İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İstanbul’un silinen silüeti; yıkmak yerine onarmak mümkün mü?

“Taşı toprağı altın şehir” 

Birçok kişi bu şehri böyle tanımladı. 

İstanbul… 

Üç imparatorluğun başkenti… 

8 bin 500 yıla dayana tarihi boyunca kozmopolit bir yapıya sahip olan efsanevi şehir her köşesinden bambaşka tarihi dönemlere ait mimarisiyle geçmişten günümüze ilginin odağı halinde.

Ancak ilerleyen zamanın ve insanının altında ezilen İstanbul’un ücra köşelerinde kalan konakları, evleri bugün kaderlerine terk edilirken son kertede yıkım gerçeğiyle karşılaşıyorlar. 

Peki, tarihi evlerin yıkılmadan önce kurtulması mümkün mü?

Bu sorunun cevabı için Mimar Seda Özen Bilgili, İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanı Mahir Polat ve 20 yılı aşkın süredir restorasyon işleriyle uğraşan Jeffrey Tucker ile bir araya geldik. 

“Restorasyon inşaattan daha zor ve maliyetli”

“Tescilli eserler için yıkım kararı almak kolay değil” diyen Mimar Seda Özen Bilgili, öncelikle olarak bu eserlerin projelerinin yapılması gerektiğine vurgu yaptı.

Bilgili şu ifadeleri kullandı:

İç göç nedeniyle bizde yapılar el değiştiriyor. Yapılar kendi sahipleri tarafından korunamıyor. Bir sene çatısını açık bıraktığınız zaman iç sistemi su almaya başlıyor. 

Bulunduğumuz bölge olan Balat-Fener’de yapıların tipolojisi kargir (taş) beden duvarları ve ahşap döşemelerden oluşuyor. Yapının çatısında düzenli bakım onarım yapılmadığında su alıyor; ahşap döşemelerde çürüme ve mantarlaşma başlıyor. 

Kargir (taş-tuğla) duvarlar da su almaya başladığı zaman duvarları bir arada tutan harçlar dağılıyor. Artık bu saatten sonra yapı bir arada duramıyor. 

Ahşap döşemesi, merdivenleri tahrip olmuş; dört duvar halinde yapıyı gördüğünüz zaman da yapıyı metruk olarak değerlendiriyorsunuz, ama aslında çok basit bir şekilde o yapıyı ayakta tutabilirsiniz.


Yapı elemanlarındaki deformasyon basit onarım ile giderilemeyecek duruma geldiğinde kapsamlı bir restorasyonun, basit onarıma göre daha zor ve maliyetli olduğuna dikkat çeken Bilgili, insanların çoğunlukla bu maliyetleri karşılayamadığını dile getirdi.

Aslında en başta yapılması gerekenin çatıları korumak ve düzenli bakım yapmanın olduğunu söyleyen Bilgili, yıkımın son nokta olduğunu ve bir tedavi yöntemi olmadığını anlattı.

Türkiye’de yığma yapı restorasyonu üzerine çalışan deneyimli inşaat mühendislerinin sayısının az olduğunu vurgulayan Bilgili, ülkenin sahip olduğu eski eser sayısına karşılık bu rakamın 5-6 kişiden ibaret olduğunu söyledi.

Bilgili, “Bir binaya yapılacak müdahaleye bu konuda deneyimli bir inşaat mühendisi ve korumacı bir restoratör mimarın karar vermesi lazım. Aslında yıkılacak dediğiniz binaların neredeyse tamamı ayakta tutulabilir. Ayakta tutulamayacak bir yapı yok” dedi.

Belediyelerin yıkmaktan önce yapması gerekenlere dikkat çeken Seda Özen Bilgili sözlerini şöyle sürdürdü:

Binasını boyamayan, yapı belgelenmesi gerektiği halde projelerini yaptırmayan vatandaşlar hakkında yaptırım var. Kendisi onların yerine bunu yapabilir. 

Vatandaştan ücretini alabilir veya almayabilir de. Nitekim Mısır Apartmanı örneğinde de göreceğimiz üzere yapının önemi nedeniyle devletin zoruyla proje yaptırıldı. 

Bir yapı belgelenmeden, projelendirmeden yıkım yapılmaması lazım. Ama diyeceksiniz ki; içine insan giremiyor, can tehlikesi var. 

O zaman lazer scanner cihazlarıyla verisiyle yapıyı 360 derece röntgenini çekerek belgelemek mümkün. Belediyeler, restorasyon imkânı yoksa da en azından belgelesinler.


“Kırgın insanların enerjisi iyi gelmiyor”

1955 ve 1964 sonrasında İstanbul’dan göç eden ya da göç ettirilen RumErmeni ve Yahudi toplumundan geriye kalan mülkiyetlerde yıkım kararlarına ilişkin olarak ise Bilgili, mülk sahiplerine ulaşmanın zor olduğunu dile getirdi.

Bilgili, “Bu öncelikle vakıfların araştırıp belediyeye sunması gereken bir işlem” dedi.

Daha önceki yıllarda bir uygulama için tüm hissedarların onayının olması gerektiğini hatırlatan Bilgili, yakın zamanda bu durumun ruhsata bırakıldığını söyledi.
 

Mimar Seda Özen Bilgili.jpeg
Mimar Seda Özen Bilgili / Fotoğraf: Twitter


Bilgili, Koruma Kurulu’nun yine de bazı durumlarda tam muvaffakiyet istediğini de hatırlatarak şu anda topun belediyelerde olduğunu söyledi.

Ayrıca göç eden ya da göç ettirilen şahısların mülkiyetleriyle bölgesel olarak ilgilenen insanların da olduğunu ekleyen Bilgili, “Bu bilgilere nasıl ulaşıyorlar bilemiyorum ama mirasçılara ulaşıyorlar. Bunu profesyonel olarak yapıyorlar ve muvaffakiyet alabiliyorlar” dedi.

“Söz konusu insan canı olunca Koruma Kurulları yıkım kararı verebiliyor” diyen Bilgili, yeniden inşa için mutlaka sahiplerinin bulunması gerektiğinin önemini belirtti.

Bilgili sözlerini şöyle sürdürdü:

Kırgın insanların enerjisini yeterince aldık. Bu bize iyi gelmiyor. Asla hissesi kayıp bir yapıyı kiralamayı, içinde barınmayı düşünmem. 

Bütün birikiminizle, hayatınızı ortaya koyarak bir yapı yaptırıyorsunuz ve bir şekilde buradan gidiyorsunuz. 

Elinizde hiçbir şey yok. Azınlık Vâkıflarına da şahıslardan geçen mülkler var. Onlar hem bu mülkler hem de kendilerinde olmayan mülkler içinde araştırma yapabilirler. 

Bu insanlara haklarını teslim etmemiz gerekiyor.


“300-500 yıllık konakları söküyorlar”

Yapılan binaların yerine yenisi yapılıyor. 

Sadece Balat-Fener bölgesinde tespit edilen 39 metruk binadan 8’i yıkıldı. Ancak henüz yerine yerleri yapılmadı.

Seda Özen Bilgili, binanın rölevesi yapıldıktan sonra mutlaka kazı rölevesinin de yapılması gerektiği anlattı:

Balat-Fener örneğinden yola çıkarsak burası arkeolojik bir sit alanı aynı zamanda. Kazı izinleri alındıktan sonra kalıntı rölevelerinin çizilmesi gerekiyor. 

Kalıntı rölevesi ve Ankara Devlet Arşivleri’nde Cumhuriyet Dönemi boyunca belgelenen kayıtları istiyoruz yapacağımız binaya dair. Daha sonra hava fotoğraflarını ekliyoruz dosyaya. 

En sonda bölge tipolojisini baz alarak bir proje hazırlanıyor. Ancak ne yapıyorsak yapalım, baştan yapılan bir binanın eskilik değeri kalmıyor artık. Ben olsam ilk olarak bu yapıların belgelerim sonra da çatılarını korumaya alırım. 

Süleymaniye de böyle kayboldu. Birçok yapı belediyenin doğru örgütlenememesi nedeniyle kayboldu. Çünkü biz ruhu olmayan yapıları ayakta tuttuğumuz zaman bu sadece ticari bir mesele oluyor.


Bilgili, en önemli hususlardan birinin de başka yapılarının öğelerinin yağmalanması olduğuna değindi.

Mimar Bilgili, “Antika seviyoruz, nostaljiden hoşlanıyoruz diye Kastamonu’daki 300-350 yıllık konağı söküyorlar. Sadece kapısını sevdiğiniz için alıp getiremezsiniz. O yapıyla kapı bir bütün. Bu da tarih sevicilik değil. Yapıların detaylarını sökerek yok olmasını hızlandırıyoruz” diye konuştu.

İstanbul’un tarihi semtlerinde bir danışma merkezi olması gerektiğini söyleyen Bilgili, “Bilgi kaybı var. Bunun telafi edilmesi gerekiyor” dedi.

2006 yılında kentsel yenileme alanı ilan edilen Balat-Fener bölgesinde, 2007 yılında ihaleyi GAP inşaatın almasıyla kentsel dönüşüm başladı.

2009 yılı itibariyle mahallelinin itirazlarıyla bir çekişme haline gelen kentsel dönüşüm projesi mahkemenin ‘kamu yararı görmemesi’ sonucunda iptal edildi.

Ardından Fatih Belediyesi ve GAP İnşaat üst mahkemeye itirazda bulundu. 2017 yılında Alt mahkemeni verdiği ‘kamu yararı yoktur’ kararı bozularak, ‘kentsel dönüşüm yapılabilir’ kararı çıktı.

Peki, kentsel dönüşüm kapsamında tarihi binaların yıkımı ve yeniden yapılması süreci ne derece sağlıklı işledi? 

Mimar Seda Özen Bilgili, en başta insanların rızaları dışında böyle bir projeyi katılmak zorunda kalmalarının doğru olmadığını söylerken, eski yapılardaki duyguları yok edecek projelerin yapılmasını uygun bulmuyor.

Bilgili, mevzuatı kolaylaştırmanın yolunun kentsel dönüşüm ilan etmek olmadığını dile getirdi. 

“İstanbul’u İstanbul yapan eserler”

Yaklaşık 20 yılı aşkın süredir restorasyon ile uğraşan Jeffrey Tucker, ilk işine kendi evinde başladı.

İtalya’da yaşadığı manastırdan bozma evini restore eden Tucker, daha sonra yeteneğini İstanbul’daki yapılarda göstermeye başladı.

İstanbul’da ilk Asmalımecit’te Sofyalı sokaktaki bir binayı restore eden Tucker’ın ardından ünü neredeyse tüm İstanbul’a yayıldı.

Restorasyonun aslına dönmek olduğunu vurgulayan Tucker, ancak modern zamanın ihtiyaçlarını da eklemek zorunda kaldıklarını söyledi.

Tucker’a göre, ev ne kadar harap olmuşsa bir o kadar daha keyifli iş çıkıyor.

İlk mimarın izlerinin peşine düştükten sonra yapıyı ilk eski haline getirmenin daha büyük tatmin verdiğini anlatan Tucker, bugüne kadar 17-18 bina/daireyi restore ettiğini söyledi.

Restorasyon işinin daha uzun süre sürdüğünü ve daha maliyetli olduğunun altını çizen Tucker, tarihi yarımada gibi sit alanında yapılan çalışmalarda bir arkeologla birlikte elle kazı yaparak çalışma yürüttüklerini dile getirdi. 

Jeffrey Tucker, aşırı korumacı olmanın da kötü fikir olduğu kanaatinde.
 

Jeffrey Tucker.jpeg
Jeffrey Tucker / Fotoğraf: Independent Türkçe

Tucker, “Önce binanın en azından silüeti kurtarılsın daha sonra gerekli düzenlemeler de yapılır. Tamamen o binayı çökmeye terk etmek daha büyük kötülük” diyor. 

İkinci dereceden tarihi eserler kapsamına giren bu yapıların milli bir servet olduğunu ifade eden Tucker, “İstanbul’u İstanbul yapan eserler bunlar. Kaldırımı da binası da İstanbul şehir hatırası. Dolayısıyla bu yapılara belediye, Kültür Bakanlığı tarafından belli bir bütçe ayırması lazım. Birtakım hibeler veriliyor ama genel masrafın yüzde 10‘u bile değil ve alınması çok zor” diye konuştu. 

Binaların içindeki ruhun kaybolmaması gerektiğine dikkat çeken Tucker, şöyle anlatıyor:

Tarlabaşı gibi dışını koruyarak sadece arkaya boş bir bina dikmekle olmuyor. Bu restorasyon değil, yapıştırma gibi duruyor. 

Evet, kötünün iyisi diyebiliriz. Ancak o artık ruh değil. Bir tiyatro sahnesi gibi yapıştırılmış başka bir binaya. O binaların bacasıyla, sarnıcıyla, kuyusuyla yaşaması lazım.


Binaların kendisine sürekli hediyeler verdiğini söyleyen Tucker, “Onlarla ilgilendiğin zaman bunu hissediyor ve sana hediyeler veriyor. Yıllardır saklanmış bir demir kapı duvarın içinde, mermer kuyu ağzı gömülmüş toprağa… Sen uğraştıkça o sana teşekkür ediyor” dedi.

Tucker, kırık da olsa bir şekilde evin içerinde mutlaka o objeyi kullandığını, kullanılmaz hale gelmişse şayet bu sefer aynı tekniklerle yeniden ürettiklerini söylüyor.

Tucker, yaptığın yapıların ilk sahiplerine ulaşmak için de epey uğraşıyor. Fener’de yaptığı evlerden birinin hikâyesini şöyle anlattı:

Petraki Kalfa’nın yanında çalışanlarından birisi olduğunu tahmin ettiğim Rum Yanko Efendi ile, bir de aynı isimli bir hariciyeci. Aynı zamanda yaşamışlar ve tapuda onların ismi var. Ama hangisi bilemiyorum. 

İkisine de çok uyuyor. Çok süslü bir ev, Beyoğlu’ndakilerle aynı tarzda yapılmış. Bazı experler geldi ve binanın içindeki kalem işlerini baktı. 

Yıldız Sarayı’ndaki kalem işlerini benzemesi onun hem Petraki Kalfa’nın ustalarından biri olma ihtimalini arttırıyor hem de o kadar prestijli bir evin hariciyeci birinin evi olduğunu güçlendiriyor.

kırmızı ev.jpeg
Fotoğraf: Melike Çapan – Independent Türkçe

Hikâyenin ardından hemen evi görmek için kalktık. Jeffrey Tucker, dışarıdan da olsa neler yaptıklarını binanın önünde anlattı.

Restorasyona başladıklarında evin dış cephesinin tamamen beton sıva ile kaplı olduğunu belirten Tucker, sıvayı kaldırdıkları zaman altından cephe tuğlası çıktığı söyledi.
 

kırmız ev bilgi levhası.jpeg
Fotoğraf: Melike Çapan – Independent Türkçe

Evin üst kısmındaki süslemelerin de sıvanın altından çıktığını dile getiren Tucker, evin girişinde yer alan küçük demir kapının bir kanadını evin içinde bir duvara gömülü halde bulduğunu anlattı.  

Jeffrey Tucker ile ‘Yanko Efendi’ye ait olduğu düşünülen tarihin evin hemen yanında bulunan kendi evine geçtik.
 

yeşil ev.jpeg
Fotoğraf: Melike Çapan – Independent Türkçe

“Bölgenin en çirkin binasıydı” diyen Tucker, binanın hikayesini şöyle anlattı:

Herkes tepki gösterdi ‘neden bu evi aldın’ diye. Ancak altındaki potansiyeli görebiliyordum. 

İlk ipucular binadaki eli belindelerdi. Böyle mermerden bir elibelinde kullanılmış bina o kadar çirkin olamazdı. 

Bütün kolonlarını kesmişler, binayı komple BTB ile kaplamışlardı ve cephe süsleri kaybolmuştu. 

Nitekim raspa yapıp sıvaları kazıdığımız zaman tüm güzellikler ortaya çıkmaya başladı.


Jeffrey Tucker ile evin içinde gezinemeye başladık. 2009 aldığı evinin inşaatına 2012’de başladı, 2014’te bitirdi. Binada farklı evlerden parçalar da var.

Evin zeminine, aynı mahalleden başka bir köşkün bahçesinde bulduğu mermerler döşemiş. (Elbette ev sahibinden izin alarak)

Mutfağa doğru giderken bir basamak dikkat çekiyor. Galata meydanındaki bir evden çıkan basamağın üzerinde izler bulunuyor.

Jeffrey Tucker, o izin kapı sürgüsünün yeri olduğunu söyledi. Buradan evin girişindeki ilk basamak olduğu anlaşılıyor. 
 

merdiven basamağı.jpeg
Fotoğraf: Melike Çapan – Independent Türkçe

1890 yılında yapılan tarihi evin “kim geldi penceresi” (Kimin geldiği görmek için kapıya bakan pencere) evin daha önceki sahibinin örmesi nedeniyle artık yok.

Tucker, pencereyi yeniden açmak istediklerinde ciddi bir statik probleme neden olduğu için yapamadıklarını söyledi.

Evin kapısı da eski orijinal kapı. Gerekli temizlemeler yapıldıktan sonra eskisi gibi yeniden kullanılabilir hale gelmiş.

Kapının tepesindeki yarım ay şeklindeki demiri tuğla ile örüldüğünü anlatan Tucker, tuğlaları kırdıklarında kapının esas tamamlayıcı parçasıyla karşılaştıklarını söyledi.

Tucker, “Sen kurcaladıkça bina konuşuyor; ‘işte ben böyle yapıldım’ diye” anlatıyor. 
 

kapı.jpeg

Fotoğraf: Melike Çapan – Independent Türkçe

Jeffrey Tucker’ın çalışma odasında yer alan tavanla bütünleşik kutuların hikâyesiyse epeyi ilginç: 

Bu evlerde olan ve genelde restorasyonla kaybedilen bir detay budur. Kapağı ve hiçbir fonksiyonu olmayan bu kutu merak konusu olmuştu. Çünkü içinde ne bir havalandırma ne de başka bir şey var. 

Balat-Fener’deki evlerin hepsinde irili ufaklı var. Daha sonra başka biriyle konuşurken öğrendim. Bu kutuları üç harfliler için yapmışlar. (Gülüyor) 

Ancak çoğu evde yer kaybı diyerekten kaldırıyorlar. Bunlar bir evin ruhu. Bunları kaybetmek demek, alışkanlıkları, töreleri, bilgelikleri kaybetmek demek.

kutu.jpeg

Fotoğraf: Melike Çapan – Independent Türkçe

Tucker, Rumlar gittikten sonra göçle birlikte bölgedeki birçok eve yeni ailelerin yerleştiğinden bahsetti.

Tucker, bu ailelerin kalabalık olarak yaşadığı ve kendi yaşam biçimlerini göre evi kat kat böldükleri, her kata mutfak banyo yaparak yanlış izolasyonla evlerin daha hızlı çürümesine sebebiyet verdiklerini dile getirdi.

Tucker, “Evi tüm bunlardan temizlediğin zaman zaten ev birden yaşamaya başlıyor. O zaman da sana ipuçlarını vermeye başlıyor” dedi. 

Hemen evin penceresinde başka bir tarihi evi görüyoruz. Epeyi yıpranmış evin üzerinden sıvaları dökülmüş durumda.

Jeffrey Tucker, tuğlanın üzerindeki çimento sıvayı kabul etmediğini ve dökmeye başladığını söylüyor. Evin kaybolmakta olan en güzel yapılardan biri olduğunu söyleyen Tucker, Anıtlar Kurulu’nun görmediğini dile getirdi.

Restorasyonunu yaptığı eve Anıtlar Kurulu’nda çok fazla müdürün geldiğinden bahseden Tucker, “Kimse kafasını çevirip de bir bakmıyor, niye bu halde diye sormuyor” diye tepki gösterdi. 

Yine evin penceresinden baktığımızda taş cepheli bir bina görüyoruz. Kötü durumda olan binanın, üzerine kaçak kat yapılmış.

Tucker, “Böylesine bir tarihi mahalle, denetimsiz ve boş verilmiş duruyor. O kadar büyük bir potansiyeli var ki buranın. Parlatılmayı bekleyen bir mücevher var ancak kimse ilgilenmiyor” dedi. 
 

pencereden.jpeg
Fotoğraf: Melike Çapan – Independent Türkçe​​​​​​​

İstanbul’da 4 bin 226 metruk bina

İnsana ve yaşadığı döneme tanıklık eden, kültür, sanat ve estetik yönünden insanlığın her türlü kültür ürünüdür.


Kültürel miras kavramını bu şekilde tanımlıyor İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Varlıkları Koruma Daire Başkanı Mahir Polat. 

İstanbul’da yerel yönetimin değişmesiyle birlikte Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı’na atanan Mahir Polat, bugün itibariyle İstanbul’da 4 bin 226 adet tescilli metruk binanın olduğunu açıkladı.
 

İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanı Mahir Polat.jpeg

İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanı Mahir Polat

Bu sayının yarısını sivil mimari denilen evler oluştururken, yüzde 20’si kadarını su hazineleri (çeşme, hamam vb.) oluşturuyor. Yüzde 3’ü de ticari binalar olarak kaydedilmiş durumda.

Polat, metruk binaların tespitinin belediye valilik tarafından yapıldığını anlattı.

5394 sayılı İmar Kanunu’na atıflar yapan Polat, metruk binaların tespitinde “yıkılacak kadar tehlikeli” olması gibi bir kriter olduğunun altını çizdi.

Polat, “Tespit edilen metruk binalar ilgili kurumların web sitelerinden 30 gün süreyle ilan ediliyor. Mülk sahibinin bu sürede tedbir alması gerekiyor” dedi. 

Polat, metruk yapıların tespitinin ardından onarımın mümkün olup olmadığı sorusunu şöyle yanıtladı: 

Metruklaşma sosyo-ekonomik bir mesele. Mülk sahiplerinin genellikle yetersiz kalmaları ya da göz ardı etmeleri sonucunda oluşur.


Mülk sahiplerine karşı herhangi bir yaptırım haklarının olmadığını dile getiren Polat, korunması konusunda Kültür Bakanlığı çeşitli teşviklerinin olduğunu söyledi.

Ancak bu teşviklerinde bir bütçe ekseninde verildiğini söyleyerek yeterli olmadığını ekledi.

Belediyenin öncellikli alanın kendi mülkiyetindeki yapılar olduğunu belirten Polat, daha sonra sosyal fayda, unique, estetik ve mimari değer gibi kriterleri göz önünde bulundurarak bazı yapılar için tedbirler alabildiğini dile getirdi.

Ancak sayının çok olması ve ihtiyacın da ciddi bir mali yük yaratacağına da dikkat çeken Polat, “Bir de şöyle bir konu var ki, özel mülke ilişkin yatırımı kamu bütçesinde karşılanmış olur” ifadelerini kullandı.

Polat, “Tescilleme, takip etme koruma konusunda bilgilendirme ve geliştirme gibi konularda bilgilendirme yetkisi var ama özel mülkiyetleri restore etme yükümlülüğü belediyelerin değildir” diye devam etti. 

Yapılar, metruklaşmadan önce neden korunamıyor? 

Polat’ın bu soruya yanıtıysa şöyle oluyor: 

Kesinlikle yapılar bu aşamaya gelmeden önce korumak ve bakımını yapmak en büyük korumacı tedbir olur. 

KUDEB bünyesinde çoğunlukla bunu yapıyoruz. İnsanlara bakım düzeyinde teknik bilgi vererek yardımcı oluyoruz. 

Ancak sivil mimaride bir süre sonra malikin tutumu bunu radikal bir şekilde etkiler. Tabi çok fazla kültürel miras ve yapı stokunun olduğu bir alandan bahsediyoruz. 

Burada salt kamu idarelerinin mali korumasına dayalı bir çözümü ilerletmek pek mümkün değil. 

Belediye kendi mülkiyetinde olmayan ve sivil koruma alanlarının tamamına bu yaklaşımla gidemez.

© The Independentturkish

https://www.independentturkish.com/node/76946/haber/istanbul’un-silinen-silüeti-yıkmak-yerine-onarmak-mümkün-mü

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın