İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yol Hikayeleri 4. Gün: Kızıltepe-Diyarbakır Hattında Millet Kıraathanesinde Demokrasi Kitabı Aramak…

Veysi Dündar

Dün Hasankeyf’in keyfi kaçmış esnafı ile bitirmiştik. Geceyi geçirdiğim Kızıltepe’den Diyarbakır’a çizdim rotayı. Bir kaleye benzeyen kadim Mardin’i en güzel seyredeceğiniz yerlerinden biri Kızıltepe’dir.

Yılmaz Odabaşı’nın dilinden asker yeşiline döndüğü söylenir Mardin’in kızıl tepesinin. 100 köyü ve 250 bin nüfusu ile Mardin’e ovadan bakar ama kendi değerini de bilir.

Çarpık yapılaşma demografik arızalar ve sosyolojinin bozulmuş saatinin beraber işlediği laboratuvar görünümünde güncel Kızıltepe.

13 yaşında bir kızcağıza yapılan toplu tecavüz ile de belleklere işlenmişti yakın zamanda.- Reklam –

Oysa ki, okuma oranının en yüksek olduğu bir yerdir. Belli ki, 150 bin Suriyelinin yerleşimi ile bozulan doku, okumanın olumlu etkilerini günden güne azaltmakta.

Sınır ötesi ticaret ile uğraştıklarından ancak şu dönemde Suriye sınır kapılarının açık olmaması ile alternatif arayan nakliyeciler özellikle Türki cumhuriyetlere kaymaya gayret etmişler.

Geleneksel olarak hemen hemen her hanenin Mersin ve Osmaniye ile mutlaka bir bağlantısı vardır.
Anadolu’nun ticaret yolları çok özel kodlara, şifrelere sahiptir. Toroslar’a çıkan yollar Kızıltepelileri önce Osmaniye’ye oradan lağosun ana vatanı Mersin’e taşır. Bu şifreler özeldir. Saygıyı ve özeni hak eder.

Türkiye’nin bir büyük sinir ağı ile birbirine bağlı ticaret yollarının, Suriye savaşındaki anlamsız, hatalı ve şimdi neredeyse tamamen temize çekilmek için bekleyen siyasete kurban gitmesi, en ağır hasarı Kızıltepe’nin kamyoncusuna vermiş.

Orijinal adı Tel-Ermen (aynı tel-abyad vs gibi) olan yani Ermeni Tepesi olan şehir dönmüş dolaşmış Kızıltepe’de karar kılmış. Enver Paşa önceki Türkçe adı Koçhisar’ı da beğenmemiş. Komşu Viranşehir’in ise, adını, Timur’a sürekli isyan eden asi halkı nedeniyle Moğollarca bolca viran edilmesine bağlar tarihçiler.

Bugün artık ne Ermeniler ne de Moğollar kalmış. Kızıltepe’yi karışık duygular içinde geride bırakıp Mardin üzerinden Çınar yolundan Diyarbakır rotama dahil oldum.

Kalekol denilen tek kişilik savunma kabinlerini (zırhlı güvenlik kuleleri) yol kenarında bolca görmek tuhaf bir duygu veriyor insana. Yarı bilim-kurgu yarı savaş filmi.

Bu tuhaf ve işlevsel yapılar bana Komünist dönem Arnavutluğunun Enver Hocasının inşa ettirdiği 180 bin bunkeri çağrıştırdı nedense.

Belki ülkenin giderek bunaltan siyasi atmosferinin de etkisi vardır bu ruh halimde. Umarım bir gün ihtiyaç ortadan kalkar bu tuhaf yol kenarı yapılarına.

Mardin’den Diyarbakır’a doğru yol alırken, ilginç isimde bir köye denk geldim. Son günlerin flash ismini çağrıştırdı: “Davutoğlu”…

Çınar-Diyarbakır yolu kalekollar dışında ilginç bir detay içermiyor. Diyarbakır’a vardığımda yine benliğini kaybetmiş bir şehirle karşılaştım. Büyüyen her şehir maalesef diğerlerine benziyor.

Betonarme binalar yüksek katlı, ruhsuz. Şehrin eski hali muhafaza edilse keşke… Yüksekçe binalar şehrin çokça uzağında yapılsa, tarihi surlar her göze aşina olsa.

Yapılmışı var diyecekler çıkacaktır. Paris geçmişi yaşarken uzakta Defense denilen bölgede istenilen her tür mimari fantezi denenmiştir. Bizde ise güzelim Marmara sahiline kondurulan binalar coğrafyayı tahrip ederken kadim camilerin 1000 yıllık silüetlerini de silmekte.

Burada “şehre ihanet ettik” deyip diğer taraftan “Belediyecilik Aşk İşi” deyip Binali Yıldırım-Tayyip Erdoğan görsellerini gözümüze sokan AKP aklının nasıl çalıştığını da anlıyoruz. Belli ki, AKP seviyor, ama ihanet de ediyor. Şehir ihaneti affeder mi, bilmiyoruz.

Erdoğan kendisine yapılan ihanetler için son derece katı ama şehre yapılan ihanet için hoşgörü beklentisi sınırsız.

Diyarbakır’da gözüme “Millet Kıraathanesi” tabelası çarpıyor. Kıraathaneden tabii ki farklı şeyler anlıyoruz. Ama kıraathaneye en az ihtiyaç duyulan yer Diyarbakır.

Bize her yer kıraathane deniliyor, şehrin çarpık sokaklarının hemen her köşebaşında.

Kütüphanede 100 bin kitap varmış. Acaba demokrasi bahsinde bir kitap var mı?

Kafamda böyle sorular belki de açlığın tesiridir deyip taam için ciğer kebapçısının kapısını çaldım. Üstelik ocağa da geçme şansı verdiler. Yazarlıktan para kazanmasam da kebapçılık konusunda iddialıyım. Zaten en iyisi kebap vs. zaten.

Ve tabii ki Diyarbakır kadayıfı… Tatmadıysanız, denk geldiğinizde muhakkak deneyiniz.

Ciğerle bayram eden nefsimizi, baharı müjdeleyen nergislerle de biraz ıslah ettik. Nergis’in ıtırı hapisteki bir seçilmişe kadar ulaşmaz belki, ama yine de bir demeti çiçekçiye emanet ettik bu niyetle.
Gönlünden kim geçerse ver dedik.

Hasan Paşa Hanında çay içip, ibadet için hemen karşısındaki Ulu Cami’yi tercih ettik… Cami, Hz Ömer döneminden kalma. Döneminde Martoma Kilisesi buradaymış. 640’lı yıllar…

Diyarbakır’da akşama yaklaşırken yoğun program ve bu sabah erken saatte Ahmet Türk ile yapacağım söyleşinin hazırlıkları ile yazımı hızlıca bir köşede kotardım.

Telefonun kulaklığını kulağıma taktım. Youtube’da aramaya bastım:

“Üzülme sen üzülme başını öne eğme
Gün olur kavuşuruz dert etme Diyarbakır
Aglama sen ağlama kanlı bezler bağlama
Bu yangın söner birgün ağlama Diyarbakır”

http://www.ocakmedya.com/ocak_yazar/2019/03/05/yol-hikayeleri-4-gun-kiziltepe-diyarbakir-hattinda-millet-kiraathanesinde-demokrasi-kitabi-aramak/

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın