Adnan Çelik
Son yüzyılın başından beri Kürt siyasi ve entelektüel yaşamında önemli etkiler bırakmış olan birçok Kürt aydın ve siyasetçisi içinde çok azı anılarını yazmıştır. Güçlü bir gelenekten yoksun olan bu alandaki çalışmalar bir elin parmaklarını geçmez. Anılarını yazan Kürt aydınlarının neredeyse hepsi az ya da çok, iyi veya kötü, mutlaka Ermenilerden ve özellikle de 1915’ten bahsetmiştir. Bu alanda yazılan anıları çeşitli kriterlere göre sınıflandırmak mümkün olsa da her şeyden önce kuşak meselesi bağlamında ikiye ayırabiliriz. Bu anlamda 1915 döneminde yaşayan ve bir kısmı bizzat o dönemin gelişmelerine tanık olan birinci kuşak aydınların yazdıkları kişisel anılar ve 1915 sonrası dönemde doğan, 1915’e dair birinci elden tanıklıkları dinlemiş Kürt aydınlarının yazdıkları anılar üzerinden bir kuşak ayrımı yapabiliriz. Birinci kuşak aydınlar içerisinde hatıratlarında 1915’e dair fikir beyan eden ve tanıklığını yazanlar içerisinde Abdurrezak Bedirxan, Nuri Dersimi, Ekrem Cemil Paşa, Kadri Cemil Paşa (Zinar Silopî), Osman Sebri, Hesen Hişyar Serdi ve İhsan Nuri Paşa gibi isimleri sayabiliriz. İkinci kuşak Kürt aydınlar arasında ise Nurettin Zaza, Musa Anter, Naci Kutlay, Tarık Ziya Ekinci, Mahmut Yeşil, Canip Yıldırım, Şerafettin Kaya ve Hüseyin Demirer’i sayabiliriz.
Birinci kuşak içerisinde anılarını yazan Kürt aydınlarının genelde Ermeniler özelde ise 1915’e dair anlatılarını özetleyen iki temel olgu sayabiliriz: Politik rolleri bağlamında sıkı sıkıya bağlı oldukları Kürt milli çıkarlarına angaje bir yaşam pratiğini anılarında belirgin bir şekilde vurgulama çabası ve bu olguya bağlı olarak bazı tarihsel hakikatleri sessizleştirmek ya da kısaca değinip geçmek. Bu iki olgu her biri farklı aydınların hatıratlarında değişik yoğunluklarda karşılık bulsa da özellikle Kürt milli çıkarları hepsinin hatıratında merkezi bir temadır. Büyük altüst oluşların yaşandığı bir yüzyılın başında henüz çok genç yaşta politikleşen ve milliyetçi dalganın tüm Ortadoğu’yu kasıp kavurduğu bir dönemde çoğu Kürt toplumunun aristokrat ailelerine mensup, eğitimli ve güncel gelişmelerden son derece haberdar olan bu aydınlar için Kürt ulusunun (ve elbette kendi aile) çıkarları her şeyin başında geliyordu. Yaşamlarının büyük bir kısmını siyasi mücadele vererek geçiren bu aydınların, ömürlerinin sonlarına doğru yazdıkları anılar; her şeyden önce hayatları boyunca kendilerini adadıkları Kürtlük davasının haklılığını, meşruluğunu kanıtlama çabasındadır. Bu yüzden hatıratın neredeyse tamamında aydınların kendi özel hayatlarına dair çok az bilgi vardır. Hepsi gençliklerinden itibaren dâhil oldukları siyasi Kürt organizasyonları içerisindeki rol ve pratiklerine odaklanır.
Kısaca özetlemek gerekirse, birinci kuşak Kürt aydınları 1915’i ya tali bir mesele olarak görüp/göstermeye çalışıp sessizleştirmekte, ya Kürtlerin maruz kaldığı acıların boyutunu ifade etmek için bir kıyas ölçütü olarak göstermek için referans vermekte ya da “onlar da Kürtleri öldürdü / önce onlar yaptı” gerekçelendirmesi üzerinden anlatmaktadır. Birinci kuşak aydınlarda milliyetçilik etkisinde gelişen politik kaygılar, Osmanlı millet sisteminin yarattığı algının etkisinde kalarak gayrimüslimleri eşit görememe, politize oldukları dönemde güçlü bir politik Ermeni hareketi olmasının yarattığı gerginlikler, bazılarının aile bireylerinin bizzat soykırımda rol alması gibi nedenler, hatıratlarında 1915’e yönelik büyük bir sessizleştirmeye ve hatta Nuri Dersimi örneğinde olduğu gibi bir inkâra dönüşür.
İkinci kuşak Kürt aydınlarının hepsi 1920’li ve 30’lu yıllarda doğmuş, 1915’in canlı hafızasını büyüklerinden dinlemiş, hayatta kalan veya Müslümanlaş-tırıl-mış olan Ermenileri dinleme fırsatı yakalamış ve soykırıma dair birçok hafıza mekânının hikâyelerini dinlemiş olan bu kuşak için 1915’te Ermenilere yönelik gerçekleşen şey kesinkes bir soykırımdır. Aydınlar dönemin İttihat ve Terakki yönetimince planlanan bir soykırım olarak gördükleri bu sürece dair resmi tarihin inkârcı alanına girememiş olan bu hafızanın hayaletinin farkındadırlar. Birçoğu bizzat kendi aile üyelerinin ağzından birinci elden tanıklık hikâyeleri ile büyür. Çoğu özellikle 1950’lelerden sonra günden güne büyüyen Kürt siyasi hareketinin önemli aktörleri olarak cezaevlerinde, siyasi çalışma yürüttükleri köylerde ve sosyalist bir geleneğe mensup olmaları itibariyle resmi tarih tezinin eleştirisini yapan alternatif okumalarla 1915’te olanlar üzerine daha bütünlüklü bakma fırsatı bulur ve soykırım sürecinde Kürtlerin rolü üzerine de düşünmeye başlarlar.
Bu kuşakta politik kaygılardan ziyade insani boyut daha ön plana çıkar. 1915 sadece Türkler açısından değil Kürtler açısından da yüzleşilmesi gereken bir milat olarak düşünülür. Osmanlı mirası üzerinden yükselen yeni Türk ulus-devletinin Kürtlere yönelik uyguladığı politikalar, 1915’te Ermeni halkına yönelik gerçekleştirilenlerin bir devamı olarak ele alınır ve bunun üzerinden bir mağduriyet sürekliliği kurulur. Fakat ikinci kuşağın bir öncekine göre bütün bu farklılıklarına rağmen; 1915’te Ermenilerin başına gelenlerin yine son derece tali, geçmişte kalmış ve şimdinin politik arenasında önemli bir belirleyen olmadığına dair bir kabul de sezilir anlatımlarda.
İlk yorum yapan siz olun