İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Büyülü gölün kaptanı

Özer AKDEMİR

İçinde on kadar yolcu olan tekne Van Gölü’nün turkuaza çalan suları üzerinde yol almaya başladığında yolculardan birisi dümenin başındaki kaptanın yanına gitti. Serince bir sonbahar sabahıydı. Tekne gürültücü motorunun yardımıyla Akdamar Adası’na doğru gölün üzerinden kayıyordu. Yolcu kaptana Van Gölü canavarını görüp görmediğini sordu.

Kim bilir yüzlerce kez kendisine bu sorular sorulmuş olan kaptan, gözlerinin içine baktı yolcunun. Acaba işin dalgasında mıydı, yoksa gölde bir canavar olduğuna gerçekten inanan biri miydi?

İşin dalgasında olanları hemen gözlerinden anlardı kaptan. Bıyık altından gülerler, “He gördüm” yanıtıyla sırıtışları daha bir belirginleşirdi. “Anlatsana nasıl gördün?” sorusunun ardından “Ne dersen de, inanmam” bakışlarıyla bakarlardı insanın yüzüne.

Böylelerine ifrit olurdu kaptan ama işte “Müşteri hep haklı”ydı sonuçta. Hır gür çıkarmadan, sonraki müşterileri de hesaba katarak “Ben görmedim ama gören arkadaşlar varmış” deyip geçiştirirdi.

“Arkadaşlarınız nasıl görmüş?” türünden ısrarlı sorular gelince rahatsız olduğunu hafifçe karşısındakine hissettirirdi. Yolcunun muzipçe parlayan gözlerine bakarak aynı muziplikte “Camışa benziyormuş” derdi. Karşısındaki gerçekten bir camış değilse anlardı ne demek istendiğini!

Bir de gerçekten canavara inananlar grubu vardı. Onlar da “Yok görmedim” sözlerinden hoşlanmazlardı. İllaki vardı canavar gölde!

Onca kişi görmüştü. Akdamar’ın karşısındaki Gevaş’ın Belediye Başkanı “Dört kez gördüm hem de” diye yemin billah etmişti. “Sırtı tırtıklı, on bir metre boyunda büyük bir yılan bu canavar. İnci kefallerinin ardından gelir bazen kıyıya çok yaklaştığında görülür. Sessiz, utangaç, insanlardan hep uzak duran, zararsız bir hayvan” diye anlatmıştı canavarı. Amerikalılar da yakında belgesel çekmek için gelecekler, koca gölün dibini karış karış görüntüleyip canavarı bulacaklardı.

“Turizm için uyduruluyor” sözlerine ise gülüp geçmişti başkan. “Bizim turizm için canavara ihtiyacımız yok ki. Akdamar Adamız, diğer tarihi kalıntılarımız, inci kefalimiz zaten yeter turisti buralara çekmeye” derdi. Başkan haklıydı da…

Kaptan, canavara inananlara bir iki küçük tadımlık canavar hikayesi anlatırdı.

“Musa adlı balıkçılık yapan bir arkadaşımızın teknesine saldırmıştı geçtiğimiz yıllarda. Akdamar iskelesinden ayrıldıktan hemen sonra seyir halindeki tekneye yandan vurup yatırmış. Başını teknenin önüne koyunca korkudan dümeni bırakıp ‘Canavar var’ diye bağırmış arkadaş. Dediğine göre canavarın burun deliklerine bir insan gövdesi sığabilirmiş”.

Kaptan anlattıkça yolcunun göz bebekleri büyür, soluk alıp vermesi hızlanır, sesi korkudan ve bu korkunun verdiği hazdan titrerdi. Kaptan, karşısındakinin hikayeden etkilenme durumuna göre kendisinin de içinde olduğu başka bir öyküye geçerdi. “Ben pek anlatmam bunu, inanmayanlar olunca sinirleniyorum ama size anlatacağım” der, amcasının oğlu Osman’la gölde giderken teknesini gölün ortasında 5-6 dakika tutup kıpırdamasına olanak vermeyen, sonra ardında kalın köpükler bırakarak siyah testere sırtını bir an için yukarı çıkarıp hızla uzaklaşan canavarla karşılaştığı anları, sanki biraz önce yaşamış gibi bir heyecanla anlatırdı.

Canavar öyküleri arasında, teknesindeki yolcuların gölün rengi sürekli değişen büyülü sularında bir karartı aramalarına, sırtı tırtıklı, başı boynuzlu dev gibi bir yılan gövdesinin tekneyi bir anda dolaması ihtimali karşısındaki korkularına, uzağından geçtikleri küçük kayalığı işaret ederek “canavar, canavar!” diye çığlık çığlığa bağırmalarına alışmıştı kaptan. Bunlardan artık sonsuz bir keyif alıyordu.

Kırk yıldır bu büyülü gölde, kırmızı kuşaklı teknesinde balık tutuyordu kaptan. Akdamar Adası’na yolcu taşıyordu. Adadaki Ermeni kilisesinin taş oymalarında gizlenen kederli öyküleri, suların arasından her an boynuzlu kafasını uzatıp kırmızı gözlerinden ateş saçacak canavar efsaneleri ile harmanlayıp, sabırla anlatıyordu yolcularına.

Yakamozlanan sulardaki ay ışığıydı günleri, geceleri. Durgunca, yorgunca akıyordu zaman. ‘Yaşamak ağrısı’ dediği içindeki fırtınalar ömrünün sarp kayalıklarını aşındırsa da şikayet etmezdi hiç kimseye. Gözünü açmış gölü görmüş, daha ötesini düşlememişti bile. Göl bütün dünyasıydı onun. O, kırmızı kuşaklı teknesinin, sodalı sularda neşeyle dolaşan inci kefallerin, nazlı mı nazlı, bazen öfkeli bazen utangaç göl canavarının ve bu büyülü gölün kaptanıydı.

https://www.evrensel.net/yazi/83460/buyulu-golun-kaptani

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın