İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeniler Noel’i ne zaman, nasıl kutlar…

Alin Ozinian

Türkiye’de Yeni yıl ve Noel genelde karıştırılıyor.

31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece kutlanan yeni yıl ile İsa’nın doğuşunun müjdelendiği, Hristiyanların en önemli dini bayramlarından olan Noel bayramı temelde birbirinden çok farklı. İkisinin farkına varabilenler bile Hristiyanların hepsinin Noel’i aynı gün kutlamamasına şaşırıyor, anlam veremiyor.

İtiraf edelim, işi karıştıran “Allah’ın vahyolunması ve vücut bulması anlamına gelen – Asdvadzahaydnutyun” ana teması ile Noel’i kutlayan Ermeni Ortodoks Kilisesi.

Ortodoks Ermenilerinin neden Noeli dünya genelindeki Hristiyanlar ile birlikte 25 Aralık’ta kutlamadıkları kafa karıştıran ve sıkça sorulan bir soru. Oysa “Neden dünya Noel’i 6 Ocak’ta kutlamıyor?” sorusu daha yerinde, zira 336 yılına kadar tüm Hristiyanlar Noel’i 6 Ocak’ta beraberce kutlamışlar. 336 yılında düzenlenen kiliseler toplantısında, Kutsal Doğuş Yortu’su yani Noel’in artık 25 Aralık’ta kutlanması kararlaştırılmış.

Roma İmparatoru Aurelian, 274 yılından itibaren 25 Aralık’ta “Yenilmez Güneşin Doğum Bayramı – Natalis Solis Invicti” kutlamalarını başlatmıştı. Roma’daki Hristiyanlar, Hristiyanlaştıktan sonra da bu şenliklere katılmaya devam ediyorlardı. Kilisenin amacı 4. yüzyılda serbest bırakılan Hristiyan inancının daha etkin bir şekilde yayılmasıydı. Hristiyanlığın en büyük hedeflerinden biri, putperestlik geleneklerinin ve izlerinin yok edilmesi, izlerin yok edilemediği durumlarda ise dönüştürülmesiydi.

Kısaca, Noel’i 6 Ocak’tan 25 Aralık’a çekmek kilisenin putperestlikle mücadelesinin bir sonucuydu. Böylece Theofaneia yortusu ikiye bölündü; İsa’nın doğumu 25 Aralık’a taşındı, İsa’nın vaftizi ise 6 Ocak’ta kutlanmaya devam etti. 336 yılından itibaren Hristiyanlar başkent Roma’dan yayılan yeni bir gelenekle 25 Aralık’ı bayram günü kabul ettiler.

Ermenistan 301 yılında Hristiyanlığı devlet dini olarak kabul etmiş, içselleştirmişti. Roma İmparatorluğu sınırlarından uzaktı ve 25 Aralık’ta kutlanan “Natalis Solis Invicti” Ermenistan’da zaten hiç kutlanmamıştı. Yeni değişiklik Ermeni Ortodoks Kilisesi’ne pek de uygun gelmedi, değişikliğe uymak reddedildi. Bütün dünya kiliseleri içinde sadece Ermeni Ortodoks Kilisesi en eski geleneği korumaya devam etti.

Bugün hala, Mısır’daki Kıpti Ortodoks Kilisesi Noel’i Ermenilerle birlikte kutluyor. Habeş ve Rus Ortodoks gibi Doğu Ortodoks Kiliseleri’nin ise 25 Aralık’ı değil, 7 Ocak’ı da bayram günü olarak kabul etmelerinin sebebi Ermeni Kilisesi’nin sebeplerine hiç benzemiyor. Oradaki sorun takvimler ile alakalı; aslında onlar Noel’i yine 25 Aralık’ta kutlamaya devam ediyorlar ama Gregoryan Takvim’e göre. Kısaca eski Jülyen Takvimi’nin 25 Aralık’ı yeni takvim ile 13 günlük fark veriyor, 7 Ocak eski 25 Aralık’a tekabül ediyor.

Noel yani “Surp Dznunt”, Türkiye Ermenileri için de oldukça önemli ve telaşla kutlanan bir bayram. Çünkü bayram sofralar kurmak, yemekler yapmak demek Ermenilerin çoğu için. Bu telaş Dznunt’u beklemiyor, Gağant (Yılbaşı) ile birlikte geliyor.

Benim için Yılbaşı ve arkasından hızla gelecek olan Noel’in çok belirgin ve keskin bir konusu var; soğan kokusu. Bu günlerde kurulan sofraların ana malzemesi kendini hiç belli etmese de soğan çünkü. Kahramanı tahinmiş gibi yapan Topik’te bolca soğan var, zeytinyağında “boğulan” yaprak dolmasında da bolca soğan var, saatlerce kabukları fırçalanan midye dolmasında yine soğan var…

Karamelize soğan, çeşit çeşit baharat ve tahin kokusu arasında, dolmaların, taramanın, pilakinin, yıllarca Amerikan Salatası denilen Rus Salatası’nın, beyin söğüşlerin yapıldığı, mezecilerden lakerdaların alındığı, incecik pastırmanın ve damak yakan eski kaşarın tabaklara özenle dizildiği, topiğin dörde kesilip üzerine bir çimdik tarçın atıldığı, sakızlı çöreğe para saklanan, nar ve ceviz ile anuşabur (sadece buğday ve kuru meyve ile yapılan içinde başka tahıl ve baklagil bulunmayan aşure) süslenen sofralar kurma zamanı yılbaşı.

Bu sofralar başta aile üyeleri olmak üzere, tüm dostların, arkadaşların yan yana geldiği yeni yıla, sağlığa, mutluluğa kadeh kaldırdıkları sofralar.

Ermeniler dini kaidelere göre yılbaşı günü oruçta olmalılar. 5 Ocak’ta (Noel’in arifesi) güneşin batması ile sonlanacak bu oruç, Müslümanlarınki gibi top patladığında çeşidi güzel yemek yenen bir oruç değil. Oruç açıldığında da her şeyin yenemediği, hayvansal gıdanın oruç boyunca yasak olduğu bir beslenme şekli. Tam da bu yüzden yılbaşı sofralarında Topik ve zeytinyağlı dolma var, çünkü hayvansal gıda içermiyorlar.

Kabaca dışı nohut ve patates, içi soğan, tahin, kuş üzümü, çam fıstığı olan Topik bir oruç yemeği iken, tülbentle yapıldığı yıllarda pişirilip çorbası bile yapılırken rakı sofralarına “düşmesi” kaderin bir cilvesi sanki. Düşünsenize geçmişte Topik öyle bir “Ermeni kadını olabilme eşiği” ki; kızların çeyizlerinde özenle hazırlanmış “Topik yapma mendilleri” var. Unutmayalım, bahsedilen eşik İstanbul Ermenileri için geçerli ve önemli.

31 Ocak’tan 1 Aralık’a geçildiği dakikalarda Ermenilerin evlerinde ışıklar ve sular kapanıp açılır, yeni yıla aydınlıkla, bereketle girmek için yapılır bu. Evin eşiğinde bir nar patlatılır, nar önemlidir; Ermeniler için bolluğu temsil eder. Eskiden evdeki erkekler 1 Ocak sabahı yarım saat için bile olsa, işyerlerine, dükkanlarına gider, bir nar da o eşikte kırarlardı.

İstanbul’da 5 Ocak akşamüstü kilisede kulaktan kulağa fısıldanan – Krisdos Dzınav yev haydnetsav! (Mesih doğdu ve belirdi), Orhnyal e Dzınuntı yev Haydnutyunı Krisdosi! (Mesih’in doğuşu ve belirişi kutsaldır) müjdesi ile başlar Noel. Noel sofralarının vazgeçilmesi ise balıktır. İsa’nın “balıklı mucizelerini” sembolize etmesi dışında, yapılan ağır orucun ete göre daha hafif sayılan balıkla açılması uygun görülmüştür. Tüm oruçla gelen bayram arifelerindeki balık geleneğinin temeli budur.

Noel sofrasında balığa, balık mezeleri eşlik eder; karides güveçler, ahtapot salataları, likorinoslar, midye dolmaları, pilakiler, salatalar… Eskiden uskumru ve dalak dolmaları da yapılırmış, ben onlara yetişemedim ama 6 Ocak’ta pişirilen iç pilavın kokusu hala burnumda. Her yıl ben de yapıyorum ama çocukluğumdaki o kokuyu tam olarak yakalayamıyorum.

İstanbul Ermenilerinin mutfağı füzyon bir mutfak; Rum, Yahudi, Bulgar, Osmanlı… Aklınıza ne gelirse herkes birbirinden bir şeyler kapmış. Mutfaklar milliyet değil, coğrafya temelli geliştiğine göre Diyarbakırlı, Vanlı, Amasyalı, Ordulu Ermenilerin mutfaklarının da, Noel sofralarının da birbirinden farklı olacağını tahmin etmek güç değil.

Örneğin İstanbullular artık hindiyi de sofraya taşıyorlar. Değişiyor, dönüşüyor mutfaklar. Ermenistan’daki Ermenilerin ise yılbaşı sofrasındaki göz bebeği fırında uzun uzun pişirilmiş, en az altı kiloluk domuz butları ve Ruslardan esinlenilerek yapılan blinler (krepler). Ermenistan kırsalında Harisa (keşkek), Khapama, lahana dolmaları, baklava, kuru üzümlü pilavlar hala çok revaçta. Halepli ve Beyrutlu Ermeniler ise kuşkusuz içli köftesiz, humussuz, tabulesiz bir sofra düşleyemezler. Bu liste Osmanlı topraklarından dünyanın her köşesine dağılmış, orada bir hayat kurabilmeyi başarmış Ermeniler için uzar gider… Herkes kendi coğrafyasına, kendi pazarında bulabildiği ürünlere, kendi aile geleneğine göre bir sofra kurar. En büyük ortaklık kuruyemişler, kuru meyveler ve narın yüceltilmesidir.

Benim anladığım hemen hemen tüm Ermeniler, anıları, aile büyüklerini hatta çocukluklarını yaşatmak hatta biraz da özlemini dindirebilmek için büyüklerinden gördükleri sofraları kuruyor, daha doğrusu kurmaya çalışıyor. Bunun yanında yukarıda sayılanları hazır alanların da sayısı azımsanmayacak kadar çok İstanbul’da ve diğer şehirlerde. Kadınlar çalıştıkları için Noel öncesi bu hazırlıkları haklı olarak yapamıyor ama kültürlerini de yaşatmaya çalışıyorlar. Çalışmadığı, zamanı olduğu halde “Ay saçım kokar, yok mutfağıma soğanın kokusu siner” deyip mezecilere yönelenler de az değil.

Benim için bu sofralar artık olmayan ama çok özlediğim aile fertlerini yad etmeye, küçükken mutfaktan kuruyemiş aşırırken “Gel, babaanneni seyret büyürsen sen de çocuklarına yapacaksın” sözlerini doğrulamaya yardım ediyor, köksüzlük sanılan dağılmışlığa iyi geliyor.

Yemek hafızaya, hafıza umudu dönüşüyor. Pişen her yemekten hala var olmanın, unutmamanın verdiği cesaretin kokusu yayılıyor. Eski alışkanlıkları yaşatmak, çocuğunuza bırakabileceğiniz en değerli miras olabiliyor birden bire.

Mutfak sadece yemek değil; emek, tarih ve aktarım aslında. Bunu en iyi 1915’de canını korumak için Ermeniliğinden vazgeçmek zorunda kalan ninelerin torunlarının hikayelerinde görüyor insan… Baharda yapılan bir çörek, yıllar sonra genç bir insanın “Biz neden her bahar çörek yapardık?” sorusu ile onu köklerini aramaya, bahar dediği şeyin ninesinin gizlemek zorunda kaldığı Paskalya’sı olduğunu anlamasına götürüyor. Kimsesiz, çaresiz kızların tek adalet mücadelesi, torunlarına aidiyetlerini bulabilmeleri için bıraktıkları sessiz bir “ipucuna” bürünen yemekleri oluyor, politikleşiyor mutfak…

Herkesin özgürce mutlulukla huzurla, alıştığı, istediği, sevdiği yemekleri yapabildiği ve en önemlisi paylaşabildiği bir yıl diliyorum herkese.

© Ahval Türkçe

Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Ahval’in yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.


Ahval News

Yorumlar kapatıldı.