN ÜÇTE BİRİNİ YOK ETTİ
Veba, devletin hala bağımlı olduğu ekonomik kaynakları daha ağır biçimde engellerken, soyluların hâkimiyetlerinin ekonomik temellerini sarstı. Nüfusunun üçte birini kara ölüm ile kaybeden Avrupa, bir yüz yıl içerisinde nasıl eski nüfusa ulaştıysa, Jüstinyanus dönemi vebasının etkileri de 6. Yüzyıl sonuna kadar azaltılabilir veya ortadan kaldırılabilirdi. Bazı kentler ve kırsal alanlar diğerlerinden daha ciddi etkilenmişlerdi. Hiç şüphesiz daha uzakta ve denize geçişi olmayan alanlar, yoğun nüfuslu kıyı bölgelerinden daha az etkilendi ve ölüm oranı Konstantinapolis, Antakya ve İskenderiye gibi yoğun ana kentlerde daha fazlaydı. Anadolu’nun ortasındaki kırsal Galatia (Ankara ve çevresi) bölgesinde 542’deki vebanın görüldüğünü kesin olarak bilmemize rağmen, 6. Yüzyılın sonunda çok sayıda gelişen köy yerleşimlerinin varlığı not edilmeye değerdir.” (1)
14. YÜZYILDA YAŞANAN SALGIN YAKLAŞIK 200 MİLYON CAN ALDI
14. Yüzyılın ortalarında, 1347-1351 arasında yaşanan bir başka büyük veba salgını ise Güney Asya’dan başlayarak Anadolu’ya ve Avrupa’ya ulaşmıştı. Bu büyük veba salgınında 75 ila 200 milyon arasında insanın öldüğü tahmin ediliyor. Vebadan koleraya Osmanlı döneminde yaşanan salgın hastalıklar büyük yıkımlar yaratmıştı. Bu yüzden Cumhuriyet’in ilk yılları salgın hastalıklarla mücadele ile geçti. Anadolu toprağının hafızasına kulak verdiğinizde, onca büyük salgın, kıtlık ve savaşların ardından yeniden yaşama sarılan insanların en büyük dayanağının tohum, toprak ve su olduğunu anlatır.
ANADOLU HEP ÜRETEREK AYAKTA KALDI
Yemen’den, Galiçya’dan, Çanakkale’den, Rusya’dan ağır savaşlardan ve esaretlerden atalarının toprağına dönebilen insanların sığındığı coğrafyadaki tek umudu bir avuç tohum, bir evlek toprak ve ince akışlı bir dereydi. Yağmurla buğday, keçi gübresiyle sebze yetiştiren Anadolu köylüsü Hititlerden Bizans’a, Selçuklu’dan Beyliklere kendi kendine yetebilen bir üretim biçimine tutunarak her koşulda ayakta ve hayatta kalmayı sürdürdü.
İBN BATTUTA’YI ŞAŞIRTAN BOLLUK VE UCUZLUK
14. Yüzyılın ilk yarısında Alanya’dan Sinop’a Anadolu’yu ziyaret eden ünlü seyyah İbn Battuta, ünlü seyahatnamesinde Kastamonu’da gıda fiyatlarının ucuzluğunu da anlatır: “Burası da en büyük ve güzel şehirlerden biridir. Orada hayat şartları da yaşamaya elverişlidir… Bu beldede kırk gün kaldık. İki dirheme bir koyunun yarısını, iki dirheme de ekmek satın alıyordum. Bunlar bize bir gün yetiyordu. On kişi idik. İki dirhemlik bal helvasıyla hepimiz doyuyorduk. Bir dirhemlik ceviz, bir dirhemlik de kestane alıyorduk. Bundan hepimiz yediğimiz halde geriye de bir miktar kalıyordu. Kışın en şiddetli zamanında bir yük odunu bir dirheme satın almak mümkün idi. Bu kadar ucuz bir şehir görmedim…” (2)
ZOR GÜNLERDE GENETİK MİRASINA YASLANAN BİR ÜLKE
Anadolu Selçuklu devletinin dağılıp beyliklerin ayakta kalma çabası verdiği ve Moğol baskısının ağır biçimde hissedildiği bir dönemde her türlü zorluğa karşın üreten bir coğrafyada gıdanın bu kadar ucuza temin edilebilmesi, İbn Battuta’yı bile şaşırtması önemli bir göstergedir. Nüfusun yüzde 75’inin kırsalda yaşadığı erken Cumhuriyet döneminden itibaren birkaç kuşak varlığını bu üretime borçluydu. Darbeler, siyasi krizler ve ambargolara rağmen toprağa ve üretime sarılan Türkiye, sahip olduğu coğrafyanın sağladığı genetik miras sayesinde zor günlerde ayakta kalmayı bildi.
ÜRETİMDE DIŞA BAĞIMLI OLMAMAK NEDEN ÖNEMLİ
Bugün koronavirüsle mücadele eden Türkiye’nin tarımsal üretimde neden dışa bağımlı bir ülke olmaması gerektiği bir kez daha ve acı biçimde anımsandı. Örneğin, koronavirüs yüzünden İran sınırı kapanınca, kayıt dışı yoldan ülkeye sokulan ucuz İran sarımsağı da pazarlardan çekildi ve bir ay önce 25-30 liraya kadar gerileyen sarımsak yeniden 60 lirayı görmeye başladı. Tarımda günü kurtarmaya yönelik politikalarla ithalat kolaycılığına yönelen iktidarın üretime verdiği desteğin, yalnızca üreticinin kullandığı mazotla geri alındığı bir kısır döngünün içinde bocalayan çiftçiler tarlasına küstürüldü.
TARIM ÇEVRE VE ORMAN POLİTİKASINDA RADİKAL DEĞİŞİKLİK GEREK
Buğday ithal edip makarna ihraç etmenin başarı olarak görüldüğü tarım politikası, orman ağacını kesip yerine ıhlamur dikmenin ormancılık sayıldığı orman politikası, nehirlere beton döküp kanal inşa etmenin çevrecilik olarak görüldüğü çevre politikası iflas etti. Bir zamanlar yıllarca süren kriz dönemlerinde coğrafyasına yaslanıp üreterek ayakta kalan bir ülke, koronavirüs kriziyle bir paket makarnanın derdine düştü.
YIKIMIN DEĞİL YAŞAMIN YANINDA OLMAK İÇİN HALA ZAMAN VAR
Türkiye koronavirüs krizinden önemli dersler çıkarıp çevre, ormancılık ve tarım politikalarını radikal biçimde değiştirmelidir. Küresel iklim krizinin koronavirüs gibi başka belaları da dünyanın başına saracağı konusunda yapılan uyarılar bu konuda kaybedecek zamanımızın olmadığını gösteriyor. Yıkarak abat olunmadığını koronavirüs bir kez daha anımsattı. Henüz zaman varken, kuşu tabakta, balığı ızgarada, ağacı şöminede gören anlayışla tamamen vedalaşıp gidecek başka bir coğrafyamızın olmadığı gerçeğiyle yüzleşme ve hızla gereğini yapma zamanı. Yıkımın değil, yaşamın yanında olmak için hala zaman var…
***
Kaynaklar:
(1): Stephan Mitchell, (Geç Roma İmparatorluğu Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları-2016)
(2): İbn Battuta Seyahatnamesi, (Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2015)
Yusuf Yavuz
Odatv.com


OdaTv

Yorumlar kapatıldı.