İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Papalar arasındaki diyalog, tutuculuk ile değişimin çatışması

Bu hafta sonu yaptığım iyi işlerden biri Two Popes’u (İki Papa) izlemek oldu. 

Mustafa Kemal / Bi Dünya İnsan

Anthony McCarten’in aynı adlı kitabından yine McCarten tarafından senaryolaştırılan, yönetmenliğini Fernando Meirelles’in yaptığı bir film bu. Anthony Hopkins, her zamanki gibi muhteşem. Evita’da canlandırdığı Peron rolünden ötürü pek bir sevdiğim Jonathan Price da olağanüstü elbette. İkisi de İngiliz asıllı Hollywood aktörleridir, malum. Bu arada belirteyim, Hopkins kendisini İngiliz kabul etmeyen bir Gallerlidir aslında. Etnik kimliğiyle gurur duyduğunu sık sık söylemesini, kendisi gibi Gallerli olan ünlü Hollywood aktörü Richard Burton’a özenmesine bağlarlar. Price da Gallerlidir bu arada. Söz etmekteki amacım şu: Hollywood’da var olan “sanat” eski kıtadan, özellikle Birleşik Krallık’tan aktörlere/aktrislere çok şey borçludur. Two Popes, İngiliz yapımı bir film ama Hopkins ile Price’ı izlerken bu geldi aklıma nedense.

O KONUŞMALAR OLMADI

Film, Papalık tarihinde neredeyse beş yüz yıl sonra görevinden istifa eden, (ilki 1415’te görevinden ayrılan 12’nci Gregory’dir) ikinci Papa olan XVI. Benedict (Joseph Aloisius Ratzinger) ile kendisinden sonra Papa seçilen Francis (Jorge Mario Bergoglio) arasındaki diyaloglara dayanıyor. Sakın bunun sıkıcı olacağını düşünmeyin, çünkü bu diyaloglar etrafında dönen bir hikâyesi var filmin, ki kapılıyorsunuz hemen.

İki Papa arasında aslında bu tür bir diyalog yaşanmış değil. Eğer karşılıklı konuşsalardı bunları konuşurlardı demek istenmiş belli ki. Çünkü birbirine zıt iki kişilik var karşımızda. Biri (XVI. Benedict) son derece tutucu, diğeri (Francis) ilerici, reformcu. Francis, Arjantin Başpiskoposu Kardinal Jorge Mario Bergoglio iken emekli olmaya karar vermiştir, ama Papa XVI. Benedict ona emekli olma iznini vermemektedir. Bu nedenle Vatikan’a çağırdığı Bergoglio ile günlerce sohbet eder. Emekliliğini kabul etmemesi, Bergoglio’yu çok sevdiğinden değildir. 

Kendisine karşı görüşler dile getirdiği için emekliye ayrılmasının Vatikan’a karşı bir tutum olarak anlaşılabileceğinden endişelidir. Diyaloglar sırasında birbirlerine laf sokmaları çok hoş iki Papa’nın. Benedict, bahçede dolaşırlarken Bergoglio’ya “Az daha ileri gidelim, belki orada Tanrı’yla karşılaşırız, seni tanıştırırım” derken aslında muhatabının kiliseye olan bağlılığının zayıflığına atıf yapmaktadır.

FUTBOL, TANGO, FIKRA 

Bergoglio’nun, Papa olduktan sonra da süren yoksullardan yana olma, gelişmelere ayak uydurma tutumu ile Ratzinger’in tam tersi tavırları filmin konusu. Ancak o kadar çarpıcı ifadelerle vurgulanıyor ki bu çatışma, gerçekten çok etkileyici. Bergoglio, “Biz bu çağa ait değiliz. İnsan kaybediyoruz sürekli. Gelişmelerin dışında kalamayız” dediğinde Ratzinger’in yanıtı tüm bir kilise mantığını ortaya koyan cinstendir: “Kilise çağa uyarsa bir sonraki çağ dul kalır”. Yani çağa uymak, eninde sonunda kiliseyi bitirir, söylemek istediği bu. İkili arasındaki muhabbetlerde zaman zaman “milli özellikleri” de sohbet konusu oluyor. Örneğin bir Alman olan XVI. Benedict’in, muhatabına bir fıkra anlattıktan sonra “Malum, ben Almanım. Alman fıkralarının komik olması gerekmiyor” demesi, Bergoglio’nun da “Ben bir Arjantinliyim” diyerek futbol ile tangodan söz etmesi çok eğlenceli. 

Filmde Bergoglio’nun Arjantin cuntasıyla işbirliği yaptığı iddiası bence gereksiz yere uzun tutulmuş. Çünkü bu yönde aksi iddialar da var. Bergoglio’nun, yani Papa Francis’in “kimi subaylarla iyi geçinerek” yüzlerce kişiyi ölümden kurtardığını yazan kitaplar da mevcut.

Eğer Kurtuluş Teolojisi’nden haberdar değilse film pek fazla bir şey ifade etmeyebilir izleyene. Sıradan görüş ayrılığı taşıyan yüksek düzeydeki iki din adamının sohbeti sanılabilir. Oysa öyle değil. Binlerce yıllık tutucu kilise görüşü ile artık değişimden yana olmalı diyen bir başka görüşün çatışması var filmde. Hıristiyan imanlısının yoksulluğu üzerine inşa edilen, kilisenin zenginleşmesine, imanlıları ezen bir araç olmasına karşı çıkan bir anlayıştır Kurtuluş Teolojisi. Bu nedenle mensupları kıtadaki devrimci mücadelelerde sosyalistlerin yanında saf tutmuştur. Latin Amerikalı bir din adamının “Yoksula ekmek verdiğimde sen Azizsin diyorlar, Yoksulların niye ekmeği yok dediğimde sen Komünistsin diyorlar?” sözü çok anlamlıdır. 

KURTULUŞ TEOLOJİSİNİ BİLMEDEN…

Arjantin kilisesi dahil Latin Amerika’daki kiliseler bu nedenle Vatikan karşıtı kiliselerdir. Yani “sol popülist” bir damarı olduğu söylenen Latin Amerika teolojisine, Katolik de olsa, yakın biridir bu Papa Francis. Papa seçildiğinde, fakirlerin ayaklarının altını öpen Hıristiyan ulusu Aziz Francis’in adını alması bu “sol popülist” tarafına ziyadesiyle uygundur bu yüzden. Bir din devleti olan Vatikan’ın devlet başkanı olmasına rağmen zaman zaman laikliği övmesi de şaşırtıcı değildir. Özel hayatında da bu söylemlerine uygun davranmaktadır, örneğin bir ayakkabıyı 20 yıl giydiği anlatılır.

Papa Francis’in Papa olduktan sonra düşündüklerini ne kadar hayata geçirebildiği tartışılabilir, ancak “azgın kapitalizme karşı çıkılmalı” dediğini, “Marksist değilim ama benimsenecek çok yanı var Marksizmin” diye açıklamalar yaptığını düşünerek izlemeniz lazım filmi. O zaman daha anlamlı bulacaksınız.

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/cumhuriyet_pazar/1711821/papalar-arasindaki-diyalog-tutuculuk-ile-degisimin-catismasi.html

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın