İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Anadolu’dan Brüksel’e Mangants Puyn’un 50. yılı

Aris Nalcı

Anadolu’dan İstanbul’a göç etmek zorunda kalan son Ermeni ailelerin çocuklarının ilk yatılı okulu 50 yılını Brüksel’de kutladı

Türkiye Ermeni toplumunun tarihi göç dalgalarıyla dolu. 1915’ten sonra İstanbul’daki Ermeni hayırseverlerin kurtulabilen ve kendini İstanbul’a atabilen çocuklar ve aileler için kurduğu kamplar ve okullarda kalanların çoğu, daha sonra yurtdışına çıktı ve bugünkü Diaspora’yı oluşturan temelleri attı. Aynı rutin 1970’lere kadar sık sık tekrarlandı durdu. 
Son büyük göç dalgası, yani Anadolu’dan İstanbul’a göç, 1960’ların sonlarına denk geliyor.
Muş, Sason ve çevre illerde 1960’lara kadar güç bela hayatta kalabilmiş Ermeni çocukların ailelerinin izinleriyle İstanbul’a getirilip 1969’da İstanbul’da Mangants Puyn (Çocuk Yuvası) adı verilen yatılı okula konulmasının 50. yılındayız. 
Kürtçe konuşan bu çocukların çoğu bugün 60’lı yaşlarda. Dünya’nın dört bir yanına dağılıp aile kurmuşlar. Çoğunluğu Fransa, Hollanda ve ağırlıklı olarak da Brüksel’de olan bu 50 yıllık aile, geçtiğimiz hafta 29 Haziran’da Avrupa’nın başkenti Brüksel’de bir araya gelerek anılarını tazeledi ve İstanbul’daki ilk yuvalarının 50. yılını kutladı.
Onur konukları ise Mangants Puyn’un ilk müdürü Diana Kamparosyan’dı.
23 yaşında bu denli ağır bir görevi üstlenen Diana Kamparosyan Brüksel’de öğrencileriyle kucaklaştı ve 50 yıl önceki fotoğraf tazelendi.

Zorlu bir dönem
Belçika Ermeni Demokratlar Derneği’nde yapılan yemekli toplantıda dernek adına konuşan Mangants Puyn’un en küçük üyesi Dr. Boğos Yalım okuldaki en küçük öğrenci gözü ile izlenimlerini aktarırken oraya gelen çocuklar ve aileler için ne kadar zorlu bir dönem olduğunun altını çizdi: 
“Aileleri düşünün, birileri gelip, ailelerimize çocuklarını kendilerinden 3000 kilometre uzakta bir yere götüreceklerini söylüyorlardı. Aileler çocuklarını kime gönderdiklerini bilmiyorlardı. Tek bildikleri Ermeni ve Hıristiyan olduklarıydı. Bu temellerle ailelerimiz bizleri İstanbul’a gönderdiler. Biz yetim yerine konmuştuk. Çoğumuz 3-4 yıl velilerimizi görmedik. Yeni bir aile olduk orada biz, Varto’dan ve Şırnak’tan gelen çocuklar.
Okulun yöneticileri bizlere kendi çocukları gibi baktılar, korudular. Bu da bizim ailelerimizi görmeden bunca zaman dayanabilmemizi sağladı.” 
Yalım ailelerin, çocuklarının Ermeni kimliklerini sürdürebilmeleri için 1960’ların sonlarında bölgede son kalan Ermeniler olarak zor dönemler yaşadıklarını da dile getirdi.
“O bölgede son kalan Ermeniler olduklarını biliyorlardı ailelerimiz. Ama buna rağmen ağır şartlarda da olsa kimliklerini korumuşlardı. Şırnak, Bitlis ve Varto’daki aileler dışında kimse kalmamıştı. Sonradan çevre köylerden din değiştirmiş olanlar olduğunu öğrenmiştik. Bu zorlu koşullarda çocuklarını göndermeyi ve kendi kimlikleriyle tanıştırmayı kabul etmişlerdi ailelerimiz.”

İlk durak Joğovaran
Kaldıkları koşulların zorluğuna değinen Yalım ilk gelen grubun 1968’de Joğovaran’a yerleştirildiğini, sonraki yıl ikinci bir grup Varto ve Şırnak’tan geldiğinde Joğovaran’da yer kalmadığı için çocukların Nersesyan ve Karagözyan’a yerleştirildiğini belirtti.
“1969’da biz geldiğimizde artık okullarda yer kalmamıştı. Patrik Şınorhk Kalustyan’ın girişimleriyle gelen Yetvart Momciyan, Berç Kamparosyan, Bedros Başak ve Ferman Toroslar gibi isimlerin girişimiyle Mangants Puyn kuruldu. Bu insanlar bu okula emeklerini, zamanlarını, enerjilerini ve paralarını verdiler. Bu sayede bu okulda kalanların büyük bir kısmı halen burada. Hepimiz bir yerlere geldik. Şimdi çocuklarımız ve torunlarımız burada.”
Yalım, ilk üç yıl Mangants Puyn’da kaldıktan sonra okulun şikayetler üzerine devlet tarafından kapatılmasıyla birlikte  çocukların evlere dağıtıldığını, her gün yaz kış demeden okula gidebilmek için Balat, Edirnekapı, Beyazıt ve Kumkapı arasında yürümeleri gerektiğine de değindi. 
Yalım, Varbed Antranik’in her gün yemekleri, ekmekleri sırtlanarak okuldan evlere çocuklara akşam yemek taşıdığını anlatırken kendileri üzerinde etki bırakan diğer çalışanlara da çok şey borçlu oluklarını söyledi ve okulun Baron Haycan’ını, çocuklara bakıcılık yapan Armenak Bakırcıyan ve Hrant Dink gibi isimleri de andı. 

Yarım kalan kitap
Gece, öğrenciler adına Bedros Muradian’ın Diana Kamparosyan’a bir 50. yıl madalyası sunması ile tamamlandı.
Kamparosyan teşekkür ederken, Mangants Puyn’un tarihi ile ilgili bir kitap çalışmasına Sarkis Seropyan hayattayken başladıklarını ancak ne yazık ki tamamlanamadığına değindi. Kamparosyan,  Patrikhane’de bilgilendirme amaçlı bir kitapçık hazırlanması için Der Krikor Damadyan’ın gönüllü bir çalışma yürüteceğini bu yüzden de tüm öğrencilerin kendisine anılarını yazmalarının faydalı olacağını aktardı.

Diana Kamparosyan’ın tanıklığı ile Mangants Puyn

“23 -24 yaşındaydım, bir gün Ermenice gazetede Anadolu’dan İstanbul’a göçmenlerin geldiğini okuduk ve eşimle gidip yardım etmeye karar verdik. Bir çuval patates bir çuval soğanı arabaya koyduğumuz gibi Kumkapı’ya gittik. 
Oradaki kilise yöneticileri bizleri tanıyorlarmış ismen herhalde, elimizdekileri teslim aldıktan sonra ‘bir dakika dediler’ ve bizi içerideki bir odaya aldılar kahve ikram etmeye. Ve o kahve bizi oraya 11 yıl bağladı. 
İlerleyen yıllarda okullar yetmedi. O dönemde İstanbul’da 22 okulumuz vardı ancak köylerden gelen her bir aile 9-10 çocukluydu ve okullar yetmedi. Bunun üzere yatılı bir okul olarak Balat’taki Khorenyan Okulu’nun bahçesindeki ahşap Mangants Puyn adı altında tekrar faaliyete geçti. 
Çocuklar okula gelmeden bir hafta önce müdürlük yapabilecek biri aranıyordu. Eşim ve ben birbirimize baktık. İkimiz de çalışıyorduk o zaman. Eşim Berç bana işimi bırakıp okulla ilgilenmemin iyi olacağını söyledi. İşte bu şekilde ben de Mangants Puyn’un sorumluluğunu üstlendim.
Ancak tam resmi bir okul değildi. Devlet yetkilisi ‘Siz yapın ben göz ardı ederim’ dedi.
Bu yatılı okulu 1969’dan 1972’ye kadar devam ettirdik. 1972’de ne yazık ki gelip kapılarımızı mühürlediler.
Eksiklerimiz tabii ki oldu. Çocukların kendilerini benimle daha rahat hissedebilmeleri için ilk olarak Kürtçe kelimeler öğrenmeye başladım. Geldiklerinde onlarla birkaç kelime Kürtçe konuşabilirsem kendilerini daha rahat hissederler diye düşündüm. 
Onlardan birkaçı hala aklımda: ‘Navete çiye?’ (Adın ne?) ‘Ez Fıllah ım’ (Ben Hrıstiyanım)
Bilsinler ki bir Müslümanla konuşmuyorlar. Bu sürekli elimde yazılıydı. 
Yatılı okulun çocuklara karşı eksiksiz hazırlanabilmesi için çalıştığımız günleri bugün gibi hatırlıyorum. Ve geldikleri ilk günkü yemeği hatırlıyorum. Patates, köfte, salata ve tatlı olarak da krem şokola. Ne yazık ki hiçbiri yemedi. Yöneticilerin hepsi üstüme geldi ‘Böyle yemek mi olur? Çorba yapacaktın, sulu köfte yapacaktın bak nasıl yiyorlar o zaman’ diyerek. Zamanla öğrendik, ama bunun gibi hatalarımız da oldu. Hepimiz adına bu hatalar için de özür dileriz. Çok geçmeden bir ay sonra çocuklar bize alışmışlardı bile. Ama bir yıl sonra inanılamayacak bir ilerlemeyle akıcı bir Ermenice konuşuyorlardı. Bugün ne güzel ki o öğrendiğiniz Ermeniceyi unutmamışsınız.”

http://www.agos.com.tr/tr/yazi/22684/anadolu-dan-bruksel-e-mangants-puyn-un-50-yili

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın