İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ters Akıntılar ve Bir Avuç Hemşin

Hakan YILMAZ

Ters Akıntılar kitabının açılışında; “İçimde biriken, kendini yazdırmaya izin veren şeyleri yazdım. Felsefe yapmak, fark edilmek, bir kitap daha çoğalmak veya unutulmamak gibi dertlerim yok. Burada anlattıklarım, alkış, övgü veya sövgü kaygısı duymadan düşündüklerimdir” diyen İbrahim Karaca; şiir kitapları bulunan, Grup Yorum’un “Uğurlama”, Onur Akın’ın “Gezi Marşı”, Mehmet Gümüş’ün “Buğday Tanesi” gibi yüze yakın şarkıya dizeler veren bir şairdir.

Ters akıntılarda üreten bir sanatçıysanız, eserleriniz sizdeki heyecana aykırı soy ve sopa değil, o akıntıya miras kalır. Sanatına bir işlev yüklemekten kaçan sanatçı ise bunu özgür iradesiyle değil, atmoferden gelen korku nedeniyle yapar. Korkusuna da ‘özgür tercih’ diyerek avunur. Savunduğu özgürlük, içinde bulunduğu kafes kadardır. Kafesini kaybetmekten korkar, kaybederse açıkta kalacaktır. Kiminde işini kaybetme korkusu, kiminde iş bulamama korkusu, kiminde cehennem korkusu…

DAĞLARA KAÇAN KÖYLÜLERDİR ECDADIMIZ

İstiklal Marşının yazarı, Sevr’i imzalayan padişahın satılmış olduğunu söylemişti. Şair ciddi bir geçim sıkıntısı çektiği halde, verilen ödülü kabul etmemişti. Oysa ‘makbul tür’ün taşıdığı cüzdanın bir gözü Amerikan Doları, bir gözü Avrupa Eurosu ile kabarmış; zor kapanıyor çıtçıt! Altın torbalıyorlar lüks villalarında. Emperyalizm dünyaya karşı nasıl davranıyorsa, bunlar da ülkeye öyle davranıyor. Erzurumlu İbrahim Hakkı ve Gazali’lerle yürüdükleri bu yol nereye çıkar ki? Aynı ecdadın torunları olduğumuzdan, aynı gemiye bindiğimizden söz ediyorlar. İyisi mi, kendilerini Osmanlı sansınlar ama ‘Osmansız’ olmak daha güzeldir. Ecdat bellemek gerekliyse eğer, vergisini veremediği için dağlara kaçan köylüleri ecdat sayarız! Hiç kimse sürekli esas duruşta tutulmaz. Hiç kimseye kendi damarlarında akan kanın şırıltısı suç olmaz ama olursa da olsun… Biz bu kocaman güzel ülkenin umudu ve geleceğinin ters akıntılarda olduğunu biliyoruz.

BİR AVUÇ HEMŞİN

Peki, “Bir Avuç Hemşin” kitabında neler var? Çocuklukta ve ilk gençlikte oynanıp orada unutulan, bugüne kalamayan oyunlar… Hastalıklara karşı biraz Arapça, biraz Ermenice ve biraz Türkçeye saklanıp gelen dualar… Osmanlının yıkılıp Cumhuriyetin henüz kurulmadığı bir araf zamandan el sallayan ‘Başka Türlü Eşkıyalar’… Çocuk yaşta Rusya gurbetliğine çıkıp devrimden sonra dönenler, tedavülden kalkan bir çuval paraya bakıp bakakalan Tavariş Hoca, Toşi ve sevdalı dağların şairi Servet Amca… Kırım’da ölen oğlunu yattığı mezardan alıp getiren Nokta Ana… Eski maniler, mizah ile yoğrulmuş yeni zaman manileri… Türkçe sözlükte olmayan ama burada yaşayan özel yerel sözcükler…

Ve bu gizemli toprağı nasıl anlatacağına kafa yorarken kılı kırk yaran düşünceler. İnsanlığın, üzerinde kendisini alt üst ederek acılarla ilerlediği bir tarih var. Uygarlıklar bu tarihi akış içerisinde doğar ve batar, kavimler birbirine karışır. Etnoloji çalışması bir halkbilimi araştırması tadında ve arkeolojik kazı kıvamında yürüdüğünde, kendi gerçeğine daha çok yakışıyor. Fakat günümüzde Hemşinliler bu tür tartışmaların ne kadarıyla ilgileniyorlar, kendilerini bu meraka ne kadar dahil ediyorlar, onların hayatında hangi öncelikler var? Hemşin üzerine dil, tarih ve kültür merakıyla başlayan bu mütevazi çalışma, ‘milli hassasiyet’ ve ‘etnik duygusallık’ duraklarında mola vermeden kendi yolunda gidiyor. Bir göle atılan bir taş ve yayılan halkalar… Bir Avuç Hemşin kitabında bunlar var.

Reklam


Evrensel Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.