İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Depremden yaşam dersi çıkarmak…

Saatlerimiz ekran başında geçti Ankara’da.. Enkaz başındaydık adeta.. Hangi kanalı açsak canlı yayında enkaz.. Üzerinde AFAD’lılar.. Mümkün olan en sessiz, en yavaş halleriyle çalışan harika insanlar.. En sessiz olmak zorundalar.. Çünkü üzerinde oldukları enkazın altında insanlar var.. Canlı mı, ölü mü belli olmayan insanlar.. Ve onlara, hele canlı olanlara ulaşmanın en önemli yolu ses duymak.. Minnacık bir ses bir hayat kurtarabilir. Öyle kritik..
Biz Ankara’da, yüzlerce kilometre ötede, enkaz başında gibiyiz.. Ama gibi olmayanlar var. Elazığ’da o enkazın başında bekleyenler.. Çaresiz bekleyenler.. En sevdiklerini, ana babalarını, çocuklarını, kardeşlerini giderek azalan, ama hiç yitmeyen, bitmeyen ümidin zerresine bağlanıp bekleyenler..
Onları düşündünüz mü?.
Onları derken, enkazın altında canlı, yaralı, aç susuz, giderek halsizleşerek, giderek uyku bastırarak bekleyenleri düşündünüz mü hiç?.
Ya da enkazın başında AFAD’dan gelecek hareketi, haberi, elinden hiç ama hiç bir şey gelmeden bekleyen, anayı, babayı, evladı, kardeşi düşündünüz mü?.
Onlardan biri olduğunuzu düşündünüz mü?.
Neden düşüneyim ki” demeyin..
Bir düşünün.. Hayatta neleri dert ediyorsunuz?.
O dertlerinizi, o enkazın altında, ya da başında olan birinin başına gelenle mukayese edin..
Bir ona, bir kendinize bakıp utanırsınız değil mi?
Toplumun temeli ailedir değil mi?. Birbirlerine en yakın insanlar.. Dayanışma içinde oldukları zaman hayatları güzelleşen, güvenleri, güçleri artan, yaşamları güzelleşen kişiler..
Ama her gün gazetelerde okuyoruz.. Üç paralık miras, mesela bir küçük ev için birbirini öldüren kardeşleri..
İncir çekirdeğini doldurmaz sebeplerle dargınlıklar çıkaran, kör olası gurur ve inatları yüzünden sürdüren aile bireyleri yok mu aramızda?.
Şimdi düşünün.. O aylar, yıllardır konuşmadığınız, görüşmediğiniz, bayramlaşmadığınız ananız, babanız, evladınız, ya da kardeşiniz o enkazın altında..
Gebersin” deyip, sigaranızı mı yakarsınız, yoksa o enkazın başında, sıfır altı on derecede donduğunuzun bile farkında olmadan, AFAD’çılardan gelecek haberi mi beklersiniz?.
İşte “Depremden çıkarılacak yaşam dersi” derken anlatmak istediğim bu..
Dün okudunuz, Kobe Bryant’ın sözlerini köşemde.. Hem yazımın içinde vardı. Hem de “Sevdiğim Laflar”da.. Yazıyı uzun bulup okumayan olursa, köşenin içindeki iki satırı nasıl olsa okur diye, iki defa yazdım. Okuyan tekrar okusun diye iki defa yazdım. İşte bugün bir daha..
İyi vakit geçir. Hayat bir bataklığa düşmek ve cesaretini kırmak için çok kısa. Hareket etmeye devam et. Devam etmelisin. Bir ayağını diğerinin üzerine at ve gülümse. Devam et!. 
Hayat kısa diyen Kobe, 41 yaşında öldü iyi mi?. Kısa da değil, çok çok kısa olduğunun farkında değil..
Steve Jobs’ı bilirsiniz değil mi?. Bugün bilgisayar, bugün akıllı telefon hayatımızın yarısından fazlasıyla, onun sayesinde.. Ya da tabii mesela bana göre, onun yüzünden.. Apple’ın kurucusu..
Hayatının her gününü son gününmüş gibi yaşa. Böylece bir gün haklı çıkacaksın” demişti.. Haklı değil mi? Peki, Kobe o helikoptere binerken, hayatının son günü olduğunu biliyor muydu?. Siz biliyor musunuz peki?. O zaman niye “Son günü gibi” yaşamıyorsunuz?. Depremden yaşam dersi, depremden yaşam felsefesi çıkardınız mı?. O zaman ne duruyor, ne bekliyorsunuz hâlâ?

*

Yavuz’u okumak!..

Deprem bölgesinde harika gazetecilik yapıyor Yavuz.. Yavuz Donat tabii.. Onunla yarım asırlık dost, çeyrek asırdan fazla da ayni gazetenin köşedaşı olmak, ne mutluluk, ne gurur benim için..
Gazeteci adam.. Görmekle, bakmanın farkını biliyor.. Kısa kısa notlarla, harika şeyler anlatıyor..
Kimin aklına geldi, Malatya’ya gidip Kemal Sunal’ın köyünü bulmak.. Orada doğduğu evi aramak.. O ev de depremde çökmüş iyi mi?.
İşte gazetecilik bu.. Çok bileceksin.. Bildiğin her şey sende yeni meraklar yaratacak. Onların peşine düşeceksin.. Onları yazacaksın. O zaman okunursun işte.

***

Dün Melih Altınok’u da keyifle okudum. SABAH’laa çok uzak kutuplardan bir gazeteci Doğan Tılıç’ın basın kartını iptal etmişler. Melih isyan ediyor.. “ Fikri ayrı ama, Doğan ‘gazeteci’dir” diyor.. Doğan’ın haklarını savunuyor. Aslında mesleğini savunuyor, o da ayrı..
Doğan’ın kartını iptal etmek, devlete ve devleti yönetenlere güveni sarsmaktan başka ne işe yarar, ha!.
Hangi FETÖ’cü yaptı bu işi?.

*

Mustafa’nın Musası!..

Kendisi tek başına kalsın.. Galatasaray ona kalsın.. O hep başkan kalsın diye yapmadık rezillik bırakmayan, ibra edilmediği halde, hukuku zorlayarak hala koltuğa yapışan Mustafa Cengiz’in en başta gelen savunucusuydu Öcal Ağabeyim..
Ama son utanç hamlesini Galatasaray’ın anıt ismi Fatih Terim üzerinden yapınca o da dayanamamış, belli. Dün zehir zemberek yazmış, Türkiye’deki köşesinde.. İnternetten bulup okusun, her Galatasaraylı..
Bir başka Galatasaray anıtı Arda üzerinden ve Fenerli gazeteci dostlarını kullanarak, onlara haber sızdırarak, Terim’in adını sallamaya kalkışıp, hocayı istifaya zorlayınca, ağbim de dayanamadı işte sonunda..
Her firavunun bir Musası olur” diyen, binlerce yıllık bir atasözümüz var.. Mustafa Cengiz’in Musası da, Öcal Ağbim oldu, iyi mi?
Eline, diline, yüreğine sağlık” diye mesaj attım okur okumaz!.
Firavun’un tuzağına düşmeyen Fatih Hocam’a “Diren” diyor ağbim..
Ben de öyle dedim..
Yarın adını kimsenin hatırlamayacağı birine kızıp oruç bozar mı, Galatasaray’ın anıtları..
Tarih Ardaları, Fatihleri yazar. Hele böyleleri başkanların unutulup giderler.
Ada, Galatasaray’ın, dünyada başka hiçbir kulüpte olmayan varlığı, anıtıydı. Onu sattı Firavun.. Ama yaşayan anıtları satamayacak!.

*

Garbis de gitti!..

Türk boks tarihinin en önemli isimlerinden Garbis Zakaryan’ı kaybetmişiz.
2011 yılında, onu yaşarken anmak isteyen dostları, başta İstanbul Ermeni toplumu yöneticilerinden Aram Kuran bir toplantı düzenlemişti de, Ünal’la (Özüak) gitmiş, Garbis’le tanışmış, ondan ve dostlarından anılar dinlemiştik.
Ünal bir kısa notla verdi bana haberi..
“1930’da İstanbul’da dünyaya gelen Zakaryan, 67 kiloda 1948-50 arası Türkiye şampiyonu olmuş, 1950’den itibaren profesyonel boksa geçmiş, boksu bıraktıktan sonra aralarında Cemal Kamacı’nın da olduğu çok sayıda boksöre antrenörlüğün dışında hakemlik ve menajerlik de yapmıştı.”
Milli formayla çektirdiği bu fotoğrafı da o yolladı.

*

Vasiyeti Türk bayrağıydı!..

Bu yazıyı 31 Mayıs 2011’de yazmışım. 9 yıl sonra tekrarlamam şart oldu.

***Aile radyonun başında toplanırdı, Eşref Şefik’i dinlemek için.. Radyo günleri.. Ne de güzel anlatırdı Eşref Ağabey, güreşleri, boks maçlarını.. Garbis Zakaryan‘ı radyodan tanıdım ben.. Yarım asır sonra da, nihayet karşı karşıya gelip, el sıkıştım, cumartesi günü, Üç Horon Kilisesi salonlarında..
Kilise Vakfı önderlik etmiş, destek olmuş, “Garbis Zakaryan/ Altın Kalpli Eldiven” diye harika bir kitap hazırlanmış. Garbis orada, imzalayacak.. Bir de tören düzenlemişler.. Garbis kuşakları, öğrencileri orda anılarını anlatacaklar..
Hüseyin Yıldırım anlattı. Vedat Karakurum’un cenaze töreni.. Milli boksör.. Cami avlusunda toplanmışlar ki, tabutun üzerinde bayrak yok.. “Nerde bayrak” demiş, Garbis.. Koşuşmuşlar, bulmuşlar getirmişler..
Garbis, Hüseyin’in kulağına eğilmiş.. “Ölürsem benim üzerime bayrağımı örtmeyi unutmayın sakın..”
Kitabı hazırlayan AramKuran ve Erden Aktoğu’ya,Üç Horon Vakfı BaşkanıApik Hayrabetyan’a teşekkürler.. Sadece, muhteşem bir vefa örneği verdikleri için değil.. Bu ülke nice sporcular yetiştirdi.. Kitapları yok..
Hani Lefter, hani Baba Recep, hani Metin Oktay, Cahit Önel, Ekrem Koçak, Yaşar Doğu kitapları..
Garbis için yapılan törene, spor medyamız da müthiş (!) ilgi gösterdi.. Yazılı ve görsel medyamız..
Ergun Hiçyılmaz vardı.. Hayati Telgeren.. Bir de ben.. Üç emekli.. Gerisi..
Hafta sonu tek haber, tek kare fotoğraf gördünüz mü?. Ya da bir haber bülteninde iki satır?.

***

Dün Aram dost telefon etti. “Hıncal Ağbi” dedi, “Bayrak hazır, merak etme..

*

Tebessüm

Bilgisayarımın şifresini değiştirdim ama bir yere not etmeyi unuttum.. Ve ertesi sabah masaya oturduğumda hatırlamadım tabii..
Teknik servisten uzman arkadaş geldi.. İki dakika uğraştı, şifremi buldu ve bir kağıda yazıp bana uzattı..
“Aptal”

*

Sevdiğim Laflar

“Hayatın bana öğrettiği her şeyi sadece üç sözcükle özetleyebilirim; Her şey geçer.”
Robert Frost

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın