İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Gidenler, gidemeyenler, dönemeyenler

1980 darbesinden sonra ülkeyi terk etmek zorunda kalanların yaşadıkları acılar, hem onların, hem bizim belleklerimizde hâlâ taze. 80’lerden geriye doğru gittiğinizde de şimdiki gibi birçok ‘entelektüel-siyasi göç dalgası’ bulmak mümkün. Ben size bunun ‘ilk örneklerinden’ birini hatırlatacağım. Çoğunuzun belki hiç bilmediği…

Ohannes Kılıçdağı / Agos
Türkiye’nin içine girdiği girdapta çok hayatlar savruldu. Birçokları neredeyse hiçbir meşru gerekçe gösterilmeden, hukuka uygun, adil bir mahkemede yargılanmadan senelerce hapsi yattı ve yatıyor. İktidarın ve onun sivil aygıtlarının yarattığı baskı ortamı yüzünden birçok kişi de ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Bunların hemen hiçbiri gönüllü gidişler değildi. Sadece birileri, daha planlı ve zamanına kendi karar vererek giderken, birileri canını veya özgürlüğünü kurtarmak için daha aceleyle, bulabildiği herhangi bir yoldan ülkeyi terk etti. Gidenlerin durumu, gittikleri yerler, bulundukları pozisyonlar çeşitli; kiminin imkânları daha geniş, kiminin daha kısıtlı. Bu süreçte başkalarının çektiklerinin yanında ‘lafı olmaz’ belki ama kesin olan şu ki, özellikle benim daha yakından bildiğim akademisyenlerin birçoğu kendini bir belirsizliğin, güvencesizliğin içine attı. Evet, gittikleri yerlerde, Türkiye’nin aksine, söyledikleri sözler sebebiyle onları sopayla tehdit eden yok ama onlardan biri olarak söylüyorum ki bu özgürlüklerinin bedelini, hayatlarını belirsizliğe, istikrarsızlığa atarak ödediler, ödüyorlar ve ödeyecekler. İşte bu nedenledir ki ‘kalanlar’ tarafından bu insanlara söylenen “Gittin oraya, rahat rahat konuşuyorsun” sözü, hepsi için olmasa da birçok ‘giden’ için doğru değil ve bir haksızlık. ‘Kalanlar’ da tabii ki birçok açıdan zor durumda, öyle olmasaydı ‘giden’ olmazdı zaten. Fakat, şu soru da sorulabilir: “Kalanlar ne pahasına kaldılar, nelerden taviz vermek zorunda kaldılar? Hangisi gidişata ayak uydurdu, hangisi köşesine çekildi, yani bir bakıma ‘gitti’?”

Velhasıl, gitme hali de bir tane değil, kalma hali de. İkisinin de kendinden menkul bir üstünlüğü yok, dolayısıyla gidenin söz hakkı, sadece gitmiş olması nedeniyle ne ortadan kalkar, ne de kısıtlanabilir. Çoğu, konuşma özgürlüğünün bedelini ödüyor zaten. Kalanların birçoğu da konuşamamanın acısıyla kendi kendiyle hesaplaşıyor, özsaygısını yüksek tutmaya çalışıyordur herhalde, bilemiyorum, o noktada herkes hesabı önce kendine verir. Nefsinin imtihanından geçerse, sıra başkalarının sorduğu hesaba gelir. Nefsinin imtihanından geçemeyen ise etrafa saldırır.

Bir de tabii, sayıca daha az da olsa, kalan veya kalmak zorunda kalan ama buna rağmen bütün riskleri alarak, doğru bildiğinden milim şaşmadan söylemeye devam edenler var. Kendi adıma, onlara saygım büyük.

Bu köşeyi takip edenler, devlet zihniyeti ve uygulamaları söz konusu olduğunda, sık sık tarihî sürekliliğe vurgu yaptığımı bilirler. Bugün yaşadığımız, insanların politik tercihlerinden, fikirlerinden, belli siyasi gruplara mensubiyetlerinden dolayı ülkeyi terk etmek zorunda bırakılması da böyle bir süreklilik arz eder. 1980 darbesinden sonra ülkeyi terk etmek zorunda kalanların yaşadıkları acılar, hem onların, hem bizim belleklerimizde hâlâ taze. 80’lerden geriye doğru gittiğinizde de şimdiki gibi birçok ‘entelektüel-siyasi göç dalgası’ bulmak mümkün. Ben size bunun ‘ilk örneklerinden’ birini hatırlatacağım. Çoğunuzun belki hiç bilmediği…

Lerna Ekmekçioğlu’nun, ‘Recovering Armenia’ kitabından daha evvel bu köşede bahsetmiştim. Aşağıda özetleyeceğim örneği de o kitaptan aldım.

Millîci Ankara hükümetinin askerî yengilerinden ve o hükümetin ordusunun İzmir’de yaptıklarından sonra, İstanbul’daki Ermeniler ve özellikle Ermeni aydınlar da, başlarına benzer şeyler geleceği, mütareke yıllarındaki faaliyetlerinden dolayı kendilerinden intikam alınacağı düşüncesiyle, neredeyse panik halinde ülkeyi terk ettiler. Bunlardan biri de, feminist yazar Zaruhi Bahri. Bahri, mütareke döneminde Ermeni yetimlerin Müslüman hanelerinden toplanmasında da görev alıyor. Bu sırada, kimi Müslüman çocukları ‘Ermenileştirdiği’ iddiasıyla, Millîcilerin husumetini çekiyor. Onlar İzmir’e girdikten sonra İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği Bahri’ye, Millîcilerin İstanbul’a gelmesi halinde güvenliğini garanti edemeyeceklerini söylüyor. O da, kocası ve dört çocuğuyla birlikte 1922 sonbaharında ülkeden çıkıyor. Kocası, önde gelen, hali vakti yerinde bir avukat. Geçici bir süreliğine ülkeden çıktıklarını düşündükleri için hukuk bürosunu bir çalışanına devrediyor. Geride kalan mülkleri de satacak vakitleri olmuyor. Önce, dönüşü kolay olur diye Romanya’ya gidiyorlar. Fakat, diğer birçoklarıyla birlikte onların da ülkeye girişini yasaklayan ‘yasal’ düzenlemeler yüzünden hiç dönemiyorlar. Yargılanıp mahkûm oldukları bir suçlarının olmaması bir yana, Ekmekçioğlu’nun da altını çizdiği gibi, Lozan’da ilan edilen genel af onlara uygulanmıyor. Ne acıdır ki, Ermeni katliamlarının faillerini kurtarmak için anlaşmaya konan madde, Ermeni aydınlar söz konusu olunca Türkiye devleti tarafından görmezden geliniyor. Denebilir ki, “Onların mahkûmiyeti yok, neyi affedeceklerdi?. O zaman da başladığımız noktaya döneriz, madem mahkûmiyetleri yok, ülkeye dönüşleri neden engellendi? Siyasi otoritenin keyfine göre ‘muzır’ olanların dönüşüne izin verilmedi ve bunların arasında Bahri gibi, eline sadece kalem almış, yetimler konusunda çalışmış aydınlar da vardı. Devletin, ülkeye kimin giriş-çıkış yapabileceğiyle ilgili bu keyfiyeti tanıdık geldi mi?

Bahri ailesinin geride bıraktığı, o zamanın parasıyla 100 bin liralık mal da emval-i metruke sayılıyor ve devlet bu varlığa el koyuyor. Onların ve onlar gibilerin geride bıraktıkları mallar, devletin bütçe açığını kapatmak için kullanılıyor. (Bu iş yapma biçimi de tanıdık geldi herhalde.) Bahriler Paris’e geçiyorlar ama Zaruhi Bahri’nin eşi orada iş bulamıyor. Zaruhi Bahri de yazı yazmayı bırakıyor ve ailesini geçindirebilmek için dikiş işleri yapmaya başlıyor. Çok geçmeden kocası, herhalde ‘kahrından’ ölüyor.

Bugün acaba dünyanın dört bir yanında Türkiye kökenli kaç aile benzer durumda? Başka sorum yok.


http://www.agos.com.tr/tr/yazi/21602/gidenler-gidemeyenler-donemeyenler

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın