İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Siyasette ‘biz’ ve ‘öteki’ oluşturmanın kıstasları üzerine

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

Kur’an’ın ahlak metafiziği kitabının yazarı İlhami Güler, kimlik oluşturmanın belli başlı dört kriteri üzerine değerlendirmede bulunuyor.
1- KİMLİK KISTASLARI

İnsanlığın kimlik oluşturmasının belli başlı dört kıstası/kriteri vardır. Bu yazıda bunların analizini yapmaya çalışacağım. En yaygın ve verili olan kimlik kriteri etnisite/dil/ırk-renk/kavim-kabile (millet)tir. Biyolojik (ırk) olarak realitede olan, “melezlik” olsa da; anadili, insanların en temel kimlik kodudur (Arap, Alman, Fransız, Sırp, Arnavut..vs). İkincisi, içine doğduğu yani kendinden önce ebeveyninin edindiği din, mezhep, ideoloji, kültürdür (Budist, Katolik, Yahudi, Sünni vs.) Üçüncüsü, sınırları güç ile çizilen coğrafya/ülke/vatandır. “Coğrafya kaderdir” sözü, bireyin iradesini aşan bu güç/sınır durumunu ifade eder (Amerikalı, İranlı, Rusyalı vs.) “Hemşehrilik” kimliği de bu bağlamda değerlendirilmelidir (Erzurumlu, İzmirli, Adanalı vs.). Dördüncüsü, insanların özgür iradeleri ile oluşturdukları ve adına “İnsaniyet” dediğimiz –sınır tanımayan-ahlaki evrensel kimliktir. “Sınır Tanımayan Doktorlar”, bu kimliğin iyi bir örneğidir.

Şimdi bu kimlik kriterlerini siyasal ve ahlaki açıdan analiz etmeye çalışalım. Vatandaşlık, siyasal gücün sınırlarını çizdiği, “hasbelkader” ülke içerisinde kalanlar için verili bir durumdur. Realitede yaygın birinci “Biz” kategorisi, vatandaşlıktır. İkinci “Biz” oluşun kriterleri ise, etnik (ırk-dil) köken veya din-mezhep olabilir. Bunlar, “verili” olduğu için, siyasal iktidar veya devlet tarafından kınanmaz, korunur, geliştirilir. Devlet ve siyasal iktidar açısından övünç veya yerinç mevzusu değildirler. Devlet örgütlenmesi ve milli siyasetin meşruiyetini sağlayan şey, vatandaşlarına eşit ve adil davranmasıdır. Hukuk, hem devletin vatandaşlara karşı, hem de bireylerin birbirlerine karşı hakkaniyete dayanan yükümlülüğünü ifade ve deruhte eder. Vatandaşlar ise, realitede etnik ve dinsel kimliklere sahiptirler. Bu kimliklerini, “Vatandaş” olmanın kalkanında koruma ve geliştirme çabası içinde olurlar. Örneğin, fotoğraf sanatçısı, Ermeni kökenli Ara Güler ve yine bazı kesimlerde mevcut olan Türk-Ermeni münaferetini, “Vatandaşlık” temelinde çözmeye uğraşan Ermeni kökenli gazeteciler Etyen Mahcupyan ve Hrant Dink, iyi birer “vatandaş”dırlar. Soruna, etnik köken açısından bakan ve Hrant Dink’i öldüren Ogün Samat ve “Soykırım”dan bahseden yerli kimi Ermeniler ise, birer “kötü” vatandaştır. Hrant Dink’in cenaze merasiminde: “Hepimiz, Ermeniyiz” veya “Hepimiz, Hrant’ız.” sloganları, aslında : “Hepimiz için iyi vatandaş örneği idi” demek istemektedirler. Din/mezhep(bağnazlık), etnik(şövenist) ve ideolojik(militan-partizan) politik kimlik vurguları, çeşitli barbarlıklar yaratabilmektedir.

Din dolayımı ile örgütlenmiş olan tarikat ve cemaatler, mevcut muhafazakâr iktidar aracılığı ile devletten epeyce nemalandılar ve palazlandı.

İnsanlar, evrensel ahlaki kaygılar ile kendileri gibi olan –ve sınırları aşan- yeryüzündeki bütün insanlar ile “insaniyet” e dayanan ayrı bir “Biz” kategorisi oluşturabilirler. “İnsan Hakları” kavramı, bu evrensel yükümlülüğü ifade eder. İnsaniyet olarak bu “biz”, kendine” öteki” yani düşman olarak zalimleri ve zorbaları (kötüleri) belirler. Bu bağlamda Kant’ın özlediği ve ahlaki zemine dayandırdığı bir “Dünya Vatandaşı” olmak ile bir “Ülkenin vatandaşı” olmak arasında bir çelişki olmak zorunda değildir. Yerellik, evrenselliğin dinamosudur.

2- DÜNYADA DURUM

Günümüz/Kapitalist dünyasında “zenginler kulübü” olarak (G/7-20) ve fakirler, gerçek kimlik tanımlarını kesen ve onları flulaştıran yeni bir insani durum/gerçekliktir. Bu (zengin-fakir) kategorilerin oluşumunda teknoloji yaratmak, üretmek ve tabii kaynaklar kadar, emperyalizm/sömürü de rol oynamıştır. Bu mevcut sınıflaşma/kutuplaşma, sadece ülkeler arasında değil; ülkelerin içinde de mevcut olup; bütün kimlikleri kesen bir ayrımdır. Ekonomik emtialar alabildiğine çoğaltılmış ve bunların tüketilmesine yönelik bir arzu/ihtiras, tarihte olmadığı kadar tahrik edilmiş ve fakat insanların bunlara ulaşımı, yaratılan ekonomik sistem ile (Kapitalizm) kısıtlanmış veya engellenmiştir. Yoksulluk, insanlarda –kendi vatandaşı, dildaşı, dindaşı olsa da- zenginlere karşı korkunç bir hınç ve kin yaratarak yeni bir siyasal-iktisadi “Biz” yaratmaktadır. En son Fransa’da meydana gelen “Sarı Yelekliler” olayı, bunun en iyi bir göstergesidir. Geriye doğru Arap dünyasında meydana gelen “Arap Baharı” ve Türkiye’de meydana gelen “Gezi Olayı” da bunun değişik örnekleridir. Batıda yükselen ırkçı ve İslam düşmanı hareketlerin arkasında da ekonomik koşulların kötüleşmesinin önemli etkisi bulunmaktadır. Mülteci sorunu, yine bu gerçekliğin bir ürünüdür.

“Doğduğun yer mi; yoksa doyduğun yer mi?” sorusuna Türklerin verdiği: “Doyduğun yer” cevabı; “Aç ayı oynamaz” ve “Aç it, fırın yıkar” atasözleri, ekonominin diğer kimlik modlarına olan, yerine ve zamanına göre kazanabileceği rüçhaniyeti ifade eder. Gaziantep’te kâğıt toplayıcı bir gencin: “Suriye’de birbirimizi (Arap-Kürt-Türkmen; Nusayri-Sünni) sosyal medya üzerinden kıyasıya eleştiriyor, hakaret ediyorduk; şimdi, burada –kâğıt toplayıcıları olarak- dost olduk.” sözleri, Yurt ve Ekonominin, bütün kimlik bileşenlerini kesen ve aşan niteliği ile duruma göre diğer unsurları önemsizleştiren doğasını ortaya koyar.

3- TÜRKİYE’DE DURUM

Türkiye’ye gelecek olursak; Cumhuriyetin kurucu kadrolarının yapmış olduğu ideolojik/Kemalist devrimler, sekülerlik ve Türklük üzerinden –adı konmamış- bir “makbul biz”, bir de mürteciler ve isyancı Kürt-Aleviler üzerinden oluşan “öteki”yi yaratmıştır. İrtica kategorisi, 1960’lardan itibaren “sağcılık” ve 1970’lerden itibaren de “İslamcılık/Muhafazakârlık” ideolojisi olarak geri tepmiş; Kürtlerin bir kısmı ise, 1980’den itibaren tekrar isyana başlamışlardır (HDP-PKK). İslamcılık, 2000’lerden itibaren Amerika’ya eklemlenmiş “Cemaat” ve milli “Siyaset” olarak ikiye bölünmüş, 2015’e kadar askeri “Vesayet Rejimi” ne karşı koalisyon halinde iktidarı sürdürmüş; 2016’da Cemaat, siyasete karşı saldırıya geçmiş (15-Temmuz) ve geri püskürtülmüştür. Cumhuriyetin yaratmış olduğu sekülerlik kimliği, giderek Alevilik ile eklemlenerek yeni CHP olarak kristalleşmiştir. Bu arada MHP, Türk milliyetçiliğinin kristalleşmesi iken; İYİ Parti, milliyetçi-seküler bir sentezi ifade etmektedir. İktisadi açıdan muhafazakârlar, cumhuriyet tarihi boyunca periferide nispeten “yoksul” bizi oluştururken; devlet ve bürokrasi eliyle yaratılan zenginler/tuzu kurular kulübü, seküler/Kemalist ideolojiyi benimsemişti. Son yirmi yılda Muhafazakârlar, inşaat ve devlet rantı ile epeyce zenginleşirken; Seküler/Alevi/Kemalistler, nispi olarak fakirleştiler. Bu durum da, yukardaki ekonomik analize dayalı olarak, yoksullarda mevcut iktidara karşı bir hınç yaratmaktadır. “Gezi olayı” nın arkasında epeyce bir miktarda bu tepki mevcuttu. Spor müsabakalarının akabinde yaşanan kitlesel kavgalar, yine bu yoksulluğun yarattığı hınç duygusunun –adı konmamış- patlamaları olarak görülebilir. Türkiye’de Devletin gayrimenkul arazi ve ekonomik imkânlarının büyüklüğü ve son değişiklik ile siyasal iradenin yetkilerinin genişlemesi, siyasal iktidarı, zenginleşmenin; muhalefeti, fakirleşmenin mani valesi/aparatı/aracı haline getirmiştir: Kafa ürünü (icad çıkarma/teknoloji) olmaksızın, toprağı ve havayı (emsal) satarak para kazanma. Kalkan-Kale-Kalem yapma yerine Kule yapma.

Bu arada din dolayımı ile örgütlenmiş olan tarikat ve cemaatler, mevcut muhafazakâr iktidar aracılığı ile devletten epeyce nemalandılar ve palazlandılar. Yani din bahane; kâr şahane. Marx da, iktisadi kavgaların, dinsel semboller üzerinden yürütülebileceğini söylemişti. Özetle, dinsel ve ideolojik “biz-öteki” ile iktisadi (zengin-fakir) “biz-öteki” üst üste, iç içe girebilmekte, biri diğerini örtmekte veya örtüşebilmektedirler.

Bu kimlik krizini aşmanın yolu, etnik ve dinsel kimliklere saygı göstermek ile birlikte, siyasetin kıstas olarak “Vatanperverlik/Yurtseverlik” nam-ı diğer “Yerlilik/Millilik” ve evrensel ahlak/adalet ilkelerine bağlılık yani “İnsanlık” kıstası ile siyaset yürütmektir. İktisadi açıdan, hakkaniyete dayanan küresel ve yerli bir gelir dağılımı adaleti, böyle bir kimlik siyaseti ile mümkün olabilir.

https://www.karar.com/gorusler/siyasette-biz-ve-oteki-olusturmanin-kistaslari-uzerine-1098016#

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın