İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Arkeologlar sonucu görmeden ölür

“Biz arkeologlar nihayetinde hayatı, hayatın tamamını kazıyoruz” bu sözler Myra-Andriake antik kentlerinin kazı başkanı Prof. Dr. Nevzat Çevik’e ait.

Geçmiş zamanların sırlı yaşanmışlıklarından, sosyal, siyasi, ekonomik, mimari gibi her boyutta ne kalmışsa bugüne tekrar doğuyor ve kendilerini anlatıyorlar. Myra ve liman mahallesi olan Andriake, klasik dönemden beri antik çağlarda her zaman metropol statüsünde önemli bir Likya kenti olduğu için benzersiz ya da benzerli bilgiler veriyor her daim.

Myra ve Andriake kazılarının farklı boyutlarda öne çıkmasının, Çevik’in hem arkeoloji ve hem de müzecilik bölümleri öğretim üyesi olması ve bilim, edebiyat, küratörlük gibi farklı dünyalarla doğrudan da ilgili olmasının kazıların zengin çeşitlilikte, farklı çıktılarının bulunmasına yansıyan katkıları var şüpesiz…

Myra’ya ilk gittiğimde gözlerime inanamadım. Işık ülkesi Likya’nın fazla bozulmadan kalan kaya mezarları deyim yerindeyse beni büyüledi. 11 bin kişi kapasiteli tiyatrosu, ortaçağ kilisesi, kayalara oyulmuş insan yüzleri… Mutlaka gidip görülmesi gereken bir kent burası. Ayrıca her yıl gittiğim Myra’da gün yüzüne çıkarılmış yeni yapılar görmek beni çok mutlu ediyor.

Bu yıl Antalya Deme’de bulunan Myra ve Andriake kazılarının 10. yılı… Önceki akşam Çevik, “Myra- Andriake Kazılarının 10. Yılı Muhasebesi“ adlı bir konferans vardı. Bu büyülü kentin gün yüzüne çıkmasına vesile olan kazı başkanı Çevik ile ışık ülkesine bir yolculuk yaptık.

– Bu 10 yılda bugüne kadar hangi yapılar çıktı gün yüzüne?

Çok şey gün yüzüne çıktı. Myra’da bölgenin en büyük (11 bin kişi kapasiteli) tiyatrosunun kazıları tamamlanmış kısmen onarılmış ve konsolide edilmiş ve antik tiyatro bilgilerini çoğaltmıştır. Özellikle Roma dönemi tiyatrosunun tamamen altında kalmış olan küçük Helenistik tiyatronun keşfi de heyecan vermiştir. Tiyatro yakınlarında tamamen alüvyonlara gömülü ortaçağ kilisesinin hiç tahrip olmamış mimarisi ve freskolarıyla gün yüzüne çıkması da büyüleyici oldu. Myra akropolündeki kazılarımızda bir heroon ve daha da önemlisi belki de klasik dönem’in tek toplanma yapısı keşfedildi. Bunlardan öte asıl 1 yıl süren jeofizik sondajlarında bugünkü Demre’nin altında gömülü 1.5 km çapında bir kentin varlığı gözlemlendi. 4-10 metre arasında değişen alüvyon katmanının örttüğü yerleşime bu nedenle “Anadolu Pompeisi” diyoruz. Görünmeyen bu saklı kent müthiş bir bilgi rezervi olarak uzak geleceğin arkeolojisine taşınacak. Bunun nedeni kazılması gereken alanların tamamen halkın malı olması ve dolayısıyla kamulaştırma imkânsızlığı.

Limanın yapıları gün yüzüne çıktı

Andriake yerleşiminde ise limanın tüm önemli yapıları ortaya çıkarıldı ve koruma çalışmaları da tamamlandı. Her yapının hem kendisi hem de bulguları önemli sonuçlar vermekle birlikte 6. yy sinagogu gibi Anadolu Akdenizi’nde ilk kez keşfedilen ve bilim dünyasında ses getiren keşiflerimiz de oldu. Her iki yerleşimden sikkeden seramiklere, camdan metal bulgulara ve takılara kadar çok çeşitli yelpazede ve dönemleri hakkında önemli bilgiler veren binlerce buluntu ele geçti.

– 10 yıllık bir sürecin muhasebesini kısaca anlatabilir misiniz?

