İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararı üzerine – III

Ohannes Kılıçdağı

Bu karar, daha evvel de belirttiğim üzere, hayli ilerici, özgürlükçü ve ince düşünen bir anlayışı yansıtıyor. O kadar ki, üzülmeli mi sevinmeli mi bilmem ama mahkeme, yazdığı gerekçede Ermeni toplumunun patrik seçme teamüllerine Ermeni toplumunun kimi kesimlerinden daha fazla hassasiyet göstermiş.

Bu hafta Anayasa Mahkemesi’nin patrik seçimi hakkındaki gerekçeli kararını değerlendirmeyi sürdürüyor ve bitiriyoruz. Belki biraz uzadı ama böyle bir değerlendirmenin hem bugün, hem tarihe not düşülmesi için gerekli olduğunu düşünüyorum. 

Bu karar, daha evvel de belirttiğim üzere, hayli ilerici, özgürlükçü ve ince düşünen bir anlayışı yansıtıyor. O kadar ki, üzülmeli mi sevinmeli mi bilmem ama mahkeme, yazdığı gerekçede Ermeni toplumunun patrik seçme teamüllerine Ermeni toplumunun kimi kesimlerinden daha fazla hassasiyet göstermiş. Örneğin, İstanbul Ermeni Patriği seçiminde sivillerin ağırlıkta oluşu tarihsel bir vakıadır. AYM bunun altını çizmiş ve Ruhani Meclis’in patrik gibi işlev görecek, “Ermeni toplumunun iradesini temsil edecek” bir genel vekil seçmeye yetkisi olmadığını belirtmiştir: AYM, “Ruhaniler Genel Meclisinin Ermeni toplumunun iradesini temsil edecek bir vekil seçme yetkilerinin olduğu gösterilebilmiş değildir” diyor. (122. fıkra) 

Ayrıca mahkeme, sürecin işletilmesinde diyaloğun rolü konusunda da Ermeni toplumundan daha fazla hassasiyet göstermiş. Baştan beri ne diyorduk, atılacak adımlar atılmadan toplumun geniş kesimlerini işin içine katmalı, istişare edilmeliydi. Örneğin idare “Gidin, bir genel vekil seçin” dediğinde, Ateşyan’ın yaptığının aksine palas pandıras bu direktifi uygulamak yerine, verilecek cevap konusunda Ermeni toplumuna danışmak gerekirdi. Sağ olsun, mahkeme bu bakış açısını yani toplum içi diyalog gerekliliğini onaylamış, hatta bu konuda idareye sorumluluk vermiş: “Eldeki başvuruda ise idare, meselenin diyalog yoluyla çözümlenmesi imkanını araştırmamıştır. Daha genel olarak devlet Ermeni kanaat önderleri, din adamları, entelektüelleri ve diğer toplumsal kesimleri bir araya getirerek meselenin Ermeni gelenek ve görenekleri ile dinsel gerekliliklerine uygun bir biçimde çözümlenmesi için politikalar geliştirmemiştir. Bunun yerine idare, kendi çözüm önerisini uygulatarak Ermeni cemaatinin inanç uygulamaları konusunda hangi tarzda hareket edilmesinin daha yerinde olduğunu belirlemiş olmaktadır.” Diyaloğu sağlamanın kamu otoritesine bir sorumluluk olarak verilmesi çok olumlu ama daha güzel ve şık olan, kamu otoritesine gerek kalmadan Ermeni toplumunun kendi içinde diyalog kanallarını açması ve işletmesidir. Bunun yolu da kendi başına iş yapmamaktan, “Ben yaptım oldu” anlayışından vazgeçmekle olur. Dileyelim bundan sonra böyle olsun, bu iş yapma tarzı benimsensin.

Gerekçeli kararın değerlendirmesini, karara katılmayan hâkimlerin görüşlerine bakarak bitirelim. Karara katılmayan, yani din özgürlüğünün ihlal edilmediğini düşünen hâkimler Serdar Özgüldür ve Rıdvan Güleç, ne Nizamname’nin ne de 1961 talimatnamesinin geçerli olduğunu ileri sürmüş ve geçerli hükümlerin sadece Lozan Antlaşması ve özellikle 42. madde olduğunu belirtmişler. (Ek bilgi: Özgüldür, gayrimüslim vakıflarının gelişmesini sakıncalı bularak, ilgili yasaya veto gerekçesi yazan Ahmet Necdet Sezer tarafından atanmış ve AYM’nin son ‘Barış Akademisyenleri’ kararında da akademisyenlerin haklarının ihlal edilmediğini düşünen hâkimlerden biri.) 42. maddenin de devlete “Ermeni Patrikliği konusunda muhatabının kim olacağını ve yapıcı işbirliğini ne şekilde gerçekleştireceğini belirlemede tam bir takdir hakkı” verdiğini iddia etmişler. Onlara göre bu mantıkla genel vekillik ihdas edilmesinde de bir sakınca yok. Ruhani Meclis’in vekilliğe itiraz etmemesini de görüşlerine dayanak olarak gösteriyorlar. (Ateşyan güdümündeki Ruhani Meclis’in o günkü kararlarıyla Ermeni toplumuna verdikleri zararı görüyor musunuz? Tuttukları yol, Ermeni toplumunun aleyhine delil olarak kullanılıyor.) 

Bu iki hâkimin vardıkları sonuç zannımca yanlıştır. Hadi, ileri sürdükleri gibi Nizamname ve talimatnameyi bir kenara bırakalım ve onların “geçerli hüküm” dedikleri Lozan’ın 42. maddesine bakalım. Kendilerinin de alıntıladığı gibi, 42. madde devlete “azınlıkların” din ve hayır işleri kurumlarına her türlü izin ve kolaylığı sağlamakla sorumlu kılar. Bu halde, patriğin öteden beri sivillerin ağırlıklı katılımıyla seçildiği konusunda şüphe yokken, seçim hakkını engelleyen idari bir işlem nasıl oluyor da kolaylık oluyor? 42. madde izinlerin kolaylıkla verilmesini öngörürken, idare bununla çelişen biçimde vekillik kararıyla seçim sürecini fiilen durdurmuştur. Dolayısıyla, bu hâkimlerin dediklerinin aksine, ortada 42. maddeyle de uyumlu bir durum yoktur. 

42. madde demişken, aynı maddenin söz konusu topluluklara aile ve şahsi hukuk işlerinde kendi örf ve âdetlerini uygulama hakkı verdiğini de hatırlatalım. Gerçi, bu toplulukların o haklardan ‘feragat’ ettiğine dair bir şaibe öteden beri vardır, fakat AYM’nin bu maddeye atfı feragat meselesinin şüpheli olduğu zannını pekiştirmiştir. Karara muhalif hâkimler 42. maddeye atıf yaptıklarına göre, o maddenin öngördüğü bu hakları da tanıyorlar mı acaba?

http://www.agos.com.tr/tr/yazi/22783/anayasa-mahkemesinin-gerekceli-karari-uzerine-iii

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın