İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Vaso, Hrant’a giden yolda – C. Hakkı ZARİÇ

Zaten kaç insanın yaşadığı yerdi ki orası? Bir çukur vadi, yalnızlıktan başka adı olmayan bir telaş kasabası.

Evlere çekilip gizli saklı kitaplıklarda okunan neyse bilgi orada kalıyordu sanki. Akşamında duvara kusuyordu öfkesini sözcükler. Yan yana gelen sözcükler, bir cümle oluşturuyor ve o cümlenin arkasına mutlaka ünlem geliyordu. Gelsindi zaten. Şimdi neden gelmiyorsa anlamış değilim. Bankalar için slogan atan kim varsa makbul vatandaş, makbul yazar, makbul şair oldu ve kabul edildi kamuda. Konuya gelmek için nedense alçaklara değinmeden edemiyorum.

Kaç kuruşluk ihtirasları varsa, kalkıp Şükran Kurdakul’a çamur atmak için kolları sıvıyorlar ama emin olun 1950’li yıllarda çıkan ne kadar sosyalist gerçekçi edebiyat dergisi varsa hepsine Stalin’in editör atadığını iddia edecek kadar akademik unvana sahip yerden bitme tiplerden olduklarını kabul etmiyorlar. Etmesinler ya ben Hrant Dink’ten bahsetmek istiyorum.

Emin olun cenaze törenine katılmış, hakkında yazı yazmış olabilirler. ‘Hrant Dink şu kadar yetmez ama gazeteciydi’ diye cümleleri vardır ve bunu Fransızcadan çevirmiş olabilirler.

Vaso diyecektim. İhtiraslarıyla gelip mevzuyu işgale yeltendi sabiler.

Bizim de vadilerimize su yürüyordu elbet ve soruyla karşılık bir yeşilliğin tarlalarını sürüyorduk. Muhtelif mesleklere erbap olduk zamanla. Ağaç diplerinde yetiştik, gizli saklı ne varsa orada, ağaçların dibinde okuduk ve zulamızı bulamadı devlet. Amenna.

Vaso gelirdi. Vaso beyazdı. Kararmadan gelirdi Vaso. Yaz ya da kış fark etmez; Vaso her zaman bembeyaz gelirdi. Gelirdi ve sabahın kahvelerinde oturup buğday koklardı. Mintanında dinlenirdi gökyüzü sanki.

Kimseye benzemezdi, içimizden biri gibi değildi nedense. Taaa en uzaktan birini bile kasabadaki herkes hemen tanırdı, yıllardır aynı giyitler olurdu herkesin eğninde zira. Vaso bir başka gelirdi. Bir kere çok yerleşik gelirdi. Dili, Türkçesi, ünlemleri, şaşkınlıkları, kahkahası, küfürleri ve kahvenin önünde oturup çayı kıtlama içmesiyle tanıdık gelirdi.

Esnafla şakalaşması, gülmesi, hatırını sorması, kendinden bahsetmesi, içlenip uzaklara bakması tanıdık gelirdi. Bütün bunlar olurdu, o beyaz adamdan bu tanıdık sesler çıkardı da benden başka kimse bu durumu yadırgamazdı. Uzaktan gelen Vaso çocukluk arkadaşlarıyla konuşurdu sanki, yıllardır özledikleriyle hasret giderirdi. İyi de kimsenin Vaso’ya benzediği yoktu, kimsenin Vaso’ya benzeyen akrabası da yoktu.

Hem Vaso gelir ve akşam dönerdi. Niye gelip niye dönerdi anlamazdım. Neden sonra sormayı akıl ettiğimde yanıt alır gibi oldum ama zaten o yanıtlarla benim sorularım çoğaldı.

Fiyaka olsun diye yazmıyorum, yaşadıklarımızdan bahsediyorum sadece. Tarladan buğdayı hasat eder, saman karşılığı tezek alarak kışlık yakacağımızı çıkarır, değirmende öğüttüğümüz un’la da ekmeğimizi yapardık. Ekmenin ve biçmenin en güzel ve anlaşılmaz kısmı değirmendi; buğday çuvallarını öğütmek için kocaman depoya (silo mu demem gerekiyordu) boşaltır, akacak unu merak ederdik. Yaşlı değirmenci koşup gelir akmakta olan unu avcuna alıp parmaklarıyla kontrol ederdi. Sertliğine ya da yumuşaklığına göre bir yerlerde birtakım düzenlemeler yapardı. Biz çocuklar da bir bilirkişi olarak onu taklit eder, unun kalitesini ölçerdik. Bu işin taşlarla yapılan yarma kısmını hiç yazmayayım. Adımız popüliste çıkacak…

İşte burada devreye girerdi Vaso. Bir daha hiç çağrılmadığım memleketimin uzayıp giden yüz ölçümünün en kıyısında iki değirmen vardı ve bunlar bir nedenle bozulurdu. Suyun hışmından, buğdayın kavrukluğundan ya da bizim köylülükle birikmiş esmerliğimizden… O zaman Vaso girerdi işte işin içine. Sormuş öğrenmiştim. Bir Malakan’dı Vaso. Arıcılığı, peynirciliği, çiftçiliğin inceliğini getirmişti onun barış sever ataları topraklarımıza. Değirmen işi de tüm diğer teknik işler gibi onlardan sorulurdu. Ama işte gör ki muktedir insanlar kırmıştı Malakanları. Ne alışveriş ne aşk. Varsa yoksa hasetlik.

Memleketin değirmenleri cartayı çektiğinde küserek uzaklaşan Vaso’ya kuyruğu kıstırıp giderdi esnaf. Vaso gelir değirmeni tamir eder, kahvelerden birinin önünde oturup saklısından ispirto içerek kendinden geçene kadar susarak efkarlanırdı.

Değirmenin çarkı dönmediğinde başı göğün üstünde dolaşan muktedirler Vaso’yu bulmak için yola koyulurdu.

Bu memleketin toprağına aşık olduğunu ve buraya gömülmek istediğini söyleyen bir Ermeni’yi, Hrant’ı vurdu değirmen sahipleri sokak ortasında. Burada doğmuş, büyümüş, balık tutup yetimlerle büyümüş birinin aşık olmasını kabul edemediler. Hrant bir Ermeni’ydi ve bir Ermeni konuşamazdı bunca şeyi; yazamaz ve itiraz edemezdi. Kaderine razı gelmeli ve susmalıydı, vesselam.

Devletin bir çocuğa işlettiği cinayeti görmeyenimiz kalmadı. Vaso görmedi bu cinayeti. Çoktan ölmüştü ama Vaso’nun çocukları gördü. Hepimiz tanığız, değirmenin suyunda kan var; böyle gördük, böyle yazsın mezar taşına ve mahkeme tutanaklarına ahparig.


https://www.evrensel.net/yazi/85552/vaso-hranta-giden-yolda

Yorumlar kapatıldı.