İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İstanbul Devlet Tiyatroları

Bir süredir söz edemediğim İstanbul Devlet Tiyatrolarında izlenimlerimi daha önce de yazdığım, ‘Profesyonel’, ‘Giydirici’, ‘Cehennem’, ‘Elektra’ gibi başarılı prodüksiyonlar geçen sezonlardan beri kapalı gişe devam ediyorlar.

Bunlardan özellikle, Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği, Devlet Tiyatrosu geleneğini aşan müthiş doğal ve gerçekçi oyunculuğuyla, son yıllarda kurumda yapılmış en etkileyici işlerden ‘Elektra’, bir antik Yunan tragedyasının günümüzde sahnelenmesi üzerine ders niteliğinde. Kimi zaman oyunu bir başına götüren Özlem Öçalmaz’ın usta işi Elektra’sına bu sezon günümüzün öne çıkan genç kuşak oyuncularından Emre Yetim’in Orestes’i eşlik ediyor.

Bu yazıda sizlerle, biri geçen sezonun sonlarından gelen, biri de festivalde prömiyer yapmış yepyeni iki oyunla ilgili izlenimlerimi paylaşmak istiyorum.

 

Çok başarılı bir Tracy Letts yorumu  ‘August: Osage County / Aile Sırları’

İstanbul Devlet Tiyatrosu, 1965’te Tulsa, Oklahoma’da doğan Amerikalı oyun yazarı-aktör Tracy Letts’in  ‘August: Osage County’ oyununu ‘Aile Sırları’ adıyla sahneliyor.

Tracy Shane Letts, ilk tiyatro eğitimini Oklahoma’da almış, 1980’lerin başında üç yıl yaşayacağı Dallas’a, 20 yaşındayken Chicago ‘ya taşınmıştır. Oyuncu ve yazar olarak Chicago’da Steppenwolf ve Famous Door tiyatro gruplarında çalışan Letts, 2002 yılından bu yana Steppenwolf Theatre Company topluluğunun üyesidir.

1991’de, ileride Anonim Alkolikler grubuna katılarak tedavi olacağı alkol sorunları yaşadığı sırada yazdığı, hayat sigortasından yararlanmak amacıyla bir akrabalarını öldürmek için kiralık bir katille anlaşan Teksaslı bir aileye odaklanan ‘Killer Joe / Katil Joe’ içerdiği şiddet öğeleri sebebiyle birçok topluluk tarafından reddedilmiştir. İki yıl sonra kendi imkânlarını kullanarak sahnelendiğinde seyircilerden büyük ilgi gören eser, daha sonra 15 ülkede 12 farklı dilde oynanmıştır.

Peşinden gelen, eroin bağımlısı bir kadınla, vücuduna böceklerin bulaştığına inanmış bir adamın hastalıklı ilişkisini anlatan ‘Bug / Böcek’ de benzer bir kült ilgi görmüştür.

William Friedkin’in çok etkileyici sinema uyarlamalarının senaryolarını da Letts’in kaleme aldığı bu iki oyun, geçmiş yıllarda İstanbul’da da başarıyla sahnelenmiştir.

2003’te Steppenwolf Theatre Company’de prömiyer yapan, inancını yitirmiş bir sigortacının öyküsü, ‘The Man from Nebraska / Nebraskalı Adam’ yazarın gerçek ile gerçeküstü arsında gidip gelen, şoke edici, mide kaldırıcı tarzına göre daha gerçekçi, daha ‘normal’ bir yola girdiğinin göstergesidir. (Yazar bu yeni ifade tarzının aslında eskisinden farklı olmadığını, kahramanlarının sürekli ahlaki ve ruhsal sorunlarla boğuşmalarını hep aynı sertlikte anlattığını söylemiştir.)

2007’de, yine ilk kez Steppenwolf Tiyatrosu’nda oynanmaya başlayan, babanın ölümüyle, zaten işlevsiz olan ilişkileri iyice alt üst olan taşralı bir aile ortamında geçen ‘August: Osage County’, drama dalında Pulitzer ödülünü alır. Broadway prodüksiyonu Eleştirmenlerin En İyi Oyunu dâhil beş Tony Ödülü kazanır.

Weston Ailesi’nin reisi, alkolik eski şair Beverly, Kızılderili bir bakıcı getirdikten sonra evini terk ettiğinde, birbirlerinden kopuk yaşayan üç kızı, aileleri, kız kardeşi ve kocası, Beverly’nin eşi Violet’in evinde toplanırlar. Birkaç gün sonra ölü bulunan, büyük olasılıkla intihar etmiş olan Beverly’nin cenaze töreni sonrasında yıllar sonra bir araya gelen ailenin geçmişindeki karanlık sırlar su yüzüne çıkmaya başlar.

‘Killer Joe’ ve ‘Bug’ın çoklukla erkekler dünyasında geçen öykülerinde çok incelikli kadın karakterlerine yer vermiş olan Letts, bu kez tam anlamıyla bir ‘kadın oyunu’ yazmış.

İstanbul Devlet Tiyatrosu da çok doğru bir karar vererek ‘Aile Sırları’nı, çevirmeninden dramaturguna ve yönetmenine kadınlara emanet etmiş.

Aslı Önal’ın gerektiğinde saldırgan ya da küfürbaz olmaktan çekinmeyen akıcı çevirisi, oyunlarında “kendilerini genelde şiirsel şekilde ifade etmeyen gerçek karakterler” yarattığını söylemiş olan Letts’e layık bir çalışma.

Dramaturg Günay Ertekin, üç saati aşan özgün metni özünden hiçbir şey eksiltmeden, ara hariç 135 dakikaya indirgerken, haklı olarak Beverly’nin varlığıyla değil, yokluğuyla kilit karakter olduğunu düşünerek, zaten epizodik olan rolünü çıkarmış.

Yönetmen Bilge Emin, senaryosunu yine Tracy Letts’in yazmış olduğu filmin dramatiğe kaçan anlatımından uzak durarak, ‘Aile Sırları’nı müthiş karanlık bir mizah duygusuyla ele almış. Soluk soluğa izlenen yüksek tempolu sahnelemesinin en büyük başarısı, fazlasıyla öne çıkan Violet ve Barbara karakterlerine rağmen, dört dörtlük ekip oyunculuğu.

Beyaz perde ve sahne versiyonları arasında karşılaştırma yapmak gibi bir niyetim yok ama, Meryl Streep filmi bir oyunculuk gösterisine çevirirken, kanser hastası, birçok ilaca, özellikle yatıştırıcı ve uyuşturuculara bağımlı, ailenin pek çok sırrını bilen ve bunları hınzır bir açık sözlülükle açıklayan, bencil, sivri dilli, huysuz, saldırgan Violet’e getirdiği derin ve abartısız yorumla  Hülya Gülşen bence çok daha inandırıcı. “Barbara olarak ben de varım” diyerek 30 yıllık sinema geçmişinin en iyi performansını sergileyen Julia Roberts’e karşın, Colorado’da üniversite profesörü olan, artık ayrı yaşadığı, bir öğrencisiyle ilişkisi olan kendi gibi profesör kocasını yenden kazanmaya ve annesini bağımlılığından kurtarmaya çalışan, kontrol tutkunu Barbara’yı inanarak ve inandırarak canlandıran Zeynep Köse de öyle.

Şamil Kafkas (Bill), Begüm Mısırlı (Jean), Esra Yaşar (Ivy), Sibel Yıldırım (Karen), Cem Sürgit (Steve), Mine Tügekçioğlu (Mattie), Engin Delice (Charlie), Emre Yeşilöz (Küçük Charles), Tuba Gürzümar (Johnna) ve Ömer İvedi (Şerif Dean) müthiş doğal takım oyunculuklarıyla, bu trajikomik öykünün aktarılmasına destek oluyorlar.

Behlüldane Tor’un bütün sahneyi kaplayan, ancak aralıklı ahşap elemanlardan oluştuğu için oyuncuları ezmeyen ferah üç katlı sahne tasarımı sebebiyle 10’ar günlük periyodlarla sezon boyunca Cevahir 2 Sahnesinde. Kaçırmayın derim. En yakın sahneleme 21 Ocak’ta başlıyor.

Sevim Burak bunu kesinlikle hak etmiyor! ‘Sahibinin Sesi’

22. İstanbul Tiyatro Festivali, özellikle yurt dışında bizdekinden de büyük bir hayran kitlesi olan Sevim Burak’ın İstanbul Devlet Tiyatrosunda prömiyer yapacak olan oyunu ‘Sahibinin Sesi’ni iyi niyetle programına aldığında sanırım böyle bir yorumla karşılaşacağını tahmin etmemişti.

1931’de Ortaköy’de Bulgaristan göçmeni Musevi kökenli bir anne ile Müslüman bir babanın kızı olarak doğan, Zeliha Sevim Burak, kalp ameliyatı geçirmek için yattığı Haseki Hastenesinde ameliyat edilemeden öldüğünde sadece 52 yaşındaydı.

Söz dizimi ve yazın kurallarını zorlayan, yer yer şiire yaklaşan diliye, sinirli, kesik, yer yer açıklığını yitiren ifade tarzıyla, Sevim Burak’ın hikâye, roman ve oyunları, anlamı ve öyküyü geri plana iten dilsel-biçimsel denemelerdir. Sonradan Müslüman olarak Aysel Kudret adını alan annesinin maruz kaldığı üstü kapalı antisemitizmin de etkisiyle merkezine kadınları ve azınlıkları alsa da, annesinin ve babasının farklı dillerini tuhaf bir karmaşayla birlikte kullanan, kimi zaman Tevrat’ınkine benzeyen parçalı bir dille anlatan öyküleri deşifre edilmesi zor metinlerdir. Zaten Sevim Burak da hiçbir zaman anlaşılır olmaya çalışmış değildir.

Bu sebeple çok zordur Sevim Burak sahnelemek. Gerçeküstücü bir evren değildir onunki. Olsa olsa kendi içinde tutarlı, ama düzeneğini bizim kesinlikle anlayamadığımız  bir paralel evren söz konusu olabilir. Anlaşılmasa da hissedilebilen, satırlar arasında okunan bir yorum ister oyunları.

‘Sahibinin Sesi’, Üsküdar Tekel Sahnesinde, gösterişli bir dekorda, danslı, şarkılı (hepsi de detone), müzikli kalabalık bir ‘süperprodüksyon’ olarak sahneleniyor. İskender Altın’ın cafcaflı yorumunun tek kusuru, içinde herbir şey olan bu oyunda bir tek Sevim Burak’ın olmayışı! Ne yazık ki, gereksiz derecede gerçekçi bir yoruma Muzaffer Seza’nın hayaletiyle bir doz da ‘gerçeküstülük’ katarak olmuyor bu iş.

Üstüne üstlük, genç kuşaktan olmalarına karşın, ekibin oyunculuğu müthiş yapay ve abartılı. Başroldeki Fatih Topçouğlu ikinci perde boyunca acılar içinde canhıraş feryatlar koparırken, aradan sonra üçte ikisi boşalmış salonda kalan tek tük seyircinin “Ölse de hem o hem biz kurtulsak” diyesi geliyor.

Kabul etmemiz gereken bir başka gerçek de tiyatroda Yahudi, Rum ve Ermeni şivesini artık beceremediğimiz. Rumları kaçırdık, Yahudilerle Ermenilerin Türkçesi de  artık fazlasıyla düzgün. Dönem oyunu için tabii ki, ihtiyarlar yurtlarından birlerini bulup, doğru tonlamayı elde etmek mümkün ama, kolaycı göz boyamalar dururken kim uğraşır bunlarla…

Zaten benim kuşağım da yok olduktan sonra, kimse o yanlış şivelerin ne kadar kulak tırmalayıcı olduğunu .fark etmeyecek… Vazgeçin gitsin!

Tiyatroyu ve hele hele Sevim Burak’ı seviyorsanız uzak durun derim.

Hepinize iyi seyirler.

http://www.salom.com.tr/haber-109369-Istanbul_devlet_tiyatrolari.html

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın