İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hem ırkçı, hem faşist, üstelik halk düşmanı

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

Sevan Nişanyan

Namussuzluk sanırım Türkiye’de Corona virüsünden daha bulaşıcı bir hastalık. Bunları yazan Cafer Solgun adında, kırk yıldır “solculuk” ve “devrimcilik” satarak geçimini temin eden bir vatandaş. Sıfır entelektüel birikim, sıfır emek, sıfır üretimle işini sürdürenlerden.

Bu adamı kudurtan ne biliyor musunuz? Çok basit, çok düz bir hadise. “Yedi ceddini sikeceğiz, Ermeni dölü, dedeni siktik, gavur, bekle geliyoruz, Türk’ün intikamı, ay yıldızlı bayrağı bilmem nerene dikeceğiz” mealinde bin beş yüz (daha sonra dört bin) mesaj geldikten sonra, “bunların tümü geberse dünya daha güzel bir yer olmaz mı” diye yarı ciddi sormuşum. Mesele bu. Çıldırtmış Cafer Ağayı. Tıpkı ülkücü-bayrakçı tosuncuklar gibi, “devrimci” arkadaşımız da kaldıramamış bu denli vahim bir ırkçılığı.

Bunu neden ırkçılık olarak algılamış, esas enteresan olan mevzu o. İyi düşünün bakın, o detayı anlarsanız gerisi çorap söküğü gibi gelir. Arkadaş Nişanyan görünce otomatik refleksle “Ermeni” düşünüyor; başka bir şey düşünemiyor.  Eh Ermeni olduğuna göre soykırım davası güdüyordur (biz “solcu” olduğumuzdan bunu anlayışla karşılarız), Elazığlıları da — %91 oranında faşist, %100’e yakın oranda cahil, bağnaz, saldırgan ve tecavüz saplantılı oldukları için değil — soykırım davasından öldürmek istiyordur. Başka neden istesin ki?  

Nişanyan görünce otomatik refleksle “Ermeni dölü” düşünen harbi faşistten özünde bir farkı olmadığını görüyorsunuz bunun değil mi? Üslup ve derece farkı var sadece. Harbi faşist korkar ve nefret eder. Bunlar teorik bir düzlemde seni kendilerine müttefik sayar, “sen de mazlumsun gardaş” makamından girer. Ama beklediği ve tahmin ettiği tarzda müttefik çıkmazsan harbi faşistten beter ağzını bozar. İşin özü bu: Sana bakınca SADECE gavur, pardon “Ermeni kardeşimiz” görüyor. Düşünceleri, kişiliği, “özgül ağırlığı” olan bir birey olman ihtimali bunların DA kitabında yok.

Ağzını bozmadan bir satır evvel mutlaka Hrant Dink adı rahmetle ve hafifçe ses titreterek anılacaktır. Çünkü Hrant tam onların beklediği ve beğendiği tarzda müttefiktir, “mazlum gardaş”tır. Ermeniye yakışır bir şekilde boynu bükük bir güvercin olmayı bilmiştir. Kimliğini, tam da bekledikleri gibi, “Ermenilik” üzerine kurmuştur. Ya da öyle zannetmek işlerine gelir. Hrant’ın silahlı Marksist-Leninist devrim örgütü üyeliği yıllarını anımsamak istemezler.

Attığım tweet’lerde ima yollu dahi olsa Ermenilik davası, yahut Ermeni-Türk meselesi var mıydı? Elazığlılar bir ırk mı? Onu bırak, soykırım davası güden bir insan, yaşamının altmış yılını Türkiye’de, üstelik Ermeni gettosundan manen ve maddeten fersahlarca uzak yerlerde geçirebilir mi? Akıl var mantık var yahu!

Türklük benim nazarımda bir ırk değil bir kültürdür; her zaman da böyle düşündüm. Bu kültürün, Devlet ideolojisi ve Milli Eğitim kurumları güdümünde son yüz yılda evrilmiş olduğu biçimleri, evet, nefret edilesi buluyorum. Çoğu zaman iyimser olup, akıl ve mantık ve eğitim yoluyla bu habis kültürün giderilebileceğine ya da en azından geriletilebileceğine inanıyorum veya inanmak istiyorum. Bazen umutsuzluğa kapılıp “gebersin deyyuslar” dediğim de oluyor. Türkçülerden, vatanmillet sakaryacılardan, bayrakçılardan tiksiniyorum. Ama Türklerle bir derdim yok. Hiçbir zaman olmadı. Objektif bakarsanız basbayağı Türküm. Yabancı biri hiç tereddütsüz beni öyle görür. O kadar kirletilmiş bir sözcük olmasa, sorulduğunda – belki hafifçe omuz silkip – “Türküm” derim. 

Doğrusu Ermeni olmak bir yerde işime geliyor. Eskiden beri bilirdim de son 12-13 yılda bunun daha fazla farkına vardım. Kendimi toplum vasatının dışında konumlandırmama yardımcı oluyor. Türk kültürüne farklı bir perspektiften, “dışarıdan” bakmamı kolaylaştırıyor. Kendini Kürt, Laz, LGBT, hatta ayıptır söylemesi feminist olarak konumlayan arkadaşların birçoğunda da benzeri bir kaygı seziyorum. “Ben sizden değilim kardeşim” deme ihtiyacına dayanak arayışı. Kara bir heyula gibi memleketin üstüne çökmüş konformizm kabusuna nanik çekme cesareti veren bir kuvvet şurubu.

Soykırım meselesindeki tavrımı da kırk defa anlattım, bir daha şey edeyim sıkılmadınızsa. Ortada birazcık tarih bilen kimsenin inkar etmeyi aklından dahi geçiremeyeceği bariz bir olgu var. Bunu yalanlayanların a) cehaleti, b) ikiyüzlülüğü beni hasta ediyor. Bazen gözlerine gözlerine sokmaktan zevk alıyorum. Lakin bunca tarihi boşuna okumadım. Bizimkilerin – ve solculuk oynayan kardeşlerimizin çoğunun – aksine, Çerkes soykırımını da bilirim, Rumeli tehcirini de bilirim, Peloponnes’in ve Eğriboz adasının Türklerden nasıl arındırıldığını da bilirim. Bizimkiler can ötekiler patlıcan demeyi kendime yediremem; diyenleri de feci surette itici bulurum. 

Hoş, “biz” kim onu bile hiç bilmedim ki?

Elazığ’a ilişkin sohbetimizde eski tarihe ilişkin sadece bir küçük değinme vardı. “Gasp edilmiş emlak üzerine kurulu” dedim. Türkiye’nin büyük kısmı ve özellikle doğu illeri çoğunlukla böyledir, evet, Elazığ köyleri de bunun şahikalarından biri. Derdim mal davası değil: bana ne maldan? Mesele gayrımeşru olarak edinilmiş malın doğurduğu ahlaki yozlaşmadır. Dünün değil BUGÜNÜN problemidir. İsterik hale gelmiş olan bağnazlığın, saldırganlığın, elindeki tek silahı olan penisiyle etrafa gözdağı verme hırsının temelinde kısmen bu olgu yatar diye tahmin ediyorum. 

Elazığ özelindeki diğer belirleyici olgu ise Kürt aşiretlerinin baskı altında Türkleşmesidir, ki ona da değindim meşhur tweetlerde.

Korkan insan gaddar ve ikiyüzlü olur. O döngü üç, dört, beş kuşak boyunca katmerlenerek kendini beslemişse artık korku mazeret sayılamaz; gaddarlık ve ikiyüzlülük o insanların ikinci doğası haline gelir; kent kültürünün belirleyici ögesi olur. Oturup düşünmek gerekir, bu insanlar ne olacak, Corona virüsü gibi insanlığa verdikleri ve verebilecekleri zarar nasıl önlenecek.

*

Namussuz takımının tekrarlamalara doyamadığı diğer temayı da okuyoruz yazıda. Gerzeklerin kavramaktan aciz olduğu bu lafları Nişanyan neden söylüyormuş? “İlgi ve dikkat çekmeyi” hastalık ölçüsünde çok sevdiğinden.

Kabul edelim: bir insan yazı yazıyor yahut sahneye çıkıyorsa elbet ilgiden hoşlandığı için yapıyordur, yoksa neden çeksin o çileyi? Cafer Ağa da belki işçi sınıfı ve ezilen halklar yazılarından istifade edecek diye kendini kandırıyor olsa da, son tahlilde her yazar gibi “bak bana, bana bak, ne gozel yazıyorum” duygusundan nefsini arındırmış değildir, sanmam.

Cenabı hakkın takdiri ya da cezasıdır, bilmem, ilk çocukluğumdan beri bulunduğum her ortamda her zaman ilgi ve dikkati üzerime çektim. Bunun için belirgin bir şey yapmam gerekmedi; istesem de istemesem de öyle oldu.  Doğrusunu isterseniz usandım. Hele cehelenin ilgisinden her zaman nefret ettim. Bir bok anlamazlar, kafalarını bürümüş duman bulutları içinden bir şey gördüklerini sanırlar, öyle değil deyince “vay bana aptal dedin” deyip düşman olurlar. Al başına belayı.

Burada “halka” hitap etmiyorum. Öyle bir isteğim ya da niyetim yok. Özenle budamaya çalıştığım aşağı yukarı on bin kişilik bir kitleyle, birtakım kafamı meşgul eden sorunları, birtakım meraklarımı ve keyiflerimi paylaşıyorum. Hepsi bu. Sorduğum bazı sorular ya da vardığım bazı sonuçlar bazılarını irkiltebilir. Normaldir, beni de irkiltiyor bazen. Haritasız yolculuk öyle bir şey; ummadığın şeyler çıkar karşına. Ama tahmin ediyorum ki irkilen ve şaşıranların birçoğu dahi aşağı yukarı ne yapmaya çalıştığımı anlıyor, ya da, yolda zorluklar da olsa, geziden hoşlanıyordur. 

Şoke olup sayıklamaya başlayanlar bellidir. Cahil takımının doğal refleksiyle hemen terbiyesizleşirler. Dakika sektirmeden onları blokluyorum. Bloklu hesap sayısı on bini buldu sanırım. Salaklara dert anlatmak gibi merakım yok. Bilmesinler, okumasınlar, şoke olmasınlar: onlara da yazık.

Peki şimdi soralım: insanları şoke edeyim, ilgi çekeyim diye kıvranan birisi, şoklanma potansiyeli yüksek olan klas müşteriyi neden dükkanından kovar ki sizce?

http://nisanyan1.blogspot.com/2020/01/hem-rkc-hem-fasist-ustelik-halk-dusman.html

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın