İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ören’den sevgilerle – Pakrat Estukyan

Ülke gündeminin dışında kalmaya meğer ne çok hasret kalmışız. Bu haftanın yazısı İstanbul’un keşmekeşinden uzakta, Ege’nin sakinliğinde, dinginliğinde yazılıyor. Gecenin geç bir saatinde, kumsalda, komşu masadan konuşmaya başlayan sarı tamburanın tınıları, farkında olmaksızın o yöne çekiyor insanı. Komşu masa içten bir baş selamıyla buyur ediyor meraklı, hevesli yakınlaşmamızı. Neşet Ertaş, Mahzuni Şerif türkülerine mırıldanarak eşlik ediyoruz. “Rakı şişede durduğu gibi durmaz midede” diye söylenegelen sözü anımsıyorum. Doğrudur, rakı, şişede durduğunda böylesi huzur vermez insana. Ânı yaşamanın tadını çıkarıyoruz Ören’de. 36 yıllık bir aradan sonra ikinci kez buralardayız. O zaman Ruhi Su hayattaydı ve yaz aylarını Ören’de geçirirdi. Şimdi, Öğretmenler Mahallesi’nde bir sokak adı olarak hatırası korunuyor. Bizdeki hatıraları ise çok daha sıcak, çok daha içten, içerden… Burada olup Ruhi Su’yu, eşi Sıdıka hanımı anmadan geçemiyor insan. Onun ‘Hasan Dağı’ türküsü dolanıyor dilimize.

Bu sütunun okuyucuları için tuhaf bir köşe yazısı olduğunu farkındayım. Alışkanlığımız, Devlet Bahçeli’nin “Kürt kökenli kardeşlerim, kardeşlerimiz bizim canımızdır, ciğer parelerimizdir. Kürt kökenli kardeşlerimin alayını muhabbetle kucaklıyorum” sözlerini yorumlamamızı gerektiriyor. Ama hiç kusura bakmayın, bugün o havalarda değilim. Hepi topu iki cümle içinde bu kadar çok kabul edilemez ifadenin hangi birine değineyim? Kürt demeye cesaret edemeyip ‘Kürt kökenli’ deyişine mi? Söylemekten dilimde tüy bitti “Ben Ermeni kökenli falan değil, düpedüz Ermeni’yim” diye. Ama insanlar, özellikle de Türk ‘kökenli’ olmayıp kendini Türk olarak tanımlayanlar ısrarla bu tanımı kullanmaya devam ediyorlar. Ama bunu da yadırgamamayı öğrendik. Çok tanınmış, çok okunan bir köşe yazarı utanmadan, sıkılmadan, hicap duymadan “Babam Çerkez’dir ama ben Türküm” deyivermişti TV ekranından. İşte ona ‘Çerkez kökenli’ denebilir ama kendini Çerkez, Laz, Kürt, Ermeni, Rum, Süryani, Boşnak veya Arnavut olarak tanımlayan hiç kimseye ‘kökenli’ diye hitap edilmez. Ya ‘ciğerim, ciğerparemiz’ sıfatlarına ne demeli? Bu ne laubalilik böyle? Ben henüz Kürt olmanın bilincine varıp da Bahçeli’ye ciğerim, ciğerparem diyen birine rastlamadım. “Kürt kardeşlerimi muhabbetle kucaklıyorum” sözünü nasıl söyleyebilirsin? Hazret, “Taş üstünde taş, omuz üstünde baş koymayın” demişti Cizre’nin, Nusaybin’in bodrumlarında insanlar katledilirken. Bu şehir halklarının mı alayını muhabbetle kucaklıyor Bahçeli?

İster tuhaf bulun, ister bulmayın, bu konulardan konuşacak havada hiç değilim. Güneş Kaz dağlarının üzerinde batıyor, yanımda Ari’nin mucize oyuncağı, Volkswagen minibüs kılıklı bir kutudan ve YouTube üzerinden Metin-Kemal Kahraman’ın ‘Göçmeyen Kuşlar’ şarkısını dinliyoruz. İda Dağı’nı seyrederken güzel insan Tuncel Kurtiz’i anıyoruz. Vasiyeti üzere gömülemeyen, son isteği reddedilen Tuncel Kurtiz’i. Bu hafta sonu İstanbul’un Büyükşehir Belediye başkanını belirleyecek olan seçime odaklandı Türkiye. Ben ise Ören’de Ali Baba’nın derme çatma meyhanesinde garsonluk yapan Ceren’e odaklanmayı tercih ediyorum. Lise son sınıf öğrencisi olan Diyarbakırlı Ceren, türkü söylemeyi çok sevdiğini, ama sesinin güzel olmadığını anlatıyor içlenerek. Ben ise ona türkü söylemenin sesle değil, yürekle alakalı olduğunu söylüyorum. Gözlerinin içi gülüyor sevinçten. Onun sevinci benim için Binali Yıldırım’ın veya Ekrem İmamoğlu’nun kazanma sevincinden çok daha değerli şu anda.

İsterdim, hem de çok isterdim ama sürekli böyle yazılar yazacak halde değilim. Siz bu yazıyı okurken ben haftalık rutinime çoktan başlamış olacağım. Dünyanın gamı, kasaveti tepeme yığılmış gibi hissedeceğim. Tez geçecek bu günler, ama ant olsun, ihanet etmem bu günlere. Gene gelirim. Hani Ece Temelkuran demişti ya, “Rakı içmek günah değil benim kitabımda. Beraber içtiğin dostları unutmak günah” diye, işte öyle, unutmamacasına gene geleceğim. Bir yandan Volkswagen minibüs kılıklı müzik kutusunu beslemek gerek. Şu an Atilla İlhan şiirlerini Ahmet Kaya’nın sesinden dinliyoruz. Sırada Cem Karaca: “Ben suyumu kazandım da içtim. Ekmeğimi böldüm de yedim. Alkışı duydum, ihaneti gördüm…” Üç günlük mola iyi geldi, darısı tatil yapamayanlara.


Yeni Yaşam Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.