Nihal Bengisu Karaca nbkaraca@htgazete.com.tr
Yerel seçimler bitti ama İstanbul’un yarışı bitmedi. Dolayısıyla Türkiye, kâh iki adayın Pazar günü yapacağı canlı yayını konuşuyor ve moderatör üzerinden yapılan bir tartışmayı tüketiyor, kâh “İmamoğlu valiye it mi dedi?” tartışmasının peşinde savrulup duruyor.
Canlı yayın ve “moderatör” tartışması iki siyasetçinin karşılıklı yayına çıkıp tartışması gibi gayet normal bir durumun bu denli abartılması açısından hazindir. Normal olan, olması gereken, “frapan” bir durum haline gelmiş. Buna olsa olsa “yazık” nereden nereye gelmişiz denilebilir.
VIP krizi ve İmamoğlu meselesinde ise puan kaybeden Ekrem İmamoğlu oldu. Ama bir kamu görevlisine gıyabında hakaret ettiği için değil. Daha çok yakınlarda AK Parti’nin milletvekilinin ve YSK temsilcisinin “Sizin adaletinizin terazisini sileyim” dediği/diyebildiği bir ülkede yaşıyoruz sonuçta. Sorun, İmamoğlu’nun dediğinin arkasında durmamasında. Sorun 31 Mart sonrasında mazbatası elinden alınmış ve hiç de ikna edici olmayan gerekçelerle seçimin tekrarına hükmedilmiş iken, İmamoğlu’nun muhatabının çizdiği “demokrasicilik” oyununun çerçevesini ters yüz edememesinde.
Nitekim bana göre asıl sorun tarafların sahneyi kullanırken beraberce sahiplendiği, dolayısıyla “polemik dışı” bıraktığı kısımların içeriği.
“Topal Osman” onlardan biri.
TOPAL OSMAN SEVGİSİNDE YARIŞMAK
Önce Nurettin Canikli’nin savunduğu, sonra İmamoğlu’nun sahiplendiği Topal Osman’ın nasıl bir karakter olduğunu bilmeyen var mı?
Sadece yaşadığı topraklara ihanet eden çetelerle değil, haksız yere kıydığı müslim/gayri müslim canların üzerine, muhalif Ali Şükrü Bey’in katlinden de mesul olan böyle birinin hem iktidar partisi mensubu tarafından hem de İstanbul’a “umut” olma iddiasında, siyasette parlayan yeni yıldız olarak görülen İmamoğlu tarafından aklanması, Türkiye’nin nasıl sağlıksız bir haleti ruhiyede olduğunun göstergesi.
Oysa “Milli mücadele sırasında vatan hainlerinin temizlenmesine yaptığı katkı” parantezine alınıp kahramanlaştırılamayacak kadar karanlık bir profil Topal Osman. Her şeyi geçtim, Ali Şükrü Bey’i Samanpazarı’ndaki evinde elleriyle boğduktan sonra teslim alınmak istenmesi üzerine Çankaya Köşkü’nü de basan (2 Nisan 1923) Topal Osman’ın idam edilmesi kararı TBMM (BMM) tarafından oy birliği ile verilmiş bir karardı.
Demek ki milli mücadeleyi yürüten Büyük Millet Meclisi’nin oy birliği ile verdiği karara saygı da kalmamış.
KİMLER KİMLERLE BERABER?
2000’li yıllara gelindiğinde ise, Topal Osman’ın hatırasını bir heykelle ölümsüzleştirip Giresun’a dikmek isteyen ‘Veli Küçük’ten başkası değildi. Son derece anlaşılır bir durum. Çünkü Topal Osman da, dönemin ‘Veli Küçük’üydü. Veli Küçüklerin kaderi böyle inişli çıkışlı oluyor. Günü geliyor kahraman oluyorsun, günü geliyor mezarından çıkartılıp asılıyorsun, sonra o da ne? Başka bir gün gıyabında tebrik ediliyor, sağlı sollu sahipleniliyorsun!
Türkiye’nin söz konusu halleri öteden beri kafa bulandırdı ama bu gel-gitlerin aynı partinin aynı iktidar dönemine denk gelmesi ayrıca hazindir.
ALİ ŞÜKRÜ BEY’İN KATİLİNDEN İMAMOĞLU’NA GÖSTERİLEN SOPAYA…
“Trabzonlu bir kahraman, bir yiğit, bir şehit üzerinden Türkiye’de oynanan oyunu sizlere anlatmak istiyorum. Gençler de bunu öğrensinler. Ali Şükrü Bey, Trabzon’un meclisteki ilk mebusuydu. 23 Nisan 1920’de meclis açılırken Trabzon’un temsil etmek için oradaydı. Osmanlı’nın kahraman subayı olduğu kadar ilk meclisin de en yürekli vekillerinden biriydi. Her türlü haksızlığa karşı çıkıyordu. Esarete, korkaklığa, geri adım atmaya tahammülü yoktu. Kürsüye çıkıyor, kalbinde olan neyse onu söylüyordu. Bu kahraman Trabzonluyu bir gece, tam 91 yıl önce 27 Mart gecesi Ankara’da alçakça şehit ettiler. Ali Şükrü Bey’in katlinin önemli bir manası vardı. Katiller suikast düzenlerken her vekile korku salıyor, ‘Doğru durmazsanız, ayağınızı denk almazsanız sonunun böyle olur’ diyorlardı. 1950’li yıllara kadar, demokrasiye kadar, hemen her vekilin üzerinde Trabzonlu Ali Şükrü Bey’in akıbeti tehdit olarak sallanmıştır”
Bu sözler Erdoğan’ın Mart 2014 seçimleri için gittiği Trabzon’da, 24 mart 2014 tarihinde yaptığı konuşmadan.
Erdoğan’ın katledildiğinden bahsettiği Ali Şükrü Bey’in katili Topal Osman bu retoriğin açık öznesi. Katili kim? Topal Osman. Bu kadar basit.
Yani: Bir milli mücadeleci olan ve aynı zamanda “muhalif” de olan Ali Şükrü Bey’in ortadan kaldırılmasının Topal Osman tarafından gerçekleştirildiği konusunda tartışma yok. Tartışmalı olan bu iş için Topal Osman’ın “görevlendirilip görevlendirilmediği” meselesi. (Mahir İz’in ‘Yılların İzi’ adlı hatıratında yer alan anekdot, bazı köşe yazarlarının yaptığı gibi sansürlenerek değil, olduğu gibi aktarılırsa, durum daha iyi anlaşılır) *
Kesin olan şudur, Ali Şükrü Bey’in katli milletin sesi/temsili olma arzusundaki her sivilin peşine bir Topal Osman hayaleti takmıştır. Erdoğan’ın hem 2013’te hem de 2014’te Trabzon’da yaptığı konuşmalarda o hayaletin izi vardır.
Peki peşimize düşen hayaletler, bir süre sonra silahımız mı olur?
Bu sorunun sebebi, Nurettin Canikli’nin Giresun’da yaptığı bir konuşma. Canikli, Giresunlulara, İstanbul’da yaşayan hemşehrilerini uyarmalarını salık veriyor ve son günlerde ortaya çıkan “Ponstusçu İmamoğlu” ithamını (karalamasını) çoğaltarak, İmamoğlu’nun neden İstanbul’un başına geçmemesi gerektiğini anlatıyor. Sözün bir yerinde, Topal Osman’ı suikastçı katil olarak anan AK Parti gidiyor, onu bir “uyarı aracı” olarak kullanan sulara giriliyor:
“Topal Osman Ağa’nın Kurtuluş Savaşı döneminde Pontuslulara karşı, bu bölgeyi Pontuslulaştırmak isteyenlere karşı verdiği mücadelenin bir benzeri şu anda yine biz torunları tarafından bu mücadelenin verilmesiyle karşı karşıyayız. Daha doğrusu böyle bir yükle, böyle bir sorumlulukla karşı karşıyayız. O zaman Topal Osman Ağa hangi amaçla kime karşı bu mücadeleyi vermişse şimdi de aynı hain projeyi hayata geçirmek isteyenlere karşı o projeyi inşallah biz akamete uğratmak için Giresunlular olarak bu çalışmayı sürdüreceğiz”
Canikli’nin sözleriyle, Erdoğan’ın Trabzon’da hem de birkaç kez yaptığı konuşmaların ana teması arasında birbirine taban tabana zıt iki tutumolduğunu fark etmişsinizdir.
Topal Osman’ı “katil” olarak anan bir duruştan, İmamoğlu’nu aba altından “Topal Osman” ile korkutan bir noktaya nasıl gelindiği okurun takdirine bırakılacak bir savrulma.
Sadece bu anekdot bile, AK Parti’yi eleştiren muhafazakar/dindar demokratlara “Siz de çok değiştiniz, fırıldak oldunuz, döndünüz” diye goygoy yapan çemçük ağızlılara “Bilakis, anlaşılan o ki, suçumuz dönemiyor olmak” demeyi gerektirir.
Ve şunu: “Biz bu ülkenin derin sorunları ile, faili meçhulleri ile, kurunun yanında yaşı yakmayı mubah gören zihniyetiyle, devlet içinde devlet olanlarla, devlet gibi görünen ama devlet için devletten ayrı paralel duruşlar ihdas eden yapılarla hesaplaşan AK Parti’nin yanındaydık. Hâlâ o AK Parti’yi seviyoruz. Ama anlaşılan sizin derdiniz başkaymış, burayı bırakıp giden sizsiniz, ne hakla dönmekten bahseden siz oluyorsunuz?”
Zira yukarıdaki tek vaka bile gösteriyor ki, retoriği ile diskuru ile dönen, döndürülen; tam olarak AK Parti siyasi duruşu. Ama bunu çok hızlı yaparken benzerlerini ve mücadelesine eşlik edenleri hızla sollayıp geride bıraktığı için savrula savrula dönenin kendisi olduğu bilgisini edinmekten de yoksun. Viraja o kadar hızlı girip bu kadar geniş açıyla dönülünce algı reseptörleri de bozuluyor tabii. Bünyeye kuş filan kaçıyor.
PEKİ YA İMAMOĞLU’NA NE OLUYOR?
İmamoğlu da, ya cehaletten ya eklektizmin verdiği rahatlıktan ya da muhatabın belirlediği gündemi tersyüz edebilme kıvraklığına sahip olmadığından müthiş bir gaf yaparak Topal Osman’a sahip çıktı.
Daha doğrusu, Canikli’nin sözleri kendisine sorulunca şöyle dedi: “Bağlı olduğum değerler var. Misak-ı Milli sınırlarına, komutanlarına, askerlerine, benim dedeme, sizlerin dedelerine, Topal Osman’a, bayrağına, bu ülkenin kuruluş değerlerine bağlıyım”
Şimdi bazıları diyebilir ki, “Adam günlerdir Rum olmakla, Pontusçulukla suçlanıyor. Misakı Milli demiş kötü mü? Yerliliği ve milliliği konusunda iktidar cephesinden eksiğinin değil fazlasının olduğunu beyan etmek için yapmış. Topal Osman’ı da arada kaynatmış çok mu?”
Çok.
BEDELİNİ SAMATYA ÖDER, BALAT ÖDER, İSTANBUL ÖDER
“İstanbul demokrasiyi seçiyor” diye bir sloganla yürürken olmaz. Olmamalı.
Çünkü siz iktidarı ile muhalefeti ile “Topal Osman” figüründe mutabık kaldığınız zaman, piyasa Topal Osman özentilerine kalır. En büyük bedeli de azınlıklar öder.
Sözü buraya kadar getirme nedenime geleyim ve hatırlatayım. Daha birkaç gün önce Samatya’da Arpine T., adlı bir Ermeni kadın eşi evden çıktıktan az sonra çalan kapıyı açtı ve kendi evinde bıçaklı saldırıya uğradı. Maskeli şahısların kaçarken “Bu daha başlangıç!” diye haykırdıklarını söylediler.
Arpine T ve eşi Sarkis T. Ermenistan’a dönme kararı aldıklarını açıkladılar. Mevzuu ana akım medyada yer almadı, resmen geçiştirildi.
AK Parti’den sadece Mustafa Yeneroğlu’nun yapılanları kınadığını ve takipçisi olacağı sözünü verdiğini gördük.
Saldırganlar hala yakalanamadı.
_______________________
*Mahir İz, “Yılların İzi” adlı hatıratında Büyük Millet Meclisi’nde gerçekleşen bir gizli celse müzakeresiyle ilgili olarak şunları aktarır:
“ Hilâfetin lağvı lüzûmuna dâir olan teklifin müzâkeresine gizli celsede başlanmıştı. Çok hararetli müzakereler oldu, gece yarısına kadar devam etti. Teklif eden tarafın sözcüsü Bahriye Vekili İstiklâl Mahkemesi Reisi İhsan Bey’di. Buna muhalif olan karşı tarafın da kendiliğinden meydana çıkan sözcüsü Trabzon Meb’usu Ali Şükrü Bey’di. Muhâlifler, söz sıraları gelince kürsüye çıkıp fikirlerini söylediler, mes’elenin müdafaasını yaptılar. Ancak Ali Şükrü Bey kürsüye belki onbeş kere çıktı.
Artık vakit çok geç olmuş, herkes de yorulmuştu. Fakat Ali Şükrü Bey ayakta hatibi dinliyordu. O sırada yine kürsüye yaklaşarak konuşan hatibe cevap vermek üzere söz istedi ve kürsüye yaklaşmaya başladı. O anda, Mersin meb’usu Selâhaddin Bey’in her zaman oturduğu kürsüye yakın ilk sırada ortada Raûf Bey oturuyordu. Önüne doğru gelen Ali Şükrü Bey’i belinden tutarak: “Şükrü! Yeter, yeter! Şükrü, artık söz alma!” deyince, Ali Şükrü Bey birdenbire Raûf Bey’e dönerek: “Raûf ! Ben bu işin fedâisiyim, anladın mı?” dedi ve kürsüye çıktı…”
(Mahir İz Bey, hâtıratının burasında bir dipnot düşerek şunları ilâve eder)
“Ali Şükrü Bey’in iddiası şuydu. Bütün dünyadaki İslâm âlemi tekmîl rûhuyla, vicdâniyle Makam-ı Hilâfet’e bağlıydı. Bu kuvveti ihmal etmek adeta bir hiyanet-i vataniye idi. Hâfi celsede Ali Şükrü Bey’in Rauf Bey’e dönerek: “Ben bu işin fedaisiyim, anladın mı?” demesi, bu büyük kuvvetin alemşumûl tesirine inandığı içindi. İngilizlerin yıpratmak istedikleri bu kuvvet idi. Bu parçalanınca, kavmiyet üzerine kurulan milliyet mefhumu, dinleri müşterek milletler üzerinde yavaş yavaş tesirini gösterecek ve istenen parçalanma hâsıl olacaktı.”
“O sırada ben, zabıt müdîri Zeki Bey’e: “Ali Şükrü Bey bu gece idâm fetvâsını eliyle imzâ etti.” Dedim. Nitekim o sözüm de çıktı.
Ali Şükrü Bey, “Tanyeri” adıyla bir gazete çıkarıyordu. Balıkesir meb’usu Hasan Basri Çantay Bey de yazı işleri müdîri idi. Gazetede şiddetli makaleler çıkıyordu. Hatta ordu müfettişi olup, o sırada meb’us bulunan Mersinli Cemal Paşa da makalelerini oraya veriyordu. Ali Şükrü Bey, Amerika Cumhurreislerinin terceme-i hallerini yazıyor, zaman zaman nasıl riyasetten feragat ettiklerini gösteriyor ve bu suretle adeta ‘demokrasi’ dersleri vermek istiyordu. Bütün hüviyetiyle meydana atılan hararetli bir Halk Partisi muhalifi idi. İşte bu esnada karşısına Topal Osman çıkarıldı…
Topal Osman’ın yüzelli neferi bulan çetesi, Çankaya’da resmi muhafız kıt’asının teşekkülünden evvel, orada Mustafa Kemal Paşa’yı koruma vazifesini görüyordu. Sonra bir muhafız taburu teşekkül etti. Kumandanlığına da İsmail Hakkı (Tekçe) tayin edildi. Onlar da Çankaya’nın diğer tarafında mevzi aldılar. Artık Osman Ağa’nın çetesine lüzum kalmamıştı. Fakat kimse buna ses çıkarmaya cesaret edemiyordu. Meclisin polisi, komiseri bile tabancasını kapıda bırakmak suretiyle meclise girebilirken, bu çete efradı, pürsilah hatta küçük bombalarıyla ‘sellemehüsselam’, yani hiç kimseden izin almak lüzumunu hissetmeden doğrudan doğruya meclise giriyorlar ve toplantı salonunun kapısını açıp içeriye birkaç kişi toplu halde bakabiliyorlardı. Bu çete, şehirde nizam ve intizamı, hem de nizamiye askeri kışlasında askeri disiplini bozacak tavırlar takınmaya başladı. Elbette bu gayr-i tabii hal devam edemezdi. Galiba “bir taşla iki kuş vurulsun” diye Ali Şükrü Bey’in izale-i vücudu Topal Osman’a havale edildi…”
İlk yorum yapan siz olun