İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ortadoğu’da her kale içten fethedilir

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

CEM ÜLKER

Artık ülke gündeminin temelini, “Suriye” meselesi oluşturuyor. Ve kolay kolay da halledilemeyecek gibi duruyor. Türkiye-Suriye ilişkilerinin uzak geçmişini, bugüne uyarlı farklı bir bakış açısı getirmenin faydasızlığı ortada. Bu durum başlangıçta “geçerli(!)” politik bir söylem olarak pek çok kez dillendirildi, ancak içinin ne kadar boş olduğunu ise zaman bize gösterdi. Kısacası hiçbir şey kazanmadan çok şey kaybettik. Ve sonu bilinmez bir yolda kaybetmeye devam ediyoruz. Hem geçmişin tarihi izleri hem de Osmanlı’nın dağılım sürecinde ve ardından gelen Hatay konusu başta olmak üzere yakın geçmişte yaşadıklarımız da yine bizlere gösteriyor ki “bu coğrafya medeniyetin olduğu kadar herkesi içine çeken ve kolayca altından kalkılamayacak bataklığın da ta kendisidir.” Ve yine tarihsel tecrübeler ile sabittir ki “Ortadoğu’da her kale içten fethedilir.” Bütün emperyal devletlerin istihbarat birimlerinin cirit attığı bölgede post modern düşük yoğunluklu bir savaşın icrası sürüyor. Türkiye, Rusya, ABD, İsrail ve İran’dan oluşan beşli sarmalın ve dahası Avrupa başta olmak üzere kuzeyden güneye, doğudan batıya ilgili ilgisiz tüm devletlerin gözünü bölgeye dikmiş olması bir güç savaşının resmini çiziyor.

Mevcut şudur; “Anlaşmalar ile bazı yabancı unsurların egemen ülkedeki varlığı şu anki kurallara ters düşmüyor. Hatta bunlar resmi düzenli güç ve hatta paralı askerler olabiliyorlar.” Geçmişte de bu ve buna benzer örneklere çok rastlıyoruz. Kavalalı İbrahim Osmanlıya isyan ettiğinde Kütahya önlerine gelip İstanbul’u ele geçirmesi an meselesi olduğunda Sultan II. Mahmud’un 1828-29’da iki yıl savaştıktan sonra Yunanistan’a bağımsızlığını kazandıran Rusya ile düşmanlığını unutup 1833’te devasa Rus donanmasını Beykoz’da misafir etmesini de aktarabiliriz. Hatay’dan ya da Antakya’dan söz etmeye başlayıp Firuz’u bilir misiniz diye sorsak? PHaçlı seferlerinde fethedilecek son kale Kudüs’tür ama oraya gelene kadar alınacak pek çok kale daha vardır. En kritik olanı ise Antakya Kalesi’dir. Takvimler 1097 yılını gösterdiğinde 600 bin kişiden oluşan Haçlı ordusu Kudüs öncesi Antakya surları önündedir. Haçlılar silahla yapamayacaklarını anladıklarında bir başka yöntemi devreye sokmuşlardır. Bu ihanet edecek birini bulmak ve böylece kaleyi içten fethetmek. Bunun için Antakya hakimi Yağı-Siyan’ın kumandanlarından Firuz biçilmiş kaftandır. Haçlı komutanlarından Bohemond, surlardaki üç kuleyi savunan Ermeni asıllı kumandan Firuz ile temasa geçmeyi başarmış ve Hristiyanlığı tekrar kabul etmesi karşılığında çok büyük vaadler sunmuştur. Firuz’un ihanetiyle Kudüs’e giden yolda son önemli kale kentlerden birini daha ele geçiren Haçlı ordusu 3 Haziran 1098 yılında 10 binden fazla Antakyalıyı vahşice öldürmüş ve kentte hiç Türk asıllı insan bırakmamıştı. Siyasi veya dini ihaneti bir ülke, bir bölge ile sınırlandırmak tabi ki olmaz. Tarihe baktığımızda sayısız ihanet hikayeleri olduğunu biliyor ve çok sıkça bu örnekler ile karşılaşıyoruz. Siyasi çıkarcılık ihanet politikalarını da meşru sayıyor.

Bundan 2000 yıl önce 30 gümüş dinara Yehuda’nın İsa’yı ele vermesi dinsel bir örneği temsil ederken, İskoç asillerinin efsanevi lider Wallace’ı aldatarak ölümüne neden olmaları bu açıdan konuya bakmamızı sağlıyor. 

Bunlar “ihanetin” coğrafyadaki varlığını da Firuz gibi tarihi kişilikler üzerinden bizlere anlatırken, dillerde yüzyıllardır söylenen şu sözü de her daim hatırlatıyor “Firuz gibi ihanet etti.” Kısacası Ortadoğu’da “Firuzlar” hiç bitmez…


https://www.birgun.net/haber/ortadogu-da-her-kale-icten-fethedilir-289984

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın