İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Davete icabetsizlik: Biz buradaydık!

Haymatlos Suad

Davete icabetsizlik: Biz buradaydık!

Nazım gözlerinin önünde yaşanan katliamlara ve bence bir şair açısından daha önemli olması gereken dil-kültür kırımına neden duyarsız, sessiz kalmıştır? Ağrı’da, Koçgiri’de, Zilan’da, Dersim’de katledilen hamile kadınlar, “yedi yaşında kızlar’’ Nazım’ın hiç mi uykusunu kaçırmamıştır?

‘’Hiroşima’da öleli

oluyor bir on yıl kadar.

Yedi yaşında bir kızım,

büyümez ölü çocuklar.’’ (1)

Nazım’ın bu dizeleri hem edebî olarak, hem de şair duyarlılığı açısından son derece etkileyici dizelerdir. Nazım, bu dizeleri 54 yaşında, Hiroşima’ya atom bombası atıldıktan 11 yıl sonra kaleme almış. Başka bir deyişle, Dersim katliamından tam 18 sene sonra…

Hiroşima’da katledilen çocuklara bu çarpıcı dizelerle duyarsız kalmayan şair, yanı başında gerçekleştirilen Dersim katliamına ilişkin neden tek bir dize yazmamıştır? Bu soru, Nazım’ı ve şiirini sorgulamaktan çok daha fazlasını içerir, bu toprakların yakın tarihi açısından. Dikkat ederseniz sadece Dersim katliamından söz ederek sordum soruyu. Çünkü Koçgiri’de, Ağrı’da Zilan’da katliamlar yaşanırken,

“Oğul; bakmaz isem ben sana

haram olsun Türklük bana

işte ana gidiyoruz

vatan için ölmeye

gidiyorum öleceğim

dönmeyeceğim geriye…“ (2) gibi Türklük şiirleri yazmakla meşguldü Nazım.

Ancak, -dile kolay- iki büyük dünya savaşına, o savaşların dünyada ve kendi ülkesinde yarattığı etkilere tanıklık etmiş, yeni kurulan Türk ulus devletinin ilk 40 yılında yaşanan sınıfsal, kültürel, ulusal sorunların yakıcılığını hem yaşamış hem de yakından şahitlik etmiş; birçok badireden geçmiş, vatandaşlıktan atılmış ve ömrü kemale ermiş Nazım gözlerinin önünde yaşanan katliamlara ve bence bir şair açısından daha önemli olması gereken dil-kültür kırımına neden duyarsız, sessiz kalmıştır? Ağrı’da, Koçgiri’de, Zilan’da, Dersim’de katledilen hamile kadınlar, “yedi yaşında kızlar’’ Nazım’ın hiç mi uykusunu kaçırmamıştır? İnsan merak ediyor… Şayet kaçtıysa uykuları, neden tek harfle olsun değinmedi bu mezalime?

Dersim’de de “büyümez (idi) ölü çocuklar’’ oysa. Kaldı ki Dersim’de yedi yaşındaki çocukları öldürenler, Nazım’ın mensup olmaktan gurur duyduğu ulusun eli silahlı insanları idi. Bu ona ayrıca “bi laf’”etme sorumluluğu yüklemez mi?

Nazım, dünyanın neresinde olursa olsun yaşanan haksızlıklara dair söz söylemiş, şiir dizmiş bir şair değil miydi?!

“Yarısı buradaysa kalbimin

yarısı Çin’dedir doktor!

Sarı nehre doğru akan ordunun içindedir

Sonra her şafak vakti doktor

Her şafak vakti kalbim

Yunanistan’da kurşuna diziliyor.’’ (3)

dizelerinde kalbini dünyanın dört bir yanına dağıtan şairimizin trene binse ertesi gün varacağı yerlerde inim inim inleyen insanlara kalbinde yer yoksa buna ırkçılık demek abartılı bir tanım mı olur? Riyakarlık demek de mi ağır olur? Belki de haksızlık ediyorumdur; sadece hipermetrop bir kalbi ve bilinci vardır bu “Dünya halkları ve işçileri ozanı’’nın!

Gelelim “Nazım bunları yazmak zorunda mıydı?’’ sorusuna. -Elbette değildi ve yazmadı da zaten. Hiç kimse hiçbir şeyi söylemek, yazmak zorunda değildir. Ancak “Ben Afrikalıyım’’ diyen bir şair, “ya Dersim hemşehrim?’’ sorusunu sorma hakkını vermiş olur size. Ayrıca bu sorunun muhatabı ben değil, Nazım’a “dünya halklarının ve işçi sınıfının büyük ozanı’’ diyenlerdir. Nazım böyle bir ozan ise eğer, katliamdan geçirilen Kürdler, Lazlar, Aleviler… hangi gezegende, hangi sınıfa mensuplardı?

Nazım’a bu tür eleştiriler yapıldığında, Nazım’ın zaman içinde düşünsel-ideolojik anlamda çok değişim yaşadığı ve gençlik yıllarında yazdığı şiirlerin öne çıkarılmasının haksızlık olduğu söylenir genelde. İlk bakışta haklı gibi görünen bu savunma doğru değildir. Değişim elbette kaçınılmazdır ve önemlidir. Bu yadsınamaz. Nazım ve şiirinin de bir değişim yaşadığı muhakkak ancak bahsi edilen değişim pek de ima edildiği gibi bir değişim değildir. Örneğin; Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katledilmesi üzerine 1923’te yazdığı ”28 Kanunisani” şiirinde

”Trabzon’da bir motor açılıyor

Sahilde kalabalık Motoru taşlıyorlar

Son perdeye bakıyorlar!

Burjuva, Kemal’in omzuna binmiş

Kumandan kâhyanın cebine inmiş

Kâhya adamlarının donuna

Uluyorlar: Hav…hav…hak tu!…” (4)

dizeleriyle M. Kemal’i çok sert eleştiren Nazım, aşağı yukarı yirmi yıl sonra Kuvayi Milliye Destanı’nda aynı Mustafa Kemal’i yere göğe sığdıramamıştır:

”…Sarışın bir kurda benziyordu.

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına kadar,

Eğildi, durdu.

Bıraksalar

İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak

ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe’den Afyon ovasına atlıyacaktı…” (5)

Aynı Nazım 1938’de Atatürk’ten af dilediği mektupta şunları yazar:

”…Senin eserine ve sana, aziz olan Türk dilinin inanmış bir şairiyim. Sırtıma yüklenen ve yükletilebilecek hapis yıllarını taşıyabilecek kadar sabırlı olabilirim. Büyük işlerin arasında seni bir Türk şairinin felaketi ile alakalandırmak istemezdim. Bağışla beni. Seni bir an kendimle meşgul ettimse, alnıma vurulmak istenen bu “inkılâp askerini isyana teşvik” damgasının ancak senin ellerinle silinebileceğine inandığımdandır. Başvurabileceğim en inkılâpçı baş sensin. Kemalizm’den ve senden adalet istiyorum.Türk inkılâbına ve senin başına and içerim ki suçsuzum.” (6)

Nazım’ın nasıl bir değişim geçirdiğini de böylece görmüş oluyoruz. Katliamlara tek bir şiirle itiraz etmeyen, dillerin, kültürlerin kırıma uğratılmasına tek bir dizeyle değinmeyen ve Kürd çocukları için tek bir heceyle bile ‘ah’ etmeyen Nazım’ın tutarlı, zikzaksız ve istikrarlı olduğu tek konu da bu sanırım. Söz konusu Dersim olunca Nazım aşağıdaki şiiri yazan ‘Genç Nazım’dan bir yürek ürpertisi kadar bile ileriye geçememiştir.

”İslâmın beklediği en şerefli gündür bu:

Rum Konstantaniyye’si, oldu Türk İstanbul’u!

Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi,

Türkün genç padişahı, bir gök yarılır gibi,

Girdi Eğrikapı’dan kır atının üstünde;

Fethetti İstanbul’u sekiz hafta üç günde,

O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah’ın!

Belde-i Tayyibe’yi fetheden padişahın,

Hak yerine getirdi en büyük niyazını:

Kıldı Ayasofya’da ikindi namazını!

İşte o günden beri Türkün malı İstanbul,

Başkasının olursa, yıkılmalı İstanbul!” (7)

“Aslolan Nazım’ın iyi bir şair olmasıdır, bu yönleri onun şairliğine gölge düşürmez” diyenler de az değildir. Bu konu uzun bir tartışma gerektirebilir, başlı başına bir yazıya konu edilebilir ancak şu kadarını söylemekle yetineyim: Örneğin, bu çağda bu topraklarda yaşayıp yanı başında gerçekleşen Roboski katliamı karşısında gözlerine ve diline mühür vuran birinin bırakın şairliğinden, canlı olma niteliğinden bile kuşku duyarım ben. Ne şiiri ciğerim!

Kaldı ki Nazım’ın sadece bir şair olmadığını söylemeye gerek yok sanırım. Nazım, TKP’nin ‘şiir kolları başkanı’ değildi…

Şunu da özelikle belirterek yazıyı toparlayayım; bu yazının amacı Nazım’a sitem etmek olmadığı gibi herhangi bir beklenti ve hayal kırıklığı da içermez. Bunu aklımdan bile geçirmem. ”Koskoca Nazım(!) nasıl olur da böyle duyarsız kalır?” gibi bir mızmızlanma ve dolaylı yüceltme şöyle dursun, olsa olsa çok abartılan ve hatta yer yer fetişize edilen bir ‘aydın’ üzerinden, filmi biraz başa sararak Türk aydının genel karakterini incelemek için küçük bir girizgah olabilir bu yazı.

Velhasıl, “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan

Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

bu memleket, bizim…’’ (8)

diyen Nazım, (çağdaşı olan birçok “aydın” gibi) Uzak Asya’dan dört nala geldiklerinde buralarda olanların ”’Hayır! Bu memleket (sadece) sizin değil’’ dedikleri için katlediliyor olmalarını haklı ve gerekli bulduğundan dolayı umursamamış olabilir mi?

Bu soru çok mu haksız bir soru olur?

Nazım’a dair sorduklarımızın cevabı, “Bu memleket bizim.” dizesinde saklı olabilir mi?

Laz Şair Abaşişi’nin dizeleriyle bitirelim.

İsa nenaz mu itkven Nazimi çkimi/

Doğru söze ne denir Nazım’ım?

İsa nenaz miz mu utkun/

Doğru söze ne denir?

Çkun; Xirxineri ntsxenepete var moptit/

Biz; Kişneyen atlarla gelmedik

Mitiş dobadona var goptit/

Kimsenin vatanında gezmedik

Mitti mitiş getasule var bzonit/

Kimsenin bostanını eşmedik

Hak borthit! /

Biz buradaydık! (9)

(1) Ran, N. H. Kız Çocuğu, Henüz Vakit Varken Gülüm, YKY , s.79.

(2) Ran, N. H. Vatana, İlk şiirler. İstanbul: Adam Yayınları

(3) Ran, N. H. Angina Pektoris, Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni, YKY, s.13.

(4) Ekber, Babayev. Nazım Hikmet’in Tüm Şiirleri, Sofya Baskısı, 1. cilt

(5) Ran, N. H. Kuvayi Milliye, 8. Bap, YKY

(6) Radikal Gazetesi, Haber, Nazım’ın Mektubu Köşkte Bulundu, 21.04.2011.

(7) Ran, N. H. İlk Şiirler, YKY.

(8) Ran, N. H. Bütün Şiirleri, YKY

(9) Abaşişi, N. Bizim Davetimiz

* Forum kategorimiz çok çeşitli türde içeriğe açıktır. Gazete Duvar’ın editoryal politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.


Gazete Duvar

Yorumlar kapatıldı.