İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Soykırımdan kayyıma valiler veya taşranın faşizmi

Taner Akçam’ın 1915 Ermeni Soykırımı üzerine yayınladığı son belgeler, devlet işleyişi açısından çarpıcı bir özelliğe dikkat çekiyordu. Devlet bürokrasisinin tek yönlü bir yol gibi merkezden çevreye giden emirler doğrultusunda işlemediğini, taşranın merkezin karar alma sürecindeki etkisini ortaya koyuyordu.

Evet, Ermeni Meselesi’ni halletmek başta Talat Paşa olmak üzere merkezdeki yöneticilerin zihninde vardı ama bunun “imha” şeklinde olmasında taşradaki valilerin telkinlerinin rolü büyüktü. İstanbul imha konusunda müterettid iken Bitlis, Van, Erzurum, Mamüretülaziz ve Diyarbakır valileri, İstanbul’u radikal bir çözüm için zorlamışlardır.

Ermeni Soykırımı’nda bürokrasinin rolünü aydınlatması ve ezberimizi bozması açısından önemli bu belgeler çünkü Soykırım’dan tam 104 yıl sonra yaşadığımız “Kayyım” meselesi Kürt meselesinde de bu gerçeğin değişmediğinin göstergesiydi.

Taşranın bu konudaki etkisini bir bayram sabahı dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açtığı telefondaki sözleri doğrular nitelikteydi. Erdoğan bayramımı tebrik ettikten sonra KCK Operasyonu’nun doğru bir karar olup olmadığı konusunda fikrimi sormuştu. Belli ki, KCK Operasyonu dönemin taşra bürokrasisi tarafından merkeze empoze edilmiş ve uygulanmıştı ama Erdoğan’ın kararın doğruluğu konusunda kuşkuları vardı.

O dönem Diyarbakır Valisi sonradan “FETÖ”den hüküm giyen Hüseyin Avni Güler idi. Cemaat’in başta Oslo Barış Süreci olmak üzere Kürt meselesine yaklaşımı çok fazla tartışılmayıp sorgulanmayan bir konu. Cemaat yöneticilerinin bu konuya açıklık getirmekten kaçınmaları da elbette dikkat çekici ve rolleri haklarına hüküm vermeye yardımcı.

Taşranın merkez üzerindeki etkileyici hatta belirleyici rolünü Taner Akçam’dan okuyalım önce:

“Arşivde mevcut birçok belge, 1 Aralık 1914 kararından sonra, özellikle Bitlis, Van, Erzurum, Mamüretülaziz ve Diyarbakır valilerinin İstanbul merkezi Ermenilerin imhası konusunda radikal bir karar için zorladıklarını gösteriyor. Yani Valiler, İstanbul’da alınmış kararların basit uygulayıcısı değiller, aksine, bu karar sürecinin önemli bir parçasıdırlar. Hatta İstanbul’u nihai bir imha kararı için en çok sıkıştıran onlardır, diyebiliriz.

Valilerin İstanbul’a gönderdikleri telgrafların bir başka önemli özelliği daha var.

Valiler, imha kavramını kullanmaktan asla çekinmiyorlar. Son derece açık ve net, Ermenilerin imha edilmesinden söz ediyorlar. ‘Ermeniler hakkında karâr-ı kat’î ve ta’lîmât verilmesi zamanı gelmiştir,’ diyerek İstanbul’u nihai bir karar almaya zorluyorlar.

İstanbul başta temkinlidir ve “Ermeniler hakkında bir kat’i talimat verinceye kadar” Valilerin, bölgenin ihtiyaçlarına göre davranmalarını istemektedir.

Ama Valiler, birbiri ardı sıra çektikleri telgraflarda kendi yerel tedbirlerinin yeterli olmadığını ve kendilerine merkezce alınmış nihai bir kararın tebliğ edilmesini istemektedirler.

Sivas Valisi’nin Ermenilerin imhası için karar alınmasını isteyen şu sözleri iyi bir örnek teşkil eder: “Ermenilerin ‘imha ve tenkilleri kararlaştırılmış ise’, elde yeteri kadar askeri kuvvet var olduğu için ‘şu sıranın icraata pek müsait olduğu…’.

Bitlis Valisi için, Ermenilerin imhası vatanını selameti için kaçınılmazdır: İstanbul’a yazdığı bir telde, ‘mevcudiyetleri bünye-i vatan… için daima muzır görülen bu unsurun [Ermenilerin] kuvva-yı maddiye ve maneviyesiyle imkân mertebesinde imhası selamet-i vataniye icabâtına göredir,’ demektedir.

Yine Bitlis Valisine göre, ‘İmha tedbirlerinin tatbik zamanı ve icraatı’ ise ‘savaşın durumuna ve devletin siyasetine göre tayin’ edilmelidir.”

Bir başka alıntı Eser Karakaş’ın Ahval’deki son yazısından: “Merkez bu tasarrufu gerçekleştirmeden önce mesela Diyarbakır Valisi daha 1 Nisan günü, seçimlerden bir gün sonra, merkeze yazdığı bir yazıyla Diyarbakır’a kayyım atanmasını talep etmiş; bu yazı muhtemelen belirli bir gizlilik derecesi taşıyordu ama şimdi çarşaf gibi basında, demek ki AKP bürokraside de artık iktidarı kaybediyor.”

Henüz başka belge sızmadığından Kürt illerine önceden alınan kayyım atama kararında taşranın etkisini bilemiyoruz. Ancak gerek Ermeni Soykırımı karar süreci, gerekse kayyım atamaları bürokrasinin karmaşık işleyiş çarkına ve seçim-dünya kamuoyu gibi kaygıları olmayan bürokratların temel insan haklarını ve demokrasi ilkelerini tereddütsüz ayaklar altına alma eğilimlerine ışık tutuyor.

Türkiye’nin faşizan bir yönetim biçimine kayışında merkezin bu bürokratik yapıya dayandığını ve meselesinin sadece askeri darbeden ibaret olmadığını açıkça görüyoruz.

Her bir taşra bürokratı kendi başına küçük bir asker zaten. Akılda tutmamız gereken gerçek ise, halkların bu zihniyetteki yöneticilerin denetiminde yaşadığı ve ağır bir bedel ödedikleri… Mesele Erdoğan’ı göndermekten daha derinlerde ve çözümü ciddi mücadele istiyor.

© Ahval Türkçe


Ahval News

Yorumlar kapatıldı.