10 yıl büyük emeklerle geçtikten sonra dönüp arkaya ne yapıldığına bakmak heyecan verici. 2013-2015 arasındaki 3 yılı yaşanmamış olan ve aslında 10. yılda olmamıza rağmen 7 çalışma yılında sanırım 30 yıla karşılık gelen yoğunlukta işler başardığımızı söyleyebilirim. En başta söylemek istediğim şey tüm bu yıllar boyunca ekibimizde olan yüzlerce işçi, operatör, öğrenci ve bilimciyle hiç sorunsuz ve mutlu-keyifli çalışmalar yapmış olmamız. Kazının hızına arkeologlar değil toprak karar verir. Bu nedenle biz yıl içindeki çalışma sezonunu uzatarak ve personeli çoğaltarak daha çok iş yapabilmenin yollarını bulduk. Özellikle ilk 4 yılda olağanüstü verimli çalışmalar yaptık. Myra’da akropol, tiyatro ve kilise kazıları tamamlandı. Andriake’de asıl liman merkezinin tamamı (granarium, agora, liman yapıları, hamamlar, onurlandırma anıtları, tersane – çekekler A, B ve C kiliseleri tamamen kazılarak ortaya çıkarılmış ve gereken konservasyon ve restorasyon çalışmaları da tamamlandı.

– Çıkan yapıların, eserlerin koruması…

Kazımızın temel felsefesi bilim ve koruma öncelikli. Bugüne dek ortaya çıkarıp da koruma önlemlerini almadığımız hiçbir yapı bulunmuyor.

Asıl işimiz olan bilim ve araştırma konusunda ise oldukça memnuniyet verici bir nicelik ve nitelikte olduğumuzu söyleyebilirim. Yüzlerce bilimsel ve popüler makale yayımlanmış ve özellikle Myra’yı her boyutta değerlendiren 42 bilim insanının aklından çıkmış bölümlerden oluşan büyük bir çalışma kitap olarak yayımlandı. Sonuçta kazılarımızda ortaya çıkardığımız ya da yüzey araştırmalarıyla incelediğimiz her yapı zamanında yayımlanmış ya da lisansüstü tez çalışmalarına dönüşmüş ve sonuçları bilim dünyasına aktarılmıştır.

– Siz de son olarak bir Lykia Kitabı yayımladınız?

En son yayımladığım Lykia kitabı’mda sadece kazdığım ve araştırdığım kentler değil tüm Likya’nın tarihi, kültürü, sanatı, geçim kaynakları ve 134 yerleşimi detaylıca 600 sayfada bilime ve halka sunuldu.

– Kazı çalışmalarının veririmliliği sizce neye bağlıdır?

2009 başında laboratuvarlar, ofisler, depolar ve yaşam ünitelerinden oluşan kapsamlı bir kazı araştırma istasyonunu ve çalışmalarımızda gereken tüm araç-gereç, yazılım-donanım gibi her ne lazımsa daha ilk yıldan kurmuş ve temin etmiş olmamdır. Kazı çalışmalarının verimliliği ve niteliği tamamen bu bilim şantiyelerinin niteliğine bağlıdır.

ARTIK GÖZÜM ÇOK DA ARKADA DEĞİL

– Bir sonraki kazı sezonunda neler hedefliyorsunuz?

Andriake’de sonuca ulaştık sayılır. Myra’da ise, kamulaştırma olursa kalın alüvyon yorganını kaldırarak müthiş bir saklı metropolü gün yüzüne çıkarmak istiyorum. Koca kentten görünen tiyatro yalnızlıkta sıkıldı gibi hissediyorum.

‘YÜKSEK BİR SORUMLULUK ANIYDI’

– Önceki akşam 10 . yılı kutladınız ve bir konferans düzenlediniz o geceden bahseder misiniz?

Çok keyifliydi ve yüksek bir sorumluluk anıydı. Çünkü 10 yılın hesabını veriyordum. Bunca işten sonra vatana ve halka ne verdiğinizin yanıtı da ve hesabını da verebilmek çok önemli. Protokolün, halkın, işçi ve öğrencilerimizin ve de bilim ekibimizin katıldığı kutlamada önce 1 saat boyunca ilk yıldan son yıla kadar neler yaptık ve neler değişti, sunumla anlattım. Bu sunumda bilimsel, sosyal, sanatsal, tanıtım gibi her konuda yaptığımız yüzlerce işimizi ve sonuçlarını anlattım. Ve gönlüm çok rahat ki bugüne dek harcadığımız vergilerin ve emeklerin yüzlerce kat karşılığını verdiğimizi hep birlikte keyifle ve iç huzuruyla görmüş olduk. Artık bir pasta kesmek hakkımızdı ve sunumun ardından 10. pastasını da kesip misafirlerimiz ve ekibimizle kutladık. Bu etkinliğin kazdığımız ve müzeye dönüştürdüğümüz granariumda-Lkya Uygarlıkları Müzesi’nde yapılmış olması ise içimizde gizli bir gurur ve tarif edilmez duygular yarattı.

‘TÜM ÇABALARIMIZ DÜNDEN İYİ OLMAK’

– Kazılar için bakanlığın verdiği ödenekler sizce yeterli mi?

Kültür ve Turizm Bakanlığı yıllık bütçesine ve gelirlerine bağlı olarak elinden gelen ödeneği yıllardır veriyor. Ama klasik arkeoloji kazıları çok pahalı bir iştir. Bu nedenle kazı başkanları Bakanlık dışında da çok kaynak bulmak zorundadırlar. Yoksa yeterli ilerlemeyi sağlayamaz ve yıllarca oyalanmak durumunda kalabilirler. Bilimsel personelin (Hoca, öğrenci, asistan vs.) parasız/gönüllü çalışmakta olması en önemli gider kalemini ortadan kaldırsa da en büyük gider kalemi işçi ve teknisyenler oluyor. Diğer sarf malzemeleri ve araç-gereç vs. için de hem Bakanlığın kaynakları hem Akdeniz Üniversitesi ve kazıyla paydaş olan Koç Üniversitesi ve Demre Belediyesi gibi kaynaklardan karşılayarak kazılarımızı gerçekleştiriyoruz. kazı başkanı tripotun ayakta tutan devlet, üniversite ve halk ayaklarını birlikte tutabildikten sonra çözülmeyecek sorun yoktur.

– Ödenek dağlımı sizce nasıl olmalı?

Ödenek dağılımı, şimdi de kısmen yapıldığı gibi, kazıların tipine ve yoğunluğuna göre yapılmalıdır. Prehistorik bir mağara kazısının, protohistorik bir höyük kazısının ve klasik kent kazısının ihtiyaçları tamamen farklı cins ve boyutlardadır. Kazı ve koruma kalemleri büyük farklılıklar gösterir. Ayrıca kazılara ödenek verilirken örneğin son 3 ya da 5 yılın çalışma verimliliğine bakılabilir ki aynı verimlilik sürdürülebilir olsun. Son uygulamada 12 aylık kazı programında başvuran kazıcıların tümünü Bakanlık kabul etmiş ve ayrıcalıklı olarak desteklemektedir. Yönetsel, iklimsel, ulaşım ve personel gibi konularda uygun olduklarını düşünen kazılar bu programı uygulamaya başlamışlardır.

Geleceğin geçmişten geriye düşmeye hakkı yoktur. Tüm çabalarımız dünden iyi olmak üzerine kuruludur. Herhangi kaynaktan gelirse gelsin harcadığımız halkın vergileridir. Dolayısıyla bunun karşılığını fazlasıyla vermek gibi bir borcumuz vardır. Ve bu ülkenin hocaları olarak, memleket ve millet için yararlı işler yapmak gibi de bir aydın sorumluluğumuz vardır.

‘ARKEOLOG OLMAYAN İNSANLARIN GÜNLÜK KAYGILARI BİZDE GÖRÜLMEZ’

– Bu 10 yıllık kazı sürecinde nasıl zorluklar ve sürprizler yaşadınız?

Arkeolojik kazı çok zor ve sıkıntılar dolu bir bilimsel organizasyon. Ve bildik kurumsal yapılara hiç benzemeyen yönetim ve gerçekleştirme formu var. Mesela belli olmayan yıllık kaynağa rağmen bütçe ve iş planı yapmak ve ekip oluşturmak gibi. Elbette finansal, organizasyonel, personel, lojistik gibi çok çeşitli sorunlar yaşanmıştır. Ama zaten kazı başkanı bunlar için vardır. Ve bana göre zaten bunların adı sıkıntı ve zorluk değil sadece iş durumlarıdır. Sıkıntılar giderilir iş tüm heyecanıyla devam eder. Ve arkeoloji biliminin derin heyacan verici özü gereği ne 40 derece sıcakta aylarca çalışmayı ne olmayan parayı ne de mutfakta eksik olan domatesi görmezsiniz. Sadece bunları o ya da bu yolla temin edip işinize devam edersiniz. Neyse ki arkeologlar güneş enerjisiyle çalışıyor, araçları suyla yürüyor, kazıevindeki ekip bahçedeki ağaçlardan beslenmeyi biliyor da işler tüm keyfiyle ve üretkenliğiyle devam edebiliyor. Yani normal insanların günlük kaygıları bizde görülmez. Çapanın ucundaki yeni bir keşif olasılığının peşinde koşar dururuz. Yani hiçbir zorluğumuz ya da sorunumuz yoktur çok şükür. Beni en çok tedirgin eden şey ise kazı ekibinden birinin bir kaza geçirme ihtimalidir. Arazi tehlikelidir hem doğasındaki akrep yılan gibi faunadan hem de işin kendisinin barındırdığı tehlikelerden dolayı, bir kazı sezonu kazasız-belasız bittiyse rahat bir nefes alıp oturur şükrederim.


Cumhuriyet Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.