İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Soykırım, pogrom, katliam

Ohannes Kılıçdağı / Agos

Soykırım, katliam, pogrom gibi ayrımları yapmak için Rober Melson’ın ‘Revolution and Genocide’ [Devrim ve Soykırım] kitabında da bahsettiği ölçütler işimize yarayabilir. Melson, ayrımı yaparken, faillerin, kurbanların fiziksel varlığının yanı sıra, sosyal, siyasal ve kültürel varlığını, kimliğini ve mirasını da hedef alıp almadığına bakıyor.

Türkiye’de Ermenilere yapılana soykırım dememe, başka deyişle soykırım inkârcılığı, malum, kılcal damarlara kadar işlemiş. Çok konuştuk, gene konuşuruz. Fakat bunun yanı sıra, katliam, pogrom, soykırım konularında bir kavram kargaşası da var. Hangi olayın nasıl tanımlanması ve adlandırılması gerektiği konusunda bilgi eksikliği ve kafa karışıklığı söz konusu. Evet, soykırımın tanımı ‘1948 BM Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’de yapılmış ama o hukuki bir tanım. Bir de meselenin sosyolojik, felsefi, siyasi, psikolojik boyutları var. Ayrıca bu sözleşme, konusu olmadığı için, soykırım, pogrom, katliam, etnik temizlik arasındaki farklara da değinmez.
Bu tür farkları ortaya koyabilmek, anlayabilmek için zaman ve mekân boyutuna bakmak gerekir. Daha açık söyleyecek olursak, tartışmaya konu olan öldürme, sürme, işkence etme gibi filler zamana ve mekâna yayılmış mı, ona bakmak gerekir. Bu fillerin ne kadar sürdüğünün ve ne kadar geniş bir bölgeye yayıldığının göz önüne alınması gerekir. Tabii, burada niceliksel bir kesinlikten veya ‘reçete’den söz edemeyiz. Yani, “Söz konusu filler şu kadar aya/yıla yayılmışsa ve şu kadar kilometrekarelik bir bölgeye yayılmışsa, ona artık soykırım denir” gibi kapsayıcı yargılarda bulunmak mümkün değildir. Fakat bir-iki gün zarfında, sadece bir kasaba veya şehirde yaşanmış bir vakaya kendi başına soykırım denemeyeceğini görmemiz açısından bu kriterler önemlidir. Eğer bu vaka bir silsilenin halkalarından biriyse, o durumda da zaten gene o vaka değil, o silsile soykırım olabilir. Örneğin Ermeni Soykırımı’nda birçok farklı mahalde kitlesel katliamlar yaşanmıştır ama biz, örneğin ‘Harput Soykırımı, ‘Diyarbekir Soykırımı’, ‘Zor Soykırımı’ gibi ayrı ayrı soykırımlardan bahsetmiyoruz.

Soykırım, katliam, pogrom gibi ayrımları yapmak için Rober Melson’ın ‘Revolution and Genocide’ [Devrim ve Soykırım] kitabında da bahsettiği ölçütler işimize yarayabilir. Melson, ayrımı yaparken, faillerin, kurbanların fiziksel varlığının yanı sıra, sosyal, siyasal ve kültürel varlığını, kimliğini ve mirasını da hedef alıp almadığına bakıyor. Katliamın yanı sıra soykırımları da ‘kısmi soykırım’ (‘partial genocide’) ve külli soykırım (‘total genocide’) olarak ikiye ayırıyor. Ona göre katliam veya pogrom, kurbanların kurumlarını veya kültürünü hedef almayan, kısmi kitlesel öldürmelere denir. Melson yapmıyor ama bu noktada bir ek veya ‘ince ayar’ yapmakta fayda var. Kurum ve kültürü hedef almıyor derken, bunu, o kurumları ve kültürü nihai olarak ortadan kaldırmayı hedeflemiyor diye anlamak lazım. Yoksa, bir pogrom sırasında hedef grubun kurumlarına, kimliğine, kültürüne saldırılmaz diye bir şey yok. Örneğin 6-7 Eylül’de Ermeni, Rum ve Yahudilerin mabetlerine, okullarına, kulüplerine ve mezarlıklarına da saldırıldı fakat bunları tamamen ortadan kaldıracak bir girişim olarak düşünülmedi. Öte yandan, 6-7 Eylül uzun dönemli yıldırma, azaltma, yok etme politikasının bir parçası, bir halkasıydı ama tek başına soykırım olarak nitelenecek bir vaka değildir.
Melson’a göre ‘kısmi soykırım’, belli bir grubun büyük bir kısmının imhası ve o grubun toplumsal statüsünün ve siyasi gücünün bastırılması anlamına gelir. Eğer öldürmeler daha da büyüyor ve grubun sosyal ve kültürel kurumlarını nihai biçimde ortadan kaldırmayı hedefliyorsa, bu da ‘külli soykırım’ oluyor. Dikkat ederseniz, öldürmeler söz konusu olduğunda ‘geride tek bir birey dahi bırakmamak’ diye bir kriter yok. Bunu söylüyorum, çünkü Türkiye’de sık sık “Soykırım olsaydı geride Ermeni kalır mıydı?” gibi argümanlar duyarız. Eğer geride hiç kimse ama hiç kimse kalmaması diye bir ölçüt olsaydı, henüz elimizde soykırım diyebileceğimiz bir olay dahi yoktu.
‘Külli soykırım’da kimliği ve kültürü hedef almak ne demek, buna Ermeni Soykırımı’ndan bir örnek verelim. Bunu da, dört-beş yıl evvel bu köşede bahsettiğim bir telgrafı hatırlatarak yapalım. Bu, Haziran 1915’te Dâhiliye Nezâreti’ne bağlı İskân-ı Aşâir ve Muhâcirîn Müdîriyyeti’nden Zor Mutasarraflığı’na çekilen şifreli ve gerekli kişilerce okunduktan sonra imha edilmesi emredilen bir telgraf (bakmak isteyenler için, arşiv katalog numarası DH.ŞFR. 54-122). Oraya sürülen Ermenilerin kendi okullarını kurmalarına izin verilmemesini, Ermeni çocukların devlet okullarına devamının mecbur bırakılmasını emrediyor. Ayrıca, aynı köy veya livadan Ermenilerin aynı yere yerleştirilmemesi, bunların kuracakları yerleşim yerlerinin birbirlerine en az beş saatlik mesafede ve direnişe müsait olmayan mevkilerde olması gerektiği belirtiliyor. Burada açıkça hedeflenen, Ermeni kimliğinin ve kültürünün canlanmasına izin vermemek, topluluğun kolektif bağlarını zayıflatmak, tekrar sürülmek istenirlerse de kendilerini koruyamamalarını sağlamak. Söz konusu olan, bir topluluğun ve kimliğin külliyen zararlı ve riskli görünerek baskı altına alınmasıdır. Hatta geleceğini de ortadan kaldırmaya teşebbüs etmektir. Yoksa, tehcirin resmî gerekçesi olan Rus cephesinin güvenliği sağlamakla, Suriye’de Ermeni çocuklarının dillerini, kültürlerini öğrenecekleri okullar kurulmasının ne ilgisi var?

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın