İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Taşlıtarla’da mahallenin Kürtleri yolda yürürken, tark-turk diye… (4)

MURAT SEVİNÇ

Aslı Erdoğan’a yönelik tepkiler üzerine bir ‘ara’ yazı…

Yirmi küsur yıl önce, aile efradı toplanıp bana eski model bir ‘Röno 9’ almıştı. Ankara caddelerinde talime başlamıştım kan ter içinde. Malum, Türkiye’de önce araba alınır, sonra şoförlük öğrenilir! Bir gün, fakülteden çok yakın bir arkadaşımla Ulus’a, İtfaiye Meydanı’na gittik. İşimizi bitirdikten sonra araca bindik. Çalıştırıp Opera’daki dört yol ağzına açılan büyük caddelerden birine doğru sürmeye başladım. Reklam

Kısa süre yol aldıktan sonra, onlarca aracın üzerimize geldiğini fark ettim. “Sence hepsi ters yönde olabilir mi” diye sordum. Arkadaşım “Hayır”, dedi. İki seçeneğimiz vardı tahmin edebileceğiniz gibi: Ya üzerlerine sürüp kaza yapacaktık, ya da hatamızı kabul edip kenara çekecektik. Macera aramayan gerçekçi iki genç asistan olarak, telaşla kenara çektik. Nasıl döneceğimizi de bilmiyoruz! Polis geldi, azarladı, ceza kesti vs.

Bütün dünyanın kendisine karşı olduğu, kendisine sürekli komplo kurulduğu vehmiyle yaşayan Türkiye’nin ortalama ahalisi, ters yönde giden ve kabadayılıktan vazgeçmeyen, üstelik aracı ‘tüplü’ sürücüye benziyor sanki! 

Ters yöne giriyor, fark ettiğinde trafik kurallarının kendi isteği doğrultusunda değiştirilmesini istiyor, değiştirilmediğinde diğerlerini araçtakilere şikâyet edip yolcuları baskılıyor, yolcular çaresizlikten “Haklısın abi” demek zorunda kalıyor, bir kısmı “Sür ya bir şey olmaz” deyiveriyor, o esnada camı açıp sağa sola tehdit yağdırıp küfrediyor, bir iki araca vuruyor ve sonunda ulaşmak istediği AVM’ye vardığında, tüplü olduğu için kapalı otoparka da alınmıyor! Haliyle, açık havada, nem, toz, kar, dolu… Reklam

Sürücü, bu tip insanların ve mensubu olduğu milletin alameti farikalarından olan ‘doğuştan bilgelik ve haklılık’ varsayımına, daha ilk andan sahip! Kahrolsun trafik kuralları, kahrolsun karşı yönden gelen araçlar, kahrolsun kapalı otopark kuralları… Hepsi, sürücüye düşman. Ne yapsın, o da efkâra vuruyor kendisini bir süre sonra çaresizce, kimsenin kendisini sevmediği vehmiyle sağa sola sataşarak geçiriyor ömrünü!

Yazar-edebiyatçı Aslı Erdoğan yurt dışında bir söyleşi vermiş. Dün gece gördüm başlıkları. O başlıklara bakılırsa Aslı Erdoğan, “Türklere, okula başlar başlamaz Kürtler’den nefret etmesi gerektiği öğretiliyor”, demiş. Tabii bu cümlede bir tuhaflık fark ettim. Yıllardır benzeri yazıları okuyan, çalışma konusu yapmış biri olarak başlıklara güvenmedim. Çoğu  gazete(ci)nin ‘yanlış anlama’‘çarpıtma’‘özensizlik’ ve ‘tıklanma’ hastalıklarından mustarip olduğunu biliyorum.

Nitekim sabah olduğunda, yazarın haberde belirtilenle değil, başka bir gazeteyle kısa bir  söyleşi yaptığını, haberin başlığındaki ifadeleri o şekilde sarf etmediğini okudum. Yazı bittiğinde ise, Erdoğan haberi yalanlamış, haber sitesi (T24) özür mesajı yayınlamıştı.

Söyleşinin orijinaline bakılırsa, Aslı Erdoğan, son derece kısa ve hatta ‘sade suya tirit’ denilebilecek bir ‘Kemalist rejim/eğitim’eleştirisi yapmış, hepsi bu. 

Söyleşiye, söylediği iddia edilip aslından söylemediklerine (!) girmek niyetinde değilim. Fakat, Aslı Erdoğan’a, adetten olduğu üzere çok sert ifadelerle yüklenen ‘AKP muhaliflerine’ ve artık bıkkınlık veren ‘bunları ödül almak için söylüyor’ korosuna öncelikle bir şeyi hatırlatmak isterim:

Medyada yazmaya başladığım tarihten bugüne dek (13 yıl) hemen her anayasal konu, temel hak tartışması üzerine bir iki satır karaladım. KHK ile kapatılan Özgür Gündem gazetesinin adı ve başına gelenler de, bazı yazılarımda geçti. Ama ben, ‘yalnızca’Özgür Gündem üzerine bir yazı yazmayı, bunun, yani yazmayı istediğim satırların ‘muhtemel bedelini’ ödemeyi göze alamadım! Oysa Aslı Erdoğan, düşünce özgürlüğünü savunmak için gazetenin yanında durdu ve cezaevine girdi. Bedel ödedi. Diğer ‘sembolik’ yayın yönetmenleri de şu ya da bu ağırlıkta hapis cezaları aldı. 

Düşüncelerinin hiç birine katılmasanız da, Aslı Erdoğan ve benzer çizgidekilere esip savururken, böyle insanların başkalarının göze alamadığı bazı işleri yaptığını göz önünde bulundurmakta ve eleştiride asgari saygıyı gözetmekte yarar var. İnsan kendisini, sınırlarını, cesaretinin ölçüsünü bilmeli ve ona göre davranmalı ki, gülünç duruma düşmesin. Her neyse…  

Gelelim asıl konuya.

Diyelim ki Aslı Erdoğan, olabilecek en tuhaf ve yanlış ifadeleri sarf etmiş olsun. Peki ona ölçüsüz tepki gösterilince, yakıcı sorunlarımız çözülüyor mu? Türkiye daha konuşulabilir hale geliyor mu? Almanya’da ve Birleşik Krallık’ta vahim düzeyde olan ama bizde kesinlikle rastlanmayan ‘ırkçılık’ sorunu halloluyor mu?! 

Efendim, bizim okullarda Kürt düşmanlığı öğretilmemiş hiç! Şekerim siz İsviçre’de mi okudunuz? Doğru söylüyorsunuz, müfredatta ‘haydi Kürt düşmanı olalım’ başlıklı bir ders hiç olmadı. Haklısınız, bravo, çok doğru bir tespit! Birileri de diyor ki, “Biz zaten Kürt nedir ne değildir bilmezdik!” Hadi canım! Yahu sorun bu değil mi zaten! Neden bilmezdiniz? Milyonlarca Kürt bir yerlere mi saklanmıştı on yıllar boyu? Ağaç kovuklarında mıydı hepsi? Habersiz oluşunuzun nedeni ne olabilir sizce? 

Rahmetli anam babam zamanında Şark Islahat Planı, ben büyürken de Harp Okulu müfredatı ile MGK kararları vardı. Sizin haberdar olmayışınızın nedeni, dillerinin, kültürlerinin yasaklanması olabilir mi? Kürt kimliğiyle yaşamanın imkansızlığı? Ne dersiniz? Örneğin her sabah “Türk’üm doğruyum…” okuyordunuz ya, hah işte o sözleri ‘dağ Türk’ü’ de okuyordu, biliyorsunuz değil mi? 

Bizim müfredatta, ‘gayrimüslimlerden nefret etme sanatı’ da olmadı hiç. Kutlarım, bu da çok doğru bir saptama. Eh neden şu tarihte dahi, ‘Ermeni dölü’ diyerek sövüyor insanlar. Daha geçen gün yazdım ‘cüppeli’ bir herifin vaazındaki ifadelerini. Ne geliyor küfürbazların başına? 

Birkaç yıl önce hatırlatmıştım, Dolmabahçe Sarayı’nı gezdiren rehberler, sarayın mimarını Ermeni ‘Balyan Ailesi’ yerine, İtalyan ‘Balyani Ailesi’ olarak tanıtıyor! ‘Millet’ sistemini benimsemiş ve gayrimüslimleri tebaası kabul eden ‘Osmanlı’ya sövercesine!

Sahi, sizin Ermeniler ve Yahudilerle de bir sorununuz olmamıştır muhtemelen. Eh hiç Ermeni arkadaşınız var mı ki? Yok mu? Neden yok? Ne oldu bu insanlara? Yüzyılın başında, Müslüman olmayanların nüfustaki oranını hiç merak ettiniz mi? Neden etmediniz? Yoksa bu konuları merak dahi etmemeniz mi sağlandı?

Ermeni bir memurla karşılaştınız mı? Ah çok garip! Hani yıllarca ‘kamuda dini ve siyasi semboller’ tartışıldı ya, o sembollere gayrimüslimlerin özel kılık kıyafeti ve dini sembolleri de dahil mi? Yoksa hiç gündeme gelmedi mi? Allah Allah, neden ki? Onlar da yurttaş değil mi yoksa! 

Yüzlerce örnek…

Türkiye Cumhuriyeti belli ilkeler üzerine inşa edildi. Her devlet gibi. O ilkelerden biri,  ‘Sünni-Türk’ yurttaş. Ulus devletin ideal yurttaşı bu niteliklerle belirlendi. ‘Uymayanların’ kaderi de! 

Üzerinden bir asır geçti. Kuruluş ilke ve amaçlarından, ‘tutan’ ve ‘tutmayanlar’ oldu. Türk ulus devlet modelinin en önemli sac ayaklarından olan ‘milli eğitim sistemi’, kurucular tarafından talep edilen yurttaşı yaratmakta tümüyle olmasa da büyük ölçüde başarıya ulaştı: Diyanet Müslümanlığını, turancı olmayan milliyetçiliği, emperyalizme/mandacılığa savrulmayan batıcılığı benimsemiş, kapitalizme sadık yurttaş.

Şablona uymayan Aleviler, Kürtler, gayrimüslimler, sosyalistler… Eh, onların da olabildiğince icabına bakıldı ve geldik bugünlere. 

İnsanlar genellikle aidiyetlerini düşünüp dillendirerek kurmaz günlük yaşamlarını. Bir  büyük sermayedar, evden çıkarken “Hadi hanım, ben burjuvazinin dönemsel çıkarlarını sağlamaya gidiyorum”, demez. Yaşantısının kendisi, eylemleri, düşünceleri, o sınıfın ilkelerinde belirlenmiştir zaten ve sınıfının çıkarlarına uygun davranır. 

Aynı biçimde, hâkim etnik ve dini grubun mensubu da, o hâkimiyeti farkında olmadan kurar ve deneyimler. Türkiye’de çoğunluğu temsil eden bir Sünni ve Türk, çoğu zaman bu niteliklerini düşünmeden, fark etmeden yaşar. Farkına varmak, belli ‘anlara’ özgüdür. Örneğin Trump’ın mektubunun ya da bir savaşın ‘Türklük’ bilincini hatırlatması, köpürtmesi gibi. Daha ziyade ‘milliyetçi’ anlarda. 

Buna mukabil, eğer ‘eşit yurttaşlık’ ilkesi yaşama geçirilmediyse, yurttaşlar arasında etnik ya da dini gerekçelerle ayrımcılık mevcutsa, çoğunluğa dahil olmayan kimseler bir ömrü kendi kimliklerinin ‘farkında olarak’ geçirir. Çünkü koşullar, onların bunu sürekli ‘hatırlaması’ için yaratılmıştır.

Türkiye’de yaşayan bir Kürt, Alevi ve gayrimüslim, bu satırlarının yazarından ve ailesinden farklı olarak, ömrü boyunca Kürt, Alevi ve gayrimüslim olduğunun bilinciyle yaşar. Ayrımcılığı hissetmeleri için, okulların ders programında ‘ayrımcılığa giriş’başlıklı bir dersin bulunmasına gerek yok!

Zaman zaman Gazete Duvar’da, büyüdüğüm dindar kenar mahalle hakkındaki gözlemlerimi yazmaya çalışıyorum. Umuyorum devam edeceğim. Okuduğum okullarda, Kürtlere ya da Alevilere, Müslüman olmayanlara nefret ‘öğreten’ dersler yoktu kuşkusuz. Buna mukabil müfredat, koşullar ve büyüdüğüm mahalle, karikatürize ettiğim bu tür derslerin olmasına gerek bırakmıyordu!  

Hiç bir zararını görmediğimiz Alevilerin, hiçbir zararını görmediğimiz Kürtlerin, hiçbir zararını görmediğimiz gayrimüslümlerin, hiçbir zararını görmediğimiz sosyalistlerin, ‘tehlikeli’ insanlar olabileceği ‘sohbetleri’ işiterek geçirdim yıllarımı. 

Üstelik o sohbetleri yapanlar ‘iyi insanlardı’ ve ne dediklerini, siyasi sonuçlarını hesaplayabilecek birikime sahip değillerdi. Irkçı değillerdi ama kolaylıkla ırkçı söyleme kapılabiliyorlardı. Alevilerle, Kürtlerle komşuydular. Gayrimüslim arkadaşları, komşuları olmuştu. Hepsiyle iyi insani ilişkileri vardı. Ama işte bir de, hep öğretilen, hep duydukları, hep maruz kaldıkları bir tarih. Yalan yanlış yazılmış bir tarih. Söylenceler, inanışlar, nasihatler… 

Tek satırını dahi okumadığı Nazım Hikmet’i, hiç sevmeyen insan tanıdım ben!

Hâl böyleyken değerli okur,

Aslı Erdoğan’ı sever ya da sevmezsiniz, sizin bileceğiniz iş. Ancak bu memlekette şunca şey olup biterken, “İyi de bizim okulda yoktu öyle şeyler” diyerek çözülmüyor sorunlar. Dürüst bir tavır değil bu. Hepimiz ‘aslında’ ne yaşandığını biliyoruz bu toprakta.

Bu konulara devam edeceğim…

Elinizi vicdanınıza koyup şu kurmaca cümle üzerine düşünün lütfen:

“Büyüdüğüm Eyüp’te ve Taşlıtarla’da, Türk filan yoktu. Kenar mahalle Kürtleri, meydandaki çorak arazide yürürken ayaklarından tark-turk diye sesler gelirmiş, zamanla bu seslerden Türk ismi çıkmış. Yani hepsi kenar mahalle Türk’ü’ aslında. Zaten dilleri de dil filan değil, Kürtçe’nin bozulmuş bir lehçesi sayılır…” 

Ne hissediyorsunuz?

Yaşam, en haklılık, en doğruluk, en güzellik, en bilgelik, en… sidik yarışı değil. Kendi dünyamız dışında dünyalar, bizim dışımızda insanlar, Türkiye dışında ülkeler, kültürler var. 

Vallahi var!

http://www.diken.com.tr/taslitarlada-mahallenin-kurtleri-yolda-yururken-tark-turk-diye-4/

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın