İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Nizamname ve devlet

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

Ohannes Kılıçdağı

Bu şartlar altında nizamnameye karşı nasıl bir yaklaşım geliştirmeliyiz? Onu nasıl konumlandırmalı, ne ölçüde referans almalıyız? Bu yazıda bu gibi sorulardan yola çıkarak bir nizamname değerlendirmesi yapalım ve onunla bağlantılı olarak patrik seçiminde ve Ermeni toplumunun diğer işlerinde devletin yerini tartışalım.

On senedir bir patrik seçimi ve patriklik krizi içinde olduğumuz malum. Bu sonuncusu, Ateşyan gibilerinin katkılarıyla iyice derinleşse de aslında her patrik seçimi belli ölçüde karmaşaya neden olageldi. Bunun temel sebebi, Türkiye Cumhuriyeti’nin bilinçli belirsizlik politikasının bir gereği olarak Patriğe, Patrikhane’ye, patrik seçimine kalıcı bir yasal düzenleme getirmemesi. Bu belirsizliğin ve kaosun bir sebebi de 1863 Nizamnamesi’nin ‘ne var, ne de yok’ halidir. Devlet yetkilileri de, o an işlerine yarayacak nizamname hükümlerine atıfta bulunur, beğenmedikleri hükümlerini yok sayarlar. Türkiye Cumhuriyeti bu nizamnameyi resmen kendi mevzuatının parçası haline getirmiş değil.
Bu şartlar altında nizamnameye karşı nasıl bir yaklaşım geliştirmeliyiz? Onu nasıl konumlandırmalı, ne ölçüde referans almalıyız? Bu yazıda bu gibi sorulardan yola çıkarak bir nizamname değerlendirmesi yapalım ve onunla bağlantılı olarak patrik seçiminde ve Ermeni toplumunun diğer işlerinde devletin yerini tartışalım.
Bugün için bize ne ölçüde rehber olabileceğini değerlendirirken, Nizamname’nin ruhu ile lafzı arasında bir ayrım yapmamız gerekir. İlkiyle kastım, Nizamname’nin Ermeni toplumuna bakışı, onu tarif etme ve konumlandırma biçimi; bu konularda ortaya koyduğu zihniyet. Nizamname, kısaca söylemek gerekirse, Ermeni toplumunun sosyokültürel varlığının korunmasını ve gelişmesini, toplumsal ilişkilerin ve karar alma süreçlerinin tabana yayılmasını yani demokratikleşmesini, azami şeffaflığı ilke edinen; denge-fren mekanizmalarını çok sıkı kurmuş bir metindir. O kadar ki, bir kurul kendi altındaki bir komisyonu veya kişiyi, üst kurullarda tartışmadan görevden alamaz. Patrik dahi dokunulmaz değildir; Nizamname’ye aykırı hareket ettiği düşünülürse Ruhani veya Cismani Meclis’in üyelerinin şikâyetiyle Genel Kurul tarafından yargılanabilir ve şikâyet haklı bulunursa istifası dahi istenebilir. Dolayısıyla, Nizamname’nin ruhu, bırakın tek adam yönetimine, oligarşik bir idare tarzına dahi cevaz vermez. 
‘Nizamname’nin lafzı’ndan kastın ne olduğu malum: Makam ve kurulların oluşturulma ve görevden alınma biçimi, görev ve yetkileri vs. konusunda söyledikleri… 99 maddelik, ayrıntılı, komplike bir bürokratik mekanizma oluşturan bir metinden bahsediyoruz. Bu maddelerin birçoğunu bugün uygulama imkânı yok; Nizamname’nin birçok hükmü artık anlamsız ve gereksiz. Bütün çalkantılar bir yana aradan 156 sene geçmiş… Örneğin, delege sisteminden acilen kurtulmamız lazım. Tamamen gereksiz hale gelmiş olması bir yana, toplum olarak sanki çok enerjimiz varmış gibi, bir de ‘delege oyunları’yla uğraşacağız, bir de o aşamada yıpranacağız. 
Dolayısıyla günümüz anlaşmazlıklarının çözümünde Nizamname’yi kelime kelime takip etmek çok anlamlı ve sorun çözücü değil. Nizamname elbette olduğu gibi bir tarafa bırakılamaz, hâlâ elimizdeki en önemli hukuki ve siyasi referans kaynağıdır, fakat tek ve birincil referans kaynağı olma vasfı çoktan ortadan kalktı. Çağdaş insan hak ve özgürlükleri, çağdaş hukuk normları, demokrasinin ulaştığı nokta, akıl, vicdan ve mantık, en azından Nizamname kadar, hatta ondan daha önemli başvuru kaynakları olarak görülmeli. Özetle, sıkı sıkıya bağlı kalmamız gereken, Nizamname’nin lafzından çok ruhu, ki o da çağdaş demokratik değerlerle aşılmaz bir çelişki içinde değil.
Demokratik sistem, siyasi kültür ve bunların ulaştığı gelişim seviyesinde insan hak ve özgürlüklerinin aldığı mahiyet bu konularda devletin konumunu tartışmak için uygun bir geçiş noktası. Tabii ki, patrik seçimi gibi işler, ülkenin meşru kamu otoritesi bilgilendirmeden yapılamaz. Bazılarının ifade ettiği şekliyle, ‘devletle kavga etmek’ ne amacın kendisi, ne de özellikle arzulanan bir şey. Esas amaç, hak olanın gerçekleşmesi. Mücadele bunun için. Gelin görün ki, hakların elde edilmesi, özgürlüklerin kullanılması da çoğu zaman devlet denen erkekler grubunun (çoğunlukla erkektir) dediklerine itiraz etmeden mümkün olmamıştır. Demokrasi tarihi, bu itirazların tarihidir. Kaldı ki, devletin yürütmesine yapılacak itirazların makamlarından biri de, bütün yetersizliklerine rağmen, gene devletin yargısıdır. 
Türkiye Ermeni toplumunun devlete itiraz etmekteki tedirginliği gayet anlaşılır. Fakat bir kısım Ermeni de bu tedirginliği kendi çıkarları doğrultusunda istismar etmeye kalkıyor, o korkuyu, o tedirginliği pompalıyor. Devletten fazla devletçi olup, her aşamada devleti, neredeyse devletin de istemediği kadar, sürecin bir parçası yapmaya kalkıyor. Sen devleti ne kadar çağırırsan, devlet de o kadar girer. Sonunda hep devletin dediği olacaksa, devlet istediklerini onaylayacak, istemediklerini onaylamayacaksa, neden seçim yapıyoruz ki? Bu minvalde, 1960’larin başından beri her patrik seçiminde hükümetin yayımladığı talimatname de demokratik kriterleri karşılamalı. Örneğin, eski talimatnamelerde adayların ‘propaganda’ yapamayacağı yazılı. Propaganda ne demek? Adayların kendini, geçmişini, sorunlar hakkındaki düşüncelerini anlatması demek. E, bunların yapılmasının yasak olduğu bir seçim mi olur? Seçmenler adaylar arasında nasıl karar verecek o zaman? Adaylarla karşılıklı bakışacağız, gözlerine bakıp aklından geçeni okuyacağız herhalde. Şimdi, talimatnamede gene böyle bir ifade olursa, “Devlet dedi” diye böyle bir saçmalığa itiraz etmeyecek miyiz? 
Patrik seçimi sürecinde devleti konumlandırırken, hâlâ 19. yüzyıldaki devlet-toplum, devlet-vatandaş ilişkisi, hala monarşi/padişah varmış gibi davranmak gerekmiyor. Tamam, Türkiye belli bir süredir demokratik kriterlerde geri gidiyor ama bu, gerek Türkiye’de, gerek dünyada son 150 senedir demokrasi, hak ve özgürlükler alanından elde edilen kazanımlar, iyileşmeler olmamış gibi yapmayı gerektirmez. Sonuçta 21. yüzyıldan söz ediyoruz. Nizamname’de ne yazdığından bağımsız olarak, insanların patriklerini istedikleri gibi seçmesi en doğal hakları. Devlet denen mekanizma da, bunun kısıtlamakla değil mümkün kılmakla mükellef. Çağdaş demokrasinin devlet-vatandaş ilişkisi bunu gerektirir, beklentimiz ve talebimiz de bu olmalıdır. Bu haklı talepte korkacak bir şey yoktur.

http://www.agos.com.tr/tr/yazi/22619/nizamname-ve-devlet

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın