İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Luther‘in öncüleri

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***
Luther‘in öncüleri

Luther’in Reform çıkışına gelene kadar, Ortaçağ boyunca kilisedeki yozlaşmayı dile getiren, Ockhamlı William, Aziz Francesco, Pierre Valdo, Erasmus gibi Reformcu din adamları yanında; Reform sürecinin gelişiminde, özellikle John Wycliffe ve Jan Huss özel bir anmayı hak etmekteler.

Nazım Tural*-nturaltr@gmail.com

Ortaçağ, Avrupa feodal düzeninde Katolik Kilisesi özel bir yer tutmakta, büyük topraklara sahip olması yanında iyi örgütlenmiş hiyerarşisi ve hakim dini otorite olarak feodal dönemin en güçlü kurumu olarak genel kabul görmektedir. Kilise, bu kapsayıcı gücü ile, toplumsal yapıda yönlendirici kurum olarak görülmektedir.

16’ncı yüzyıl öncesi Reformcu düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olan Katolik Kilisesi’nin yapısı oldukça karmaşıktı. Yüzyıllar boyunca kilise, özellikle de Papalık makamı Batı Avrupa’nın siyasal yaşamıyla iç içe geçmişti. Kilisenin zaman içinde artan gücü ve zenginliği giderek yozlaşmasına yol açmıştı. 14’üncü yüzyıla gelindiğinde, Avrupa’da şehirleşme süreci, ekonomik yapılarda yaşanan değişim, Katolik öğretisine karşı eleştirel düşüncenin yavaş da olsa yayılması, kilisenin giderek toplumda tartışılan bir kurum olmasının yolunu açmıştı.

Luther’in Reform çıkışına gelene kadar, Ortaçağ boyunca kilisedeki yozlaşmayı dile getiren, Ockhamlı William, Aziz Francesco, Pierre Valdo, Erasmus gibi Reformcu din adamları yanında; Reform sürecinin gelişiminde, özellikle John Wycliffe ve Jan Huss özel bir anmayı hak etmekteler.

JOHN WYCLIFFE

John Wycliffe (1330–1384), Ortaçağ Avrupa’sında Papalığın içinde bulunduğu karmaşa döneminde fikirlerini açıkça ifade edebilmiş, İngiliz Hıristiyan filozof ve ilahiyatçısıdır. Uzun yıllar rahiplik görevinde bulunmuş, Katolik Kilisesi’ne yönelttiği ağır eleştirilerle Luther’den hem de iki yüzyıl önce Reform’un ilk habercisi olmuştur.

Katolik Kilisesi, 11’inci yüzyılda Avrupa’nın ilk üniversiteleri Bologna, Paris ve Cambridge’i kurmuş; 15’inci yüzyıla gelindiğinde ise, Avrupa’nın önde gelen ilk 30 üniversitesinin kuruluşunu tamamlamıştı. Bu üniversitelerde ilk yıllarda ağırlıklı olarak din bilimleri eğitimi verilse de, ilerleyen yıllarda, astronomi, tıp gibi pozitif bilimler alanında da çalışmalar başlatıldı.

Papalık gücünün zirvesinde olarak siyasal ve toplumsal hemen her alanı etkileme gücü sürse de, Wycliff’in dönemi olan 14’üncü yüzyılda, kilisenin ileri sürdüğü öğreti ve uygulamalar ilahiyatçılar tarafından tartışılmaya da başlamıştı.

Böyle bir sosyal yapı ve koşullar içinde Oxfordlu teoloji hocası Wycliff, öğreti ve görüşleriyle önemli yankı uyandırmış; “ideal ve ebedi gerçek bir kilise” düşüncesini ileri sürerek, var olan kilisenin bu önerdiği kiliseye uygunluğu ölçüsünde otorite sahibi olabileceğini söylemiştir. Wycliff, öğreti belirleme konusunda yalnızca İncil’in bir ölçü olabileceğini vurgulamış, Papa’nın otoritesini ve manastır yaşamını kabul etmemiştir.

Wycliffe’e göre, “Kilise, gerek dayattığı dinsel otorite ve gerek kendine tanıdığı ayrıcalıklarıyla en güçlü kurum görünümündedir. Oysa en büyük olan Tanrı’dır. Tanrı, dinsel düzenlemeye ait hak ve görevleri kiliseye emanet olarak vermiştir. Kilise görevlileri bu hak ve görevler açısından sadece icracıdır, yoksa kilisenin gerçek sahibi değildir. Dinsel otorite olan kilise, bu hak ve yetkileri kötüye kullandığı zaman, dünyevi otorite olan sivil idare tarafından bu imtiyazlarından mahrum edilebileceği gibi cezalandırılması da gerekmektedir.”

Wycliff, İncil’e göre kilisenin ne kadar yanlış yapılanma ve çelişkiler içinde olduğunu görerek, İsa’nın mütevazı yaşamı, tevazu ve yoksulluğunun aksine kilisenin servet ve yolsuzluklar içinde İncil’den uzaklaşmasını eleştirmekteydi. İncil’e göre, Papa’nın kilisenin başı olmasının yanlış olduğunu, kilisenin başının ancak Hz. İsa olabileceğini ileri sürmüştü.

Wycliffe, özellikle, kilisenin servet peşinde koşması, para karşılığı günah affetme gibi uygulamaları nedeniyle çok ağır eleştiriyordu. Wycliff, Tanrı ile iletişimin doğrudan kutsal kitap vasıtasıyla olabileceğini, kilise mensupları ve Papa’nın günah affetme yetkilerinin olamayacağını, din adamlarının Tanrı’nın aracısı olmadığını söylemekteydi.

Wycliffe, sadece kiliseden yakınan rahipler gibi dönemin eğitimli kişilerinin değil, halkın geniş bir kesimin de duygu ve düşüncelerini yansıtıyordu. Wycliffe’in yaydığı fikirler giderek İngiltere’deki Roma Katolik Kilisesi’ne karşı güçlü bir direniş ruhunun ortaya çıkmasına sebep oldu. Wycliffe, Luther’in Reform’un başlangıcı sayılan çıkışından yaklaşık iki yüz yıl önce, Reform’un temel taleplerini ortaya koymuştur.

Doğal olarak bu görüşleri nedeniyle Oxford’da ona verilen dini emirleri yerine getirmediği için üniversiteyle ters düştü. Wycliffe’in ilgi çektiği ve görüşlerini kabul ettirdiği gözle görülen bir gerçekti. Vatikan tarafından tehlikeli bir muhalif olarak kabul edildi. Sonunda, ölmeden iki yıl önce, Oxford’dan sürüldü.

Wyckliff’in görüşlerini benimseyen ve takipçisi olanlara “Lollardlar”’ deniliyordu. Wycliffe’in görüşlerini benimseyenler ve öğrencisi olan rahiplerden oluşan Lollardlar, Wycliffe’in görüşlerini ölümünden sonra da yayma çabası içinde olmuşlar, politik ortamın izin verdiği tüm alanlarda bu görüşlerin halkın geniş kesimlerine ulaşmasını sağlamışlardır.

Kilisede köklü bir değişimi savunan Wycliffe, kilisede Reform’un gerçekleşmesi için, aynı zamanda siyasi otorite olan krallığın toplum üzerindeki gücünün üstünlüğünü kabul etmesi gerektiğini savunmaktaydı. Onun gibi bir Reformcunun Papalığın mutlak otoritesini hedef alması, Papalık ile arasında güç mücadelesi içine olan siyasi iktidar tarafından özellikle benimsenmiş, bu yüzden görüşleri, açık veya kapalı biçimde desteklenmiştir. Siyasi iktidar Wycliffee’e toplum içinde kiliseye karşı önemli bir destek, bir tür koruma, güvence sağlamış, görüşlerini rahatça ifade etmesine yardımcı olmuştur. Çünkü Wycliffee’in kiliseye yönelttiği eleştiriler ve kilisenin siyasi irade olan krallığa tabi olması gerektiğini savunması, İngiltere Krallığı’nın ruhban sınıfına karşı sürdürdüğü siyasal tutumla aynı doğrultudaydı. Çünkü bu dönemde, İngiltere Krallığı da Papa’nın gücünü ve din adamlarının imtiyazlarını sınırlandırma ve ülke içinde vergi toplamalarını engelleme çabasındaydı.

Aslında Wycliffe çok önemli bir iş başarmıştı. Ancak, o dönemin koşulları, kitap hazırlamanın güçlüğü ve okuma bilenlerin sayısının azlığı görüşlerinin daha fazla kitlelere ulaşmasını engellemişti. Wycliffe, 1382’de İncil’in Latince metnini İngilizceye çevirdi. Böylece, İncil’in mesajlarını en azından okuma bilen halkın doğrudan öğrenme yolu açılmış oldu. Ancak, Wycliffe’in döneminde İncil’i toplu olarak çoğaltmak kolay olmadı, çünkü matbaa henüz bulunmamıştı ve İncil’in bir kopyasını el yazması olarak üretmek yaklaşık 10 ay sürmekteydi. Maliyeti de bu nedenle çok yüksekti. Çok pahalı olduğundan, İncil çoğu halde sayfalar halinde satılmakta veya günlük okumalar için verilmekteydi.

Wycliffee, ileri sürdüğü görüşleri ve Papalığa karşı eleştirileri nedeniyle, Papa VII. Gregory tarafından, 1377 yılında ağır biçimde kınanmış, görev yaptığı üniversiteden uzaklaştırılmıştır.

Wycliff’in öncülük ettiği görüşler, Avrupa’da o dönem var olan siyasi dengeler ve koşullar nedeniyle Avrupa bütününe yayılan bir Reform sürecini başlatmasa da, Katolik Kilisesi ve Papalığın uygulamalarına yönelik eleştirileri ve İncil çevirisi Reform’a zemin hazırlamıştır. Bu da Hıristiyanlığın dönüşüm sürecini ilk başlatan gelişme olmuştur. Wycliffe’in Reform’un düşünsel alt yapısını oluşturan görüşleri Reform yanlısı düşünürleri cesaretlendirmiş, ilham kaynağı olmuştur. Ayrıca, İncil’i İngilizceye çevirmesi, halkın kiliseye karşı bilinçli tepkiler ortaya koymasını kolaylaştırmıştır.

Wycliffee, Lollardlar’ın yanı sıra, Reform hareketi tarihinde öne çıkan; Bohemyalı Jan Huss ve Praglı Jerome’yi en fazla etkileyen düşünür olarak, Reform’un öncüsü unvanını kazanmış olmaktadır.

1384 yılında ölen Wycliffe, takipçisi Jan Huss’la birlikte Costanze Konsili tarafından 1415 yılında sapkın ilan edilmiş; kemiklerinin mezarından çıkarılarak yakılmasına karar verilmiş ve bu garip karar yerine getirilmiştir.

JAN HUSS

Bohemyalı Jan Huss (1370-1415), Prag Üniversitesi rektörlüğü yanında din bilimleri ve felsefe dersleri veren bir düşünür olarak, Oxfordlu düşünür John Wycliff’in görüşlerini benimsemiş

1402’den sonra eski Prag’da yer alan, Bethlehem Kilisesi’nde Çek dilinde vaazlar vermeye başladı ve dini ayinler sırasında Çek dilinde ilahiler söylenmesine öncülük etti.

Huss zamanın genel düşünce biçimine ve moda olmuş alışkanlıklara karşı çıkıyor; halkın değişik kesimlerine, özellikle de esnaf ve tacirlere İsa’nın görüşleriyle uyumlu, güçlü ve erdemli bir yaşam sürdürme üzerine vaazlar veriyordu. Huss, John Wycliffe gibi, eserlerinde ve söyleşilerinde kilisenin dünyevi mal varlığını, din adamlarının paraya doymazlığını ve kilise sisteminin çürümüşlüğünü anlatıyordu. Kilisenin köklü bir reformunu ileri süren Huss, dini konularda Papa’nın son karar merci olmasına karşı çıkarak, din alanında, otoritenin sadece kutsal kitap olduğunu ileri sürüyordu. Ayrıca, herkesin kendi ulusal dilinde ibadet etmesi anlayışını savunuyordu.

Huss’un eleştirilerinin toplumda giderek yayılması ve kendisine katılanların artması, kilisenin tepkilerine, kilise görevlerinden alınması ile sonuçlandı. Ancak, Huss Papalık ve piskoposluk kurumuna karşı söylem ve vaazlarını sürdürdüğü gibi Bohemya’da görüşleri giderek daha çok taraftar toplamaya başladı.

Kilise, reform taleplerinin önüne geçebilmek için, kilise öğretileri dışındaki bütün öğretiler yasaklandı. Huss’un Wycliff’e ait 200’den fazla el yazması kitabı yakıldı, hakkında Roma’da dava açıldı ve 1410’da aforoz edildi. Ayrıca, Huss’un Prag’dan sürülmesi kararı çıkarıldı ve Huss’un sürülmesi üzerine Prag’da sayıları oldukça yüksek olan taraftarları protestolar başlattı.

1414 ile 1418 arasında Konstanz’da toplanan Kilise Konsili’inde yargılanan ve yaptıklarının yanlış olduğunu ilan etmesi istenen Huss’un bu teklifi reddetmesi üzerine yakılarak öldürülmesine karar verildi ve Huss 1415’te kitaplarıyla birlikte yakıldı.

Geniş taraftar kitlesi tarafından ulusal kahraman olarak benimsenmiş olan Jan Huss’un yakılarak öldürülmesi, Hussitler olarak anılan taraftarlarının ayaklanması bir savaş başlattı ve bu savaş 1419’dan 1436’ya kadar sürdü. Huss’un destekçileri arasında daha radikal olarak bilinen kesim, en güçlü oldukları kent Tabor olduğu için Taboristler olarak anılmakta, kimsenin kral ve tebaa olmayacağı, tüm malların ortaklaşa paylaşılacağı bir Hıristiyan toplumu kurmayı amaçlamışlardı.

Jan Huss, Katolik Kilisesi’ne kendisinden yaklaşık yüzyıl sonra yaşayan Luther’den çok daha temel ve çok yönlü eleştiriler yöneltmişti. Yerleşik düzene karşı bu hareket, düzenin sahibi soylular ve kilisenin büyük tepkisini çekmişti. Uzun zaman alsa da, soyluların yönetimindeki ordu tarafından yapılan saldırılar sonucu Taboristler katledildi.

İnsanlık tarihinde, temel dönüşümleri sağlayan düşüncelerin zaman içinde gelişiminde gözlenen süreç, “Reform” düşüncesinin gelişim sürecinde de gözlenmektedir. Kısaca, Luther’e gelinceye kadar, birçok düşünür, ortaya koydukları eleştiriler ve görüşlerle, Reform sürecini başlatmış, Reform’un altyapısı hazırlamış oldular.

FAYDALANILAN KAYNAKLAR

-William A. Pelz, Modern Avrupa Halkları Tarihi, Çev. Nil Tuna, Kolektif Kitap, İstanbul, 2017.

-Jacques Le Goff, Ortaçağ’da Entelektüeller, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2017

-Merry E.Wiesner-Hanks, Erken Modern Dönemde Avrupa, Çev. Hamit Çalışkan, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019

-M. Ali Ağaoğulları, Levent Köker, Tanrı Devletinden Kral-Devlete, İmge Yayınları, Ankara, 2013

-Aladdin Şenel, Siyasal Düşünceler Tarihi, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2013.

–https://www.historytoday.com/archive/john-wycliffe-condemned-heretic

*Avukat

* Forum kategorimiz çok çeşitli türde içeriğe açıktır. Gazete Duvar’ın editoryal politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.


Gazete Duvar

Yorumlar kapatıldı.