İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ruh, tabiat, kutsal aşk Zabel Yesayan ve ‘Son Kadeh’

ARİF TAPTAN / AGOS

Bugün Türkiye’de Zabel Yesayan ismi duyulduğunda, bu ismin sadece akademik çevrelerde değil genel edebiyat okurunda da bir karşılığı var artık. Bu karşılık ilk başlarda Ermeni bir kadın-aydın, ‘feminist’ bir kadın-yazar ya da bir ‘tanık’ olma tanımlamaları üzerinden kendini bulmuşken, artık okur nezdinde salt bir ‘Zabel Yesayan edebiyatı’ bilincinden bahsetmek mümkün. Bu bilincin Türkiye’de yine de sınırlı bir okur çevresinde gelişmiş olduğunu düşünecekler yavaş yavaş bu fikirlerinden vazgeçebilirler. Bunları söylememin sebebi elbette Zabel Yesayan ile Türkçe okuyan okur arasındaki dil engellerinin birer birer kalkıyor oluşu.

Zabel Yesayan’ın Türkçe’deki iki anlatısı ‘Silahtarın Bahçeleri’ (Belge Yayınları, 2006 [Silihdari Bardeznerı, 1935]) ve ‘Yıkıntılar Arasında’ (Aras, 2014 [‘Averagnerun Meç’, 1911]) ardından Mehmet Fatih Uslu’nun çevirisiyle önce 2015’te ‘Meliha Nuri Hanım’ (1928), sonra 2016’ta ‘Sürgün Ruhum’ (‘Hokis Aksoryal’, 1922) novellaları yayımlandı. Bu yazının kaleme alınış sebebi olan Yesayan’ın bir diğer novellası ‘Son Kadeh’ (‘Verçin Pajagı’, 1924) ise geçtiğimiz kasım ayında yine Mehmet Fatih Uslu’nun çevirisi ile Türkçede karşılığını buldu.

Adrine’nin satırları

“Son sevdamızdı bu bizim, sevgilim, son kadehimiz… Onunla sarhoş olacaktık ağır ağır, letafet ve güzellikle. Günbatımının, biz onun her saniye sönmesini bekliyor, hatta çoktan sönmüş olduğunu düşünüyorken, gökkubbenin üstünde, sürpriz parıldamalar ve rengârenk ışıklar içinde ertelenmesi gibi…” ‘Son Kadeh’in yazar-anlatıcısı Adrine’nin bu satırları belki de tüm anlatıyı bize özetler. Mikayel Hovsepyan’la evli olan Adrine’nin tarif edilemez ve son derece kuvvetli bir hisle âşık olduğu, ‘sevgilim’ dediği Arşag Seropyan’a yazdığı satırlardır bunlar. Hem bu satırları hem de bu satırlara gücünü veren, anlatının tümüne sirayet etmiş olan aşkı göz önünde bulundurduğumuzda bir okur olarak dikkatimizi celbedecek hususların başında Adrine ile Arşag arasındaki ‘istisnaî çekim’ gelir. İstisnaî diyorum zira anlatının metnin başından sonuna, üzerine inşa edildiği bu çekim okuruna sıradan bir ‘yasak aşk’tan ötesini vadetmektedir. Kendisine son derece güvenen, hem kendini hem de etrafını incelikle gözlemleyebilecek, insan ruhuna, tabiatına dair en ayrıntılı çıkarımları yapabilecek bir zihin ve duygu dünyasına sahip olan Adrine, ansızın karşısına çıkan Arşag’a karşı öylesine derinlikli hisler duymaya başlar ki Arşag’ın Adrine’nin karşısında olduğu anlarda, o anlar tabiri caizse donar, zaman mefhumu ortadan kalkar. Metindeki anlatı zamanı ile metnin yazılma zamanının iç içe geçmesinden dolayı, nerede ne zaman bulunduğumuzu bir bakışta anlayamasak da, kimi noktalarda 1910’lar Üsküdar’ında olduğumuzu görürüz. Metnin kurgusal düzlemini bir yana bırakıp, tarihsel düzlemine baktığımızdaki tablonun dahi Adrine’nin Arşag’a olan hislerine zerre tesir etmediği görülecektir. Yukarıda söylediğim gibi anları donuklaştıran, zaman kavramını ortadan kaldıran bu aşk, tarihsel-toplumsal normların bireylere giydirdiği genelgeçer kılıfları da söküp atmaktadır. Adrine’nin Arşag’a olan aşkı önce kocası Mikayel’e, ev içine; sonra topluma, kamuya karşı bir başkaldırıdır. Aynı durum Arşag için de geçerlidir, zira o da tıpkı Adrine gibi evli ve çocukludur.

‘Ruhunu tanıtmak’

Sevgilisine duyduğu aşkın şiddetiyle, ona bu metni, ‘Son Kadeh’i yazan Adrine’yi biz ne kocasını aldatan evli bir kadın olarak, ne ‘yasak aşk’ yaşayan bir biçare olarak, ne de sevgilisiyle karşılaştığında hatta onu düşündüğü anlarda dahi dünyayı gözü görmeyen ‘bencil’ bir kadın olarak görürüz. Adrine’ye bu metni kaleme aldıran tek şey sevgilisine ‘ruhunu tanıtmak’tır. Haliyle bunu yaparken de aklındaki tek şey sevgilisi olacaktır: “Lakin kabul görmüş âdetlerden bana ne, edebi metotlardan bana ne? Ben kalbimi ifade etmek istiyorum, saadetimin şarkısını söylemek istiyorum, ben sadece senin için yazıyorum, sevgilim…”

Adrine’yi sadece sevgilisi için yazmaya mecbur bırakan bu istisnai aşk yukarıda değindiğim birtakım yargılamalardan münezzehtir. Zira söz konusu basit bir ‘âşık olma’ değil, iki ruhun birleşmesidir. Bu ruh birleşimine getirilebilecek her türden yargıya karşı da kendinden gayet emindir Adrine: “Ve saadetimin o kadar bütün, o kadar mutlak olduğunu hissediyorum ki, onun üzerine düşünmeye bile cesaret edemiyorum, zira sanki insanın kurallarının ve alın yazısının haricindeyim artık.”

Anlatının temel motivasyonu olan Adrine ve Arşag arasındaki çekimi, “insanın kurallarının ve alın yazısının haricinde” tutan, söz konusu aşkı her türlü ahlakçı değerlendirmeden, her türlü yargılamadan uzak kılan şey ise iki sevgili arasındaki aşkın kutsallığıdır. Burada lafı, her aşk kutsaldır, demeye getirmiyorum. Adrine’nin sevgilisine yazdığı satırlara yansıyan bu aşk adeta bu iki sevgilinin karşılaştığı ya da Adrine’nin Arşag’ı düşündüğü her an ‘takdis edilir’. Anlatıda her haliyle kutsanan, kutsallaştırılan ve hatta Mesihleştirilen bir aşk vardır. Arşag, Adrine’nin duygular aleminin ilahı olur. İki sevgili arasındaki şeyin istisnaî bir çekim olduğu fikrini anlatıda her fırsatta kutsanarak, bizi beşerî âlemin ötesine geçmeye davet eden bu Mesihleştirilmiş aşk da doğrular: “Ruh haletimi baştan ayağa kuşatan o şey yıldırım hızıyla gerçekleşti. Ben kendim de bunun nasıl olduğunu bilmiyorum (…) bu, iki ruhun, iki yalnız âlemin –kim bilir hangi gizemli ve ilahi kudretin müdahalesiyle tüm engellerden, tüm karanlık tazyiklerden ve sislerden geçerek– bir buluşma noktası bulduğu ve iki nur damlası gibi birbirleriyle aynılaşıp, birbirlerini aydınlattığı (…) o nadir, talihli ve ilahi anlardan biriydi.”

Ruh ve tabiat

‘Son Kadeh’ üzerine dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus ise metindeki ruh ve tabiat anlatılarının birbirlerinin yerine geçecek şekilde, paralel bir biçimde sunuluyor olmasıdır. Yesayan’ın başka anlatılarından da aşina olduğumuz üzere, bir yazar olarak Yesayan için anlatıda ‘tabiata bakma’, ‘tabiatı görme ve gösterme’ üzerine ayrıca düşünmeyi gerekli kılacak kadar önemlidir. ‘Son Kadeh’ için de ‘bir ruh ve tabiat anlatısı’ demek zannediyorum yanlış olmayacaktır. Anlatıdaki bu ruh ve tabiat paralelliğini gösteren şey Adrine’nin gerek içe dönük, kendine bakan bakışında, gerek dışa dönük, diğerlerine bakan bakışında bu bakışları ifade etmeyi, söze dökmeyi mümkün kılan tabiatın kendisidir. Tabiat hem olanca haşmeti ve güzelliği ile Adrine ile Arşag’ın aşkını ‘asilleştirip, takdis ederken’ hem de bu bir nevi kutsala dönüşmüş aşkın ifadesini mümkün kılan yegâne kaynaktır. Orada olup bitenler, ruhta olup bitenlerdir. Adrine’nin ‘ruhundaki fırtına’, ‘tabiattaki fırtına’dan bağımsız değildir.

Bu ruh-tabiat ilişkisini değerli kılan bir başka husus daha vardır, o da tabiatın kapsayıcılığı, bütünlüğü üzerinden ruha emniyette olmayı vadederek, ona bir tür aidiyet kazandırmasıdır. Anlatıda birçok yerde bu ‘tabiata ait olma’, ‘tabiatla var olma’ hususlarını görürüz. Bununla birlikte, genel tabiat algısının yanında, özelde Adrine’nin içinde yaşadığı tabiatı yani Üsküdar’ın tabiatını mevzu bahis yaptığımızda tabiatın bütünlük kuran bir güç olmasının yanı sıra bir hatırlama/anımsama/geri çağırma mecrası olduğunu da düşünebiliriz. Lakin bunun için, tam bu noktada metni, metnin anlatıcısı Adrine’den ziyade metnin gerçek dünyadaki yazarı Yesayan ile beraber düşünmek daha doğru olacaktır. Böylesine içten, böylesine kanlı canlı, insanı adeta sarıp sarmalayan; tüm renkleriyle, sesleriyle, kokusuyla metinden çıkıp bize kendini gösteren Üsküdar’ın, Üsküdar-Yesayan ilişkisi bağlamında ele alınması daha yerinde olacaktır (özellikle Üsküdar-Yesayan ilişkisi için metnin çevirmeni Uslu’nun ‘Sürgün Ruhum’un sonunda da yer alan ‘Üsküdar’a Dönen Kadın’ yazısını düşünmek gerekir).

‘Son Kadeh’in 1915’te İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalan Yesayan tarafından, 1916’da ‘sürgün koşullarda kaleme alındığını’ hesaba katarsak tabiatın neden bu denli sığınılacak bir liman, varılacak, kavuşulacak, ‘bir’ olunacak bir mecra olarak tasvir edildiğini daha kolay anlamlandırabiliriz. Tabiatla kurulan bu ilişki tesadüfi değildir ya da en azından ‘romantik’ birtakım yazarsal niyetlerden başka anlamları imlemektedir. Anlatının kışın bitişi ve baharın gelişiyle paralel olarak ilerlemesi, patlayan her bir tomurcuğun Adrine’nin ruh ve zihin dünyasında patlaması, “Bilmiyorum nasıl bir benzerlik, nasıl bir ahenk vardı ruhlarımız ve tabiat arasında” dedirtecektir Adrine’ye.

‘Son Kadeh’ daha pek çok açıdan incelenmeye müsait, daha incelikli yaklaşımlarla değerlendirilmeye ihtiyaç duyan oldukça güçlü bir anlatı. Elbette Yesayan edebiyatına dair tüm bunları tartışıyor olabilmemizi –özellikle Ermenice bilmeyenler için- mümkün kılan şey, bu edebiyatın bugün Türkçe’ye kazandırılıyor olmasıdır ve –bu değerlendirmeyi yapacak bir pozisyonda olmamakla beraber- vurgulamadan geçmek istemediğim son husus Uslu’nun Yesayan eserlerini böylesi bir üslup ile tercüme ediyor oluşudur. Umalım ki ‘Son Kadeh’ Yesayan’ın Türkçedeki ‘son eseri’ olmasın ve Yesayan edebiyatı üzerine daha derin tartışmalar yapılabilinsin.

Son Kadeh

Zabel Yesayan

Çeviri: Mehmet Fatih Uslu

Aras Yayıncılık

120 sayfa.


http://www.agos.com.tr/tr/yazi/21739/ruh-tabiat-kutsal-ask-zabel-yesayan-ve-son-kadeh

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın