İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Müttefik (I)

***HyeTert, bu kaynağın ve/veya içeriğin yanlış ve/veya yanıltıcı bilgiler ve/veya soykırım inkarcılığı, ırkçılık, ayrımcılık ya da nefret suçu içerdiği/yaydığı kanısındadır. Metni paylaşmadan önce bu uyarıları göz önüne alarak, içeriği ve/veya kaynağı güvenilir kaynaklardan kontrol ediniz.***
Amerika ile Osmanlı Devleti arasında ilişkilerin başlaması on dokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğine denk gelmektedir. İngiliz sömürüsüne son vererek bağımsızlığını kazanan ABD, Osmanlı İmparatorluğu’na göre hem yüzölçümü, hem de nüfus bakımından oldukça küçüktür. ABD’nin kuruluşundan itibaren ticaretini geliştirmek amacıyla eski kıtaya, özelde Akdeniz’e ve daha özelde Kuzey Afrika ve Anadolu limanlarına yönelmesi Osmanlı ile temasına sebep olmuştur.

ABD’nin ilk durağı 1810’larda İzmir’dir ve bu kentte bir ABD ticaret kolonisi oluşmuştur. ABD’nin ihtiyaç duyduğu ticaret yani paradır. Osmanlı ise iç sorunlarla boğulmaya başlamış, topraklarında yaşayan gayrimüslimlerin bağımsızlık taleplerine karşı kendisini sıkıştıran Avrupa’ya karşı destek arayışındadır. Mora isyanı esnasında ABD’den destek istenir ve ABD en azından tarafsız kalarak Avrupa’nın işlerine karışmıyormuş görüntüsü verse de ticaret aşkına hem Yunanlılara hem Türklere sempatik gelecek girişimleri olmuştur.

Navarin’de Avrupa karşısında donanmasını kaybeden Osmanlı alternatif olarak ABD’ye geniş imtiyazlar veren 1830 tarihli ticaret ve dostluk anlaşmasını imzalar. Osmanlı yanan gemilerinin yenilerini ABD’ye yaptıracaktır. ABD ise en büyük izne sahip ülke sıfatıyla ticaret gemileri ve vatandaşları için hukuki anlamda büyük kolaylıklar temin ediyordur. İstanbul’da önce açılan maslahatgüzarlık daha sonra elçiliğe dönüştürülür. Girit isyanı sırasında ABD’nin tarafsız kalması sağlanır.

ABD iç savaşı bittiğinde ülkede gelişen silah sanayi için en mantıklı yol dışarıda yeni pazarlar bulmaktır. Osmanlı da sürekli savaşan ve toprak kaybeden bir ülke olarak cazip bir pazardır. ABD önce eski silahlarını, sonra daha modernlerini Osmanlı’ya satmaya başlar. Amerikan pamuğunun Türkiye’de yetiştirilmesi, maden arama gibi girişimler ABD’nin varlığını Anadolu’da hissettirir. Ama daha çok hissettiren misyonerlik faaliyetleri olmuştur.

ABD’li protestan misyonerler önce İstanbul ve İzmir’de, daha sonra Anadolu’nun her yerinde misyoner okulları açarak hem protestanlığı, hem de kendi dil, kültür ve değerlerini yaymaya çalıştılar. Misyonerlik açısından Anadolu yani Küçük Asya, Asya’nın anahtarı olarak görülüyor, modern eğitim kurumları ile Amerikan menfaatlerini tesis edecek şekilde Anadolu insanının beklenti ve idealleri şekillendiriliyordu. Kimisinde milliyetçilik, kimisinde din, kimisinde ise kapitalizm tohumlarını barındıran bu şekillenmeler belki de Amerikan emperyalizminin ilk adımlarıydı.

ABD’nin Monroe doktrini, Avrupa’yı Amerika’nın içişlerinden uzak tutmak ve eski dünyanın bütün işlerinden uzak kalmaya gayret göstermek olsa da misyonerler Protestanlık ideali altında tüm kıtaları ilmek ilmek örüyorlardı. Osmanlılar bu misyonerlere karşı etkin bir tedbir ortaya koyamadılar. Fakirliğin ve eğitimsizliğin yaygınlığı, sağlık koşullarının ilkelliği maddi koşulları yetkin misyonerler için geniş bir hareket sahası sağlıyordu. Bu ayrıca azınlıklar için kendilerine daha iyi koşullar sağlayacak kendi mekanizmalarını kurma ideali anlamına geliyordu. Bulgaristan’ı kuran ve yönetenlerin ilk protestan okullarından olan İstanbul Robert Koleji mezunu olmaları eğitimin önemini ortaya koyuyordu. Beyrut’ta açılan Amerikan Koleji de Araplar için bir bağımsızlık tasarımı geliştirmede etkin bir rol oynadı.

Ermenilerin milliyetçilik duygularının gelişmesinde de Anadolu’daki bu kolejlerin ciddi tesirini görmek mümkündür. Başarılı Ermeni komitacıları Harput ve Antep civarındaki misyoner okullarından yetişmiştir. Bu etkiyi yok etmek için yapılan çalışmalar Türk-ABD ilişkilerinde önemli bir kırılgan alan yaratmıştır. Merzifon’daki Amerikan Koleji Rum Pontus teşkilatının kurulduğu bir merkez olarak Yunan desteğini beklemiştir. Misyonerlerin kurduğu matbaalar Ermenice ve Rumcanın geliştirilmesi ve yaygınlaşmasında da önemli rol oynamıştır.

Türkler misyonerleri ve okullarını sıkıştırdıkça onlar da sahiplerinden yardım dilemişler ve başarılı da olmuşlardır. 1901 yılında başkan seçilen Theodore Roosevelt, daha 1898 yılında “Dünyada herkesten önce ezmek istediğim iki güç İspanya ve Türkiye’dir” derken misyonerlerin anlatılarının etkisindedir.

ABD misyonerlerine destek olmak için Anadolu’ya konsolosluklar açmış, bu konsolosluklar vasıtasıyla siyasi faaliyetleri yerinde kontrol ve koordine etmişlerdir. ABD nüfuzunu istenilen yerde kullanmışlar, Anadolu’daki Ermenilerin ABD’ye göç etmek ve ABD vatandaşı olmak taleplerini kolaylaştırmışlardır. Bu konsolosluklardaki görevlilerin misyoner, tercih edilen yardımcılarının da Ermeni veya Rum oldukları bilinen bir gerçektir.

ABD vatandaşı olan ve tekrar ülkeye gelen gerek müslüman gerek gayrimüslim gençlerin maddi durum, eğitim düzeyi, daha kolay iş bulma imkanı ve ABD vatandaşlığı ayrıcalığı diğerlerini de özendirmiştir. ABD’ye gidip iyi bir hayat kurmak özellikle Hıristiyan ve varlıklı gençler için bir ideal olmuştur. Batının siyasal, toplumsal ve ekonomik ilerleme ideallerini tanıyan gençler aynı zamanda kendi toplumunun tarihi gerçekliğini de sorgulamış, Türkleri toplumsal gelişimlerinin önündeki engel olarak görmüşlerdir. Türkler baskı ve zulmün kaynağıdır. Bu tutum ABD kamuoyunda olumsuz Türk imajının da tohumunu atmıştır.

İkinci Meşrutiyetle gelişen özgürlük ve kardeşlik ortamı sonrası bazı ABD’li müteşebbisler petrol ve demiryolu yatırımı için Anadolu’ya geldilerse de kalıcı sonuç alamamıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında da Amerikalı yatırımcıların her türlü faaliyeti kısıtlama olmaksızın devam etmiştir. Başta Ermenilerin himayesi olmak üzere misyonerler faaliyetlerine devam etmiş, özellikle tehcir esnasında yazdıkları raporlarla da ABD ve dünya kamuoyunu bilgilendirmişlerdir. Bu bilgilendirmenin Türkiye’nin çıkarlarına pek hizmet etmediğini söyleyebiliriz.

Amerika‟nın Almanya’ya savaş ilan etmesiyle Osmanlı-Amerikan ilişkileri gerginleşmiş, birbirlerine savaş ilan etmemiş olsalar da Türk-Amerikan ilişkileri 1917 baharında kesilmiştir. Savaş sırasında ABD’yi kızdırmamak adına Amerikalı misyonerlerin faaliyetlerine ve kurumlarına dokunulmamıştır.

Savaş boyunca sadece ordunun ihtiyaç duyduğu yerlerde misyoner hastane ve eğitim kurumlarının bazı bölümlerine el konulmuştur. Amerikalı misyonerler buralarda da askerler arasında Hıristiyanlık propagandası yapmayı ihmal etmemişlerdir. Bir müddet sonra Amerika‟nın savaşa girmesinden rahatsızlık duyan misyonerler Anadolu‟yu terk etmeye başlamışlardır.


https://www.yenigungazetesi.net/yazarlar/ertan-yildiz/muttefik-i/5891/

Yorumlar kapatıldı.