İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Kalafatlı Türk’ Johnson ve ‘Ermeni-sevici’ dedesi Ali Kemal

İngiltere’nin yeni Başbakanı Boris Johnson kariyerinde yükseldikçe, Türkiye’de yarattığı “hareketlenme” de tuhaflaşıyor. Türk Basını ilk günden beri “en çılgın İngiliz siyasetçisi” Johnson’ın Osmanlıya dayanan köklerini, dedesi Ali Kemal’i, Ali Kemal’in babası Hacı Ahmet Rıza Efendi’nin memleketi Kalafat’ı gündeme getirmeyi, kendi sağcıları yetmez gibi bir de İngilizlerin sağcıları ile övünmeyi bir borç biliyor.

Sadece basın değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere birçok devlet yetkilisi Johnson’u tebrik etmekle kalmayıp, Türkiye ve Birleşik Krallık’ın “önemli stratejik ortaklar” olduğunu belirtiyor, iki ülke arasındaki ilişkilerin yeni dönemde de her alanda gelişeceğine inandıklarını ifade ediyorlar.

Johnson’un Londra Belediye Başkanı olduğu dönemde The Spectator dergisinden Douglas Murray’ın, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret içerikli şiir yarışmasının” galibi olduğu hatırlanmıyor bile. Bir Osmanlı torununun, bir Osmanlı sevdalısı için yazdığı nükteli üç beş sözün hesabı yapılmıyor haliyle.

Hemşericilik çok acayip bir şey gerçekten. Hemşeri saydığınız insan Odunpazarı Belediyesinde çaycı da olsa, Avrupa’da Başbakan da olsa değişen bir şey yok. Maksat “Oralarda adamımız var!” diyebilmek ve adamdan nasıl yararlanılacağı üzere fanteziler kurabilmek.

Ali Kemal’in trajik hikâyesi aslında oldukça karışık ama bir o kadar da ilgi çekici olaylara götürüyor bizi. Tarihin iniş-çıkışları, hayatın cilveleri ve doğunun alışılagelmiş iki yüzlükleri ile dolu bu hikâyede Türk devlet anlayışına işlemiş ve bugün hala başvurulan kadim gelenekler, yaftalamalar, hukuksuzluklar, acımasızlıklar ve zulüm var.

Tarihin tanıklıkları, belli ki Ankara’ya 100 kilometre uzaklıktaki Kalafat köy meydanında toplanıp Johnson’un başbakanlığını kutlayan ahaliyi pek ilgilendirmiyor. Misal, Kalafat Köyü Muhtarı “Boris’in (köylüsüdür isimle hitap eder, yadırgamayınız!) kazanmasına çok sevindik. Burada Sarıoğlangiller olarak anılırlar. Toplandık, vatandaşlarla alkış tuttuk” derken bir başka Kalafatlı Adem Karaağaç ise, “Bu topraklardan çıkmış, geni bu topraklara dayanan, geçmişi bu topraklarla bağlantılı olan birisinin İngiltere gibi oyun kurucu bir ülkenin başbakanı olması bizleri gerçekten tarif edilmez duygulara sevk etti” demiş. Johnson’ın “uzaktan kuzeni” Satılmış Karatekin ise “Boris benim kuzenim. Buraya gelmesini, ata topraklarını ziyaret etmesini, onurlandırmasını istiyoruz” talebinde bulunmuş.

Hacı Ahmet Rıza Efendi’nin torunu Johnson başbakan olmuş, Kalafat’ta bir bayram havası, ahali Johnson’u çok severmiş!

AKP’nin sahiplendiği Johnson’u, ne zaman nereye yelken açacağı belli olmayan ama milli reflekslerinden katiyen ödün vermeyen muhalefetimiz tabii ki kabul etmedi. Dedesinin İttihatçılara karşı olması en büyük suç olurken, Johnson’un PKK’yi desteklediği iddiaları ortaya atıldı. Hatta bazı cevval köşe yazarları “Oysa dedelerimiz ne güzel söylemiş “ayıdan post, gâvurdan dost olmaz. İşte size ayı, işte gâvur…” dediler. Uluslararası değerlerle bezenmiş ne yerinde söylemler, ne geçerli argümanlar!

Bazı “milli mücadele şövalyeleri” Johnson’un İngilizliği yetmezmiş gibi tutkulu bir Siyonist olduğunu ve İsrail’i çok sevdiğini belirttiler. “Sarı tehlikenin farkında mısınız?” başlıkları ile halkı uyarmayı görev bildiler.

Johnson’un dedesi Ali Kemal dönemim batı hayranı, liberal sayılabilecek fikirlere sahip bürokrat ve gazetecilerinden. Osmanlı’nın son döneminde eleştirel yazılar yazmaktan çekinmeyen, İttihatçı siyaseti onaylamayan, gayrimüslimlere yapılan zulüm ve katliamlardan rahatsızlık duyan, yeni bir ülkenin temellerinin böyle atılmayacağına dikkat çeken, Ermeni Soykırımı’nı kınayan ve failleri olan İttihatçıların yargılanmasını isteyen biri. Dolayısı ile lakabı “Ermeni Artin” ve dönemin “hainlerinden” biri.

Ali Kemal hakkında gerçekleri öğrenmek hiç zor değil, farklı dillerde oldukça çok kaynak ve bilgi var. Türkçe genel bir bilgi sahibi olmak isteyenlere Tarihin Öteki Yüzü programını dinlemelerini öneririm. Ali Kemal’in İttihatçılara düşmanlığı, Mustafa Kemal ile ilişkisi ve programlı bir linçle öldürülmesini tarihçi Ayşe Hür soğukkanlı yorumları ile anlatıyor, yararlanırlar.

Kısaca, Damat Ferit Paşa kabinelerinde Maarif ve Dâhiliye Nazırı olarak hizmet vermiş, Milli Mücadele’yi ve Mustafa Kemal’i çok sert eleştirmiş, İttihatçıları kasaplıkla suçlamış gazeteci Ali Kemal planlı bir linç neticesinde öldürülüyor. Failler cezasız kalıyor hatta ödüllendiriliyor.

Ali Kemal o dönem yapılan yanlışların farkında, Batılılar ile atılan imzalar ile yerine getirilmesi gerekenlerin yapılmadığının, bunun sorun olacağını çok iyi biliyor. 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu, Vilayet-ı Sitte denilen Doğu Anadolu’daki Ermeni illerinde ıslahat yapacaktı. Yasalar gereği Ermenilerin nüfusları yetmediği bahane edilerek bu madde hiçbir zaman uygulanmadı. 1914’de Batılılar tarafından yapılan uyarılardan önce Ali Kemal bu ıslahatın artık çok geciktiğini yazınca Ermenice Harutyun adının kısaltması olan Artin lakabı ile anılmaya başlıyor.

Ali Kemal’in niyeti ıslahat gecikirse işlerin kötüye gideceği konusunda uyarıda bulunmak, ama belli ki 1915’e bir kala İttihatçıların bu konudan hiç de rahatsız olmadıklarını, “Ermeni Sorunu”nun kökten çözeceklerini aklından bile geçiremiyor.

Bugün Türkiye’de hala değişen bir şey yok, haksızlığa uğrayan, ezilenin yanında olmak hala suç, hala çok riskli; gâvurluktan – Ermeniliğe her türlü lakaba layık görülebiliyorsunuz.

Ali Kemal’in bu doğrucu tavrı 1922’de hakkında yakalama kararı çıkarılmasına sebep oluyor. Aynı yıl, 6 Kasım’da Ali Kemal Tokatlıyan Han’daki berberinin koltuğundan İstanbul Polis Müdür Muavini Sadi Bey tarafından derdest edilip İzmit’e götürülüyor.

Olayın başkahramanı 1921 baharında başlayan Koçgiri İsyanı’nı kanla bastırmadan önce “Dzo diyenleri (Ermenileri) ortadan kaldırdık, şimdi sıra Lo diyenlerde…” sözleri ile tarihe geçen Sakallı Nureddin Paşa. Sakallının maceraları Karadeniz’de yola getirdiği Pontuslular, Dersimli Kızılbaş aşiretlerin “bir daha ayağa kalkamayacak şekilde dağıtılması ve Anadolu’nun değişik yerlerine serpiştirilmesi” için verdiği emirler, Topal Osman’ın da yardımıyla temizlediği yüzlerce “asi”, sürdüğü binlerce “vatan hainleri” ile dolu.

İzmit’te Nureddin Paşa’ya teslim edilen Ali Kemal, Paşa’nın sorgulaması ve suçlamaları sırasında adaletin huzuruna çıkmaktan korkmadığını söylese de, Paşa’nın emri ile çok kısa sürede toplanan ve “öldürsünler, linç etsinler!” emri verilen kalabalık, “vatanın haini” için gerekeni yapıyor. Ali Kemal güvendiği adalet tarafından hiçbir zaman yargılanamıyor.

Öldüresiye dövülen, kafası ezilen, tanınmayacak hale gelen Ali Kemal’in elindeki yüzük, üzerindeki para, kıyafetleri de gasp ediliyor. Saldırılardan kurtulmak için İstiklal Mahkemesi Savcısı Necip Ali Bey’e sarılan Ali Kemal’in göğsüne bir de bıçak sokuluyor. Ardından ayaklarından bağlanarak sokaklarda dolaştırılıyor. Ne kadar can yakıcı, ne kadar tanıdık değil mi?

Linçten sonra büyük ihtimalle yapılan eziyet belli olmasın, biraz da ibret olsun diye darağacına çıkarılan ve asıldı süsü verilen Ali Kemal’in göğsüne “Artin Kemal” ibaresi dövülüyor.

Nureddin Paşa bu şanlı askerlik vazifelerinden sonra çekişmeler olsa da TBMM mebusu olarak hayatına devam ediyor. Nureddin Paşa’ya yapılan eleştiriler kesinlikle Kürtlere, Ermenilere ve Rumlara karşı giriştiği acımasızlıklar ile ilgili değil, kişisel gücünü kadrolaşma üzerine kullanması ile ilgili. Bu suçlamalardan kendisini kurtaran, Meclis soruşturmasından vazgeçilmesini sağlayan ise Mustafa Kemal. Soruşturmadan vazgeçilmesi ardından göstermelik olarak Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Paşa tarafından yargılanan Nureddin Paşa cezalandırılmıyor, sadece askerlik görevine son veriliyor ama bürokraside hala söz sahibi olabiliyor.

Bu kollamanın sebebi kuşkusuz Paşa’nın devletin pis işlerini eli titremeden halletmiş olması. Devletin kadim alışkanlıkları var, demiştik. Yıllar sonra “devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” sözlerini diyecek torunların Sakallı’dan etkilenmediklerini kim iddia edebilir?

Kısaca son günlerde birilerinin övündüğü diğerlerinin ise vatan haini dediği Johnson’un dedesi Ali Kemal’in hikâyesi bu kadar karanlık ve utanç dolu. Ali Kemal cinayeti, Türkiye’de adalete güvenilmediğinin, cezaları yasaların değil, bir kaç kabadayının verdiği geleneğin en büyük, en rezil örneklerinden. Hatta zaman zaman gazetecilerin sesini kesmek, “akıllı olun sonunuz benzemesin” mesajı için kullanılan, hatırlatılan bir vaka.

Hikâye bence burada bitmiyor. Nureddin Paşa’nın bıraktığı yerden küçük damadı CHP’li Abdullah Alpdoğan Paşa devam ediyor. 1935’te Tunceli IV. Umumî Müfettişi olan ayrıca “Dersim kasabı” olarak da anılan katliamcı “Dersim sonuçtur, başlangıcı Koçgiri isyanıdır” diyenlerin kahramanı oluyor.

Diğer cephede de olayların örgüsü yine karışık. Ali Kemal’in öldürülmesinden sonra ailesi ve oğlu Zeki Kuneralp sınır dışı ediliyor, İsviçre’de hukuk eğitimi görüyor. Daha sonra Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün özel izniyle Türkiye’ye dönüyor ve Dışişleri Bakanlığı’nda diplomatik görevlerde bulunuyor. Bükreş, Prag, Paris, Bern, Londra derken 1978 yılında Madrid’de Zeki Kuneralp’in eşi Necla Kuneralp, bacanağı diplomat Beşir Balcıoğlu, eşi ve şoförleri ASALA’nın üç üyesinin ateş açması sonucu hayatlarını kaybediyorlar.

Ermenilerin hakkını savunan ve bu duruşundan dolayı linç edilerek hayatını kaybeden, Ermeni Artin damgası ile hatırlanan gazetecinin oğlunun ailesi ASALA tarafından hedef alınıyor. Kaderin oyunu burada da bitmiyor. Emin Mahir Balcıoğlu yani Madrid’de şehit olan diplomat Beşir Balcıoğlu’nun oğlu 2001 yılında, henüz o kadar da “moda olmamışken” Türk-Ermeni diyaloğu üzerinde çalışmalar yapıyor. Türk ve Ermeni sanatçılar ortak sergisini hazırlıyor.

Saldırıda anne, baba ve teyzesi Necla Kuneralp’i de kaybeden Balcıoğlu, yaşadığı korkunç acıyı kalbinin derinliklerine gömüp, Ermeniler ile Türkler arasında barış kurulabilmesi için uğraşıyor. Hürriyet’le yaptığı söyleşide “İlk zamanlar bir parçalanma yaşadım ama asla bu işi bir millete mal etmedim. Rahmetli babamın da bunda payı büyük çünkü bize tarihe yönelik olarak düşmanlık değil sevgi ve hoşgörü aşılamıştı. Asala konusu işlenirken bu işin ayrıntısına girilmiyor, sadece yüzeysel olarak Ermenilerin yaptığı bir eylem olarak gösteriliyordu. Oysa yapan Ermeniler değil, bir grup kemikleşmiş, yüreği taşlaşmış adamdı. Ağca Papa’yı vurdu diye tüm Türklerin suçlu gösterilmesi gibi bir şeydi bu” diyerek bizi şaşırtmaya devam ediyor…

Ne tuhaf ki; eşitlik ve adalet isteyenlerin çocukları eşitlik ve adaleti, güç ve kan isteyenlerin çocukları güç ve kanı talep etmeye devam ediyor.

Tüm bu acılar içinde yüzümüze tokat gibi vuran ilk şey kuşkusuz Türkiye’de muhaliflerin bugün hala devam ettiği gibi ne kadar kolay yaftalanabileceği, batıya sempati ile bakanların ne kadar rahatlıkla “düşman” ilan edilebileceği ve daha da önemlisi cezalandırma isteğinin hukuk normlarını geçip barbarlığa, linçe ne kolay teslim olduğu gerçeği.

Sanki bu topraklarda hiçbir şey değişmiyor. “Kalafatlı kardeşleri Johnson’dan” medet uman siyasi İslamcılar kadar, hala İttihatçılara toz kondurmayan, 100 yıl önce ya da bugün tarihin karanlık sayfalarını karıştıran, İttihatçıların kanlı ellerinin hesabını soranlara vatan haini gözü ile bakan “muhalefet” de iflah olamıyor…

© Ahval Türkçe

Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Ahval’in yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.


Ahval News

Yorumlar kapatıldı.