İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kuzeydeki ‘güvenli’ bölge

Ragıp ZARAKOLU

Herkes güneyde oluşturulmaya çalışılan “güvenli” bölgeyi tartışırken, Suriye iç savaşı sırasında oluşmuş olan kuzeydeki “güvenli” bölgenin farkında değil.

Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu bölgesinde nüfus oranları üzerinde oynama politikası 93 Harbi (1877 Rus-Osmanlı Savaşı) sırasında başladı diyebiliriz. Savaşın geçtiği bölgenin kadim yerli halkı olan Ermeniler ciddi sıkıntılar yaşadılar, yerlerinden yurtlarından oldular. (*)  “Ermeni reformu”nun bir madde olarak 1878 Berlin Anlaşmasında yer almasından nedenlerinden biri de bunların giderilmesi idi.

Osmanlı yönetimi açısından ise, Balkan halklarının imparatorluktan bağımsızlaşması bakımından sıradaki “tehdit” Ermenilerdi. Abdülhamit’in hak talebinde bulunmaya başlayan Arnavut ve Arap halkları, ardından geleceği anlaşılan Kürtler karşısında başvuracağı politika, elindeki Halifelik kurumunu da kullanarak, İslamist politikalar olacaktı. Örneğin bir yandan Kürt beylerinin çocuklarını İstanbul’da asimile edecek okullar kurulurken, bir yandan da Rusya’nın Kazak alaylarını örnek alıp Hamidiye alaylarını kuracaktı, yükselebilecek olası Ermeni devrimci hareketlerini engellemek için.

Öte yandan başvurulan temel politikalardan biri de bölgenin nüfus terkibini değiştirecek iskan politikalarını başlatmak oldu. Böylece uluslararası baskılar karşısında, “ama tarihi Ermenistan olarak anılan bölgede artık Ermeniler azınlık” yanıtının verilmesi mümkün olacaktı.

Nüfus oranlarının değiştirilmesi politikasının, örneğin Musul’da da bu kez Keldani ve Süryanilere karşı uygulandığını, Osmanlı arşivinde yer alan, 1890’lardaki belgelerden anlıyoruz. Onların çeşitli pogromlar, Kürt aşiretlerinin saldırıları nedeniyle ayrıldıklarından sonra, resmi makamların geri dönmelerine izin verilmemesi talimatı vermekteydi Babıali mercileri.

Daha 93 Harbinden önce, Rusya’daki Çerkes soykırımından sonra ayrılan Adige, Dağıstanlı, Çeçen, vd. Kafkas Müslümanlarının özellikle Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’da iskan edildiğini görüyoruz.

Örneğin Rusya’dan gelen öfke dolu Çerkes göçmenler Balkanlarda da iskan olunmuştu. Bunlar Balkan krizleri sırasında bir çeşit milis gücü olarak kullanılmışlardı. Bu nedenle Berlin Antlaşmasının maddelerinden biri de, Çerkeslerin Bulgaristan’dan alınması idi.

Ulus devlet projesinin uygulamalarından biri de, Osmanlıdaki iskan politikalarının devam ettirilmesi oldu.

Doğu Anadolu’da bu politika tam başarılı olmadı. 1931 sonrası TBMM başkanı olan, Atatürk öldüğünde, birkaç gün olsa da sembolik olarak T.C. Cumhurbaşkanı olan Abdülhalik Renda, 1915 soykırımının Muş ve daha sonra Halep vilayetlerindeki uygulayıcılarından biri idi.

Renda, 1925 yılında kaleme aldığı Doğu “Reform” planında, “dikkat, Ermenilerden boşalttığımız yerlere Kürtler yerleşiyor, Kuzeye yayılıyorlar” diyordu.

T.C., oluşum sürecinde, Balkan ülkeleri ile anlaşmalı ya da anlaşmasız nüfus mübadelesinde istekli idi. Buna karşı taraftakilerin de istekli olduğunu belirtmeliyiz. Ama Balkan göçmenleri açısından Doğu çekici değildi. Ermenilerden boşalan yerlere, bölgenin diğer “yerli halkı”nın yerleşmeye gönüllü olması anlaşılır bir şeydi. Türk ulus devleti projesi, yeni gelenleri eritme kazanında kaynaştırabilirdi, ama Doğuda bunu yapacak gücü yoktu, bölgenin geleneksel yapıları ile şu ya da bu şekilde uzlaşmak zorundaydı.

35 yıldır devam eden de facto “Kürt Savaşında” tam anlamı ile kazanan taraf olmadı. Çatışan iki taraf açısından da bir pata durumundan bahsedebiliriz. Çok ağır bedellerle.

900 kilometrelik, harita üzerinde belirlenmiş yapay Suriye sınırına Kürtlerin egemen olması olasılığı T.C.’nin kabusu.

Bunun için her türlü macerayı göze alabiliyor. İçeride kent yıkımlarına giderken, savaşı güneye taşıyor. Güvenli bölge çılgınlığının dayandığı ruh hali bu.

Ama bir yandan da bölgenin, nüfus dengesi ile de bilinçli olarak oynanıyor. Özellikle Kürt nüfus oranının başa baş ya da, oldukça kalabalık olduğu yörelerde.

Son operasyonun bir amacı, etnik arındırmaya başvurup sınır boyunun altına Suriyeli göçmenleri iskan edip, bir çeşit insan duvarı oluşturmak ise, bir diğer amacı da sınırın üst tarafındaki Kürt nüfus yoğunluğunu azaltmak.

Şu anda resmi olarak kayıtlı 3 milyon 606 bin Suriyeli göçmen var T.C. sınırları içinde. Bir çok dengeyi etkileyebilecek ciddi bir sayı. RTE, bu faktörü, sadece dış politikada değil, iç politikada da bir baskı unsuru olarak kullanıyor.

Şu anda Şanlıurfa’da 428 bin, Gaziantep’te 451 bin, Hatay’da 440 bin Suriyeli mülteci var. Bunların ne kadarının vatandaşlık aldığını, oy kullanma hakkı kazandığını bilmiyoruz. 

Her ne hikmetse sadece Güney Anadolu’da değil, Batıda da yoğun Kürt nüfusun olduğu kentlerde de önemli sayıda Suriyelilerin yerleşmiş olduğunu görüyoruz.

Örneğin Mersin’de Kürt oyları 1990’lardan beri rejim için baş ağrısı olmuştur. Mersin’de 204 bin, Adana’da 239 bin Suriyeli var. Öte yandan Kürt oylarının önemli olduğu İstanbul’da 550 bin Suriyeli var, resmi rakamlara göre. Yine 1925 sonrası göç ettirilen Kürtlerin yaşadığı Bursa’da 177 bin, İzmir’de 146 bin ve Konya’da 109 bin Suriyeli var.

Tüm bir Karadeniz bölgesinde, Ege bölgesinde, İç ve Doğu Anadolu’da Suriyeli yerleşimine rastlanmaması ilginç. Sonuç olarak, nüfus “harekat” alanı Suriye sınırının Kuzey ve Güneyinin olduğu anlaşılıyor.

(*) Bu konuda bk.: Arsen Yarman, 1878 Palu-Harput/Adalet Arayışı, Belge Y. 2015

https://www.evrensel.net/yazi/84971/kuzeydeki-guvenli-bolge

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın