Sait Çetinoğlu
Yervant Odyan’ın öz yaşam öyküsü olarak kaleme aldığı Lanetli Yılları her türlü edebi kaygıdan uzak, mahkemede jüriye anlatır gibi samimi ve basit bir dil ile yazılmış bir adalet arayışıdır. Soykırım sürecinin özeti olarak okunabilecek olan çalışma, Soykırımın kayıp parçalarını birleştirir.
Odyan, 24 nisan 1915’te İstanbul’da başlayıp, Osmanlı coğrafyasını bir uçtan bir uca katederek, ölüm yolculuğunu belgeleyip tarihe not düşer.
Odyan’ın tanıklığı İstanbullu aydınların sürgünü ile başlamasına karşın belgelenen Soykırım Süreci, sadece Odyan’ın yolculuğu ve gördükleri ile sınırlı değildir. Ölüm kamplarına ulaşabilenlerin hikayelerini de derleyerek okuyucuyucuları ile paylaşır. Bu paylaşımlar aynı zamanda Soykırımın kayıp puzzlelarının yerine konmasıdır. Ermenistan’ın ve Ermenilerin yaşadığı her köşe bucaktaki Soykırım Sürecine tanıklıktır: İstanbul, İzmit, Konya, Diyarbakır, Samsun, Trabzon, Bursa, Harput, Kilis, Kayseri, …
Odyan’ın ayakta kalma mücadelesi, bir anlamda soykırımın kronolojisidir. Odyan, başından sonuna kadar ölüm yolcculuğunun tanığı olarak Soykırımı belgeler. İstanbul Hapishanesinden, Konya’nın sidiklisine, Der Zor cehenneminden… Halep zındanlarına kadar sürgün kamplarından, Soykırımın duraklarından ayrıntılı haberler verirken, hayatta kalma mücadeleleri, kurbanlar arasındaki savaşı ve birbirlerine yaptıkları eziyet ve çıkardıkları zorluklar kadar, kurbanlar arasındaki dayanışmayı örnekler. [B]u zalimane koşullara rağmen sürgünler umudunu yitirmemiş ve moral güçlerini korumuşlardı.Sözleri, kurbanların direncinin simgesidir:
Çocuklar okul kitaplarını da yanlarında getirmişti. Çadırların yanlarında yere oturmuş eğitimlerinden geri kalmamak için derslerine çalışan küçük kızlar görmekduygulandırıyordu insanı. Bu zavallı küçük çocukların kaçı hayatta kaldı acaba?Bu nasıl bir yaşama sarılma hamlesidir… Bugün Ermenileri yükselten güç, o günlerin zor koşullarında birbirine eklenerek büyüyen bu direniş noktalarıdır
Halkın kırıma teşne olduğuna Ermenilere düşmanlıklarının aleni olduklarına tanık olur:
Halkın tamamına yakını, “Hepiniz öldürülmeyi hak ediyorsunuz”! sözleriyle düşmanlığını açıkça ifade etmekten çekinmezken, görevli, görevsiz herkes Soykırımın sonuçlanmasını kolaylaştırmaya kendini adamış olduğunu görmek insanlık adına acıtıcıdır. “Burada bu kafayı kırmayacak mıyım”! nidalarıyla vahşi saldırılar, kervanlarda ve kamplarda günlük olağan olaylardan biridir.
Odyan, onbinlerce Ermeninin cansız bedeninin tanığıdır. Odyan’ın tanıklığı, Anadolu’dan, Toros dağlarında ve çöllerde yaşamlarını kaybeden mezarlaarı olmayan Ermeni halkının ruhlarına ağıt gibidir. Örnekler:
Gülek istasyonu’ndaki o düzlükte onbinlerce Ermeninin cansız bedeni yakılmıştır
Hayatta kalabilenhayaletlerin durumu daha kötüdür: Islahiye’ye varıncaya kadar yolda aynı berbat koşullarda binlerce sürgün gördük.Hayatta kalabilmek için ödedikleri bedel tarif edilemezdir; Enyakınlarını terk etmekzorunda kalırlar, çaresizdirler, çıkış yoktur… Can tatlı!…
Zengini ve fakiri, sürgünde eşitlenmiştir. Birbirlerine dayanarak ayakta kalmaktan başka çareleri yoktur. Eli, hayatta kalabilen kardeşlerinin omuzlarında olan Mazlumyan Kardeşlerin yanında, Doktor Boğosyan gibi özveriyle çalışarak, kardeşlerini korumaya ve hayata tutunmalarına yardımcı olan kişiler örneklenir. “Çekinmeden git ve Baron’u gör. O size yardım edecektir.”
Doktor Boğosyan, İçişleri Bakanlığı’ndan İstanbul’a dönebilmek için izin almasına rağmen, sürgün kardeşlerinin arasından ayrılmayarak bir işe yaramak istiyor ve buradaki halindende mutludur.
Çocuk pazarına tanıklık eder. “Satılık çocuk var mı?” sorularıyla bir çadırdan diğerine dolaşarak Arap, Türk ve Yahudi kadınlar arabalarla Halep’ten gelen çocuk ve kadın tacirlerine tanıklığını nakleder. Binlerce kız ve erkek çocuk bu biçimde Sebil’de Halepli Arap, Türk ve Yahudilere satılmıştır. Genellikle 7-10 yaş arası çocuklar ve özellikle kızlar tercih edilmektedir.
Odyan ilk kez Sebil’deki kampta korkunç derecede yürek paralayıcı çocuk ticaretine tanık olur. İki çocuğunu sattıktan sonra bir kadın delirdiğini gördüm.
Çocukları satmak zorunda kalan kadınları tarifler; bunlar halsiz, aptal bir vaziyette, sessizce gözlerine uzağa dikerek saatlerce yerde oturmaktadırlar. Onların duygularının ve şuurlarının ölmüş olduğunu, bir hayvana dönüştüklerini düşünebilirsiniz…
Bu şekilde dört ya da beş gün içinde Hama’da 5000 Ermeni sürgün müslüman oldu. Sözleri, Soykırımda ruhu çalınarak, sağ kalabilen kurbanlara dair rakamları verir. Bu örnekler Soykırımının sonsuzluğa uzanmasına tanıklıktır.
Zaman zaman bu ticaretifırsata çevirenler de vardır: Bazıları birkaç mecidiye karşılığında çocuklarını satar ve daha sonra yeniden satabilmek için onları çalmaktadırlar.
Soykırım her yerde ve her koşulda sürdürülüp tamamlanmaktadır. Odyan, Samsunlu kadınlarınihtidasürecini zorlamaları ve tehditleri paylaşır. Kadınlar baskılara ve eziyetlere dayanamayarak, ihtida ederler… Artık herşeylerinin yanında ruhları da çalınmıştır.
Kampataki herkesi teslim alarak İslama döndürürler. Ancak Araplar, bunu peygamberlerinin emirlerine aykırı olarak, İttihatçıların işlediği bir suç olduğunu düşünürler. Herkesin müslüman olduğu gerçeğinerağmen hiç bir Arap sürgünleri/kurbanları “Aleyküm selam” diye selamlamıyor yalnızca “merhaba” demektedir. Hatta birkaç Ermeni camiye girmeye kalkınca da şiddetle karşı çıktılar. Ancak, İslamiyete geçmek sürgüne engel olmaz. Sürgünden sürgüne yollanırlar. Odyan, İslama geçip adlarını Ali Rıza ve Tevfik olarak değiştiren Kilislilerin daha sonra Der Zor’a sürgünle cezalandırıldığına tanık olur. Son durak Der Zor ölüm çukurudur…
Ermeni kadınlara, her milliyetten ve her sınıftan insanlar el koymuştur. Zengininden ayı oynatıcısı zavallı çingeneye kadar… Kadınlar, çaresizdir… gidecek bir yerleri yoktur. Çingenenin el koyduğu kadın çaresizliğini içler acısı durumunu, “Nereye gideceğim? Ne yapacağım?… Eğer onu terk edersem başka bir Arap beni alacak…En azından ona alıştım ve kavga da etsek beni çok seviyor.” Sözleriyle ifade eder. Bu zavallı kızın durumunda binlercesinin olduğunu düşünmek… Acıtıcıdır. Kocaları ölmüş ya da öldürülmüş kadınlar sırtlarında çocuklarıyla ağlayarak ve lanet okuyarak kavurucu güneşin altında kumlu yolda çıplak ayakla yürümelerine tanık olur. Bu zavallı insanlar yok edilmek için, Der Zor’dan bile daha uzağa, ıssız çöllere sürgün edilmektedir.
Odyan, Almanların Soykırıma ilişkin düşüncelerini paylaşarak, Almanların Soykırıma dahlini belgeler, Alman Komutan Edval’ın sözlerinin, Soykırıma Almanya etkisini ve katkısını apaçık ortaya serdiğini söyleyebiliriz:
Daha sonra Ermeni katliamları, zulüm ve sürgünler üzerine konuştuk ve son olarak bana “Almanya savaşı kazanırsa Ermenilerin Türkiye’den ayrılacağını bilmelisin” dedi.
“Onların hepsini katledecek misiniz?” diye sordum.
“Hayır, ama hepsi Türkiye’den kovulacak. Bu karar altına alındı ve Almanya’da rıza gösterdi.”
Her dönemde var olan işbirlikçiler ve hainler de örneklenir: Bunlardan biri, Saimbeyli’de doğmuş hain ve ispiyoncu Santuroğlu Aram’dır. Onun gibi şeytani, yiyici ve tiksindirici bir tabiata sahip çok az insan olduğu kanısındadır. Bu genç adamın hiç bir ahlaki değeri yoktur ve şeytani işlerini ve suçlarını gururla ve övünerek anlatır. Rezil hareketlerini hayret verici bir utanmazlıkla anlatır. Aram bütün bunları, “Yalnızca zevk için. Ayrıca Türklere de iyi bir izlenim vermek için.” Yaptığını söylemekten de çekinmez.
İşbirlikçiden söz açılmışken bir not olarak Arşavir’e değinelim: Savaşın son günlerinde ünlü işbirlikçi ajan Arşavir de Halep’e gelir, Odyan ve Aram Andonyan ile gelecekte ona iyi bir referans verilsin diye görüşmek ister. Aram Andonyan, Arşavir için, artık bizim gibi insanlara yardım etmeye en azından zarar vermemeye çalışıyor.
Ermeni Soykırımı yanında, 1915 Soykırımının önemli süreçlerinden biri olan Rum, Pontos Soykırımı ve Sürgününe de tanıklık eder. Rumlara yapılan uygulamaları nakleder. Yunanistan’ın savaşa dahil olmasından sonra, Türkiye’den savaş dolayısıyla çıkamayan Yunan vatandaşların sürgününden bizi haberdar eder. Anton Sava bunlardan biridir. Sava ile Odyan, birlikte Islahiye’ye kadar gelirler, Sava, oradan da Rumların sürgün yeri olan Maraş’a gönderilecektir.
Adından Pontos kökenli olduğunu anladığımız Avramidis, İstanbul’dan Sultaniye’ye sürgün edilmiş bir yazardır. Odyan, Sultaniye’de Avramidis’le ilk günden dost olur. Her ikisi de İstanbul’dan gelmiş iki yazardır ve fikirleri de birbirine yakındır. Avramidis’in firarını paylaşır. Avramidis, firarında başarısız olup yakalanınca ölümden beter hale konularak tekrar Sultaniye’ye getirilir. Sultaniye’nin idarecilerini tanıyınca, Pontos’un asi evladına yapılan ölümcül eziyet ve işkence normal karşılanmalıdır. Zira Sultaniye’nin Yöneticileri seçilmiş kişilerdir:
Sultaniye Kaymakamı Giritli bir Türk olan Ali Efendi dir (Ali Adil Denktaş). Ufak tefek zararsız bir adam olaraka tarif edilir. Eskiden tenekeci olan Ali Efendi İttihatçı olduğundan bu mevkiye kadar yükselebilmiştir. Mal müdürü Talat paşa’nın akrabası Edirneli bir Ermeni düşmanıdır. Görevini suistimal ederek muazzam bir servet edindiği söylenmektedir. Bir diğer Ermeni düşmanı da posta müdürü olan Hüsnü Efendi, 1909 katliamı sırasında Adana’da kışkırtıcılık yapmış kısa boyu topal bir adamdı. Hüsnü Efendi yanındaki 12-13 yaşlarındaki Ermeni kızı bir iki yıl içinde gibi katı bir Ermeni düşmanı haline çevirmiştir. Ziraat Bankası müdürü ve Reji memuru da açıkca belli etmeseler de Ermeni düşmanıdır. Türk yetimhanesinin müdürü bağnaz bir İttihatçıdır ve ondan her kötülük beklenirdi. Odyan’ın son 5-6 ay boyunca yaşadığı çevre böyle seçkinkişilerden oluşur.
Konya’da bulunduğu sırada tanık olduğu bir kurtulma hikayesi ilginçtir. Genç bir Ermeni Tutsak Güçlü iradesi kendini kurtarmıştır. 20 saat ölü numarası yapmış, su ve yiyeceği reddetmiş ve hatta beden fonksiyonlarını durdurmuştur. Olağanüstü bir iradesi onu korumuştur. Polis şefi Hakkı Efendi Odyan’a “bu Ermenilerden neler çektiğimizi görüyor musun?” der.
Savaş sona ermiş, Türkiye kayıtsız şartsız teslim olmuştur. Odyan’ın 4 yıllık sürgünü biter. Geri çekilen asker, polis ve idarecilerle birlikte İstanbul ternindedir. Savaşı kaybedenler gibi görünmezler. -Zaten bir süre sonra da İtilaf devletlerinin zaferinin bu coğrafyaya uğramayacağı da anlaşılacaktır. – İstanbul treni bir anlamda öncesi ve sonrasıyla süreci özetleyen bir panorama çizmektedir.
Vagondaki Türk polisler hep sarhoştur, müzik aletleri çalıyor, bazen de bitişik vagondaki kadın arkadaşlarını getirmektedirler. Kadınların hepsi Ermeni’dir. İçlerinden Bandırmalı olan çok güzel ve eğitimli olan biri Yervant Odyan’ın yazılarının çoğunu okumuştur. Bu konuda oldukça muhafazakar olan Odyan’ın kadına küçük bir ahlak dersi vermek için söylediklerine karşılık, kadının verdiği cevap Ermeni kadınların düşürüldükleri acı durumun ve ümitsizliğin tanıklığıdır;
“Bu hayatı yaşayan yalnızca ben miyim?”
Gerçekte bu kadın bir istisna değildir.
Vagondaki polisler, Odyan’ın sürgün edilmiş bir yazar olduğunu ve işine yeniden başlamak üzere İstanbul’a geri döndüğünü öğrenince elini bile öperler.
Kendilerini yüzlerce Ermeni kadını ölümden kurtaran koruyucu melekler olarak takdim ederler. Söylediklerini doğrulayacak tanıklar sunarlar. Şu şu Ermeni kadına sorun…
Her nasılsa her biri iyi işler yapmış birer azizdir. Sanki!
Mucize olarak hayatta kalıp geri dönebilenler, hayatlarından başka her şeylerini kaybetmiştir. İstasyonda rasladıklarına evlerinin, tarlalarının durumunu ve eski işlerini kurup kuramayacaklarına dair bilgi almak ister. Evleri zorluk zorluk çıkarmadan verilmiştir ama nasıl bir durumda! Cam, pencere, kiremit hiçbir şey yok. Evler var ama merdivenler yok, panjurlar yok. Mobilyalardan geriye hiçbir şey kalmamış. Dükkanlarımızdaki mallara gelince hepsi satılmıştır.
Odyan sorar:
“Tazminat istemediniz mi?”
“İstedik istemesine ama onu verecek kimse yok… Dendiğine göre o konuda henüz bir düzenleme yapılmamış.”
Günümüzde de halen bir düzenleme yapılmamıştır Odyan!
İlk yorum yapan siz olun