İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Faili meçhuller ve cezasızlık

Ne zaman bir öldürme eylemi duysam yazar Ingeborg Bachman’ın tümcesini anımsarım: “İnsanın gerçek ölümü hastalıklardan değildir, insanın insana yaptıklarındandır.” Düşündürücü.

İnsanlık, yüzyıllar boyu yaşadığı onca savaşlara, zulümlere, yıkımlara, doğal afetlere karşın yine de köklerini, kültürünü koruma başarısını göstermiş, bilimde, teknolojide bilişimde önemli atılımların gerçekleştirildiği bir çağa ulaşmış. Ne var ki insanın insana uyguladığı şiddete, kıyıma çözüm bulmakta aynı beceriyi ortaya koyamamış. 21.Yüzyıla bilgi çağı deniyordu. Yerkürede barışın, hak ve özgürlüklerin insanlığı sarıp sarmalayacağı bir çağ olarak bakılıyordu 2000’li yıllara. Oysa yeni yüzyılın henüz ilk çeyreğine varmadan insanlık için gelecek hala sorularla dolu. Dünyanın dört bir yanında çatışmalar, savaşlar, açlık ve sefalet sürüp gidiyor. Doğanın dengesi insan eliyle ve kazanç hırsıyla her gün biraz daha bozuluyor. Bir yanda ekonomik krizin emek yoğun çalışanlar üzerinde baskısı artarken bir yandan da varsıl ile yoksul arasındaki makas ta giderek açılıyor. Artık yoksulun daha yoksul zenginin ise daha zenginleştiği bir sistemde elbette ortaya eski burjuva kültürünü yadsıyan yeni bir kent soylu sınıf çıkıyor. Özetle çağın en karmaşık teknolojilerini kullanabilme yetisine sahip olan ancak elde ettikleri gücü, zenginliği ve dokunulmazlığı koruyabilmek için her aracı amaçları doğrultusunda kullanmaktan çekinmeyen bir topluluk. Çevresinde olan bitene karşı kayıtsız, egosu yüksek, sahibinin sesi ile konuşan, kültürsüzlüğünü bilgiç tavırlarıyla örtmeye çabalayan, batıl inançlı bir çoğunluk. Başkalarının acılarını bakmayı, görmeyi istemiyorlar. Çatışmaları, yakılan, yıkılan kültürleri, öldürülen kadınları, bebekleri hiçbir duyarlılık göstermeden televizyonun ekranlarından absürt bir film seyredercesine edilgin izliyorlar. Kılları kıpırdamıyor. Yeni dünya düzenin çağımıza armağanı (!) bu topluluklar için kendisi, aile ve yakın çevresi içinde olmadığı sürece; toplu katliamlar, faili meçhul cinayetler, çatışmalarda yok olan hayatlar ve arkalarında bıraktıkları onulmaz acılar seyirlikten öte bir şey ifade etmiyor. Düğmeye bastığında da kapatabileceği öldürenleri ölenleri, zulümleri yoksullukları belleğinden silivereceği bir seyirlik. Giriş bağlamında anlatmaya çalıştığımız genel tablodan Türkiye’yi soyutlamak elbette olanaksız. Hatta Türkiye’de durum biraz daha vahim. Hem topluma yayılan umarsızlık açısından hem de devlet tebaa  ilişkilerindeki kopmaz bağ açısından. Buna aynı coğrafyada yaşayan azınlıklara, kadına şiddete, cinsiyet ayrımcılığına farklılıklara gösterilen tahammülsüzlüğü, milliyetçilikle ırkçılığı hemhal eden ulusalcılık anlayışını topluma egemen kılan yönetim erklerinin bakış açısını da eklemek gerekiyor.

Osmanlı’da gelenekselleşen devletin bekası adına öldürme, öldürtme eylemi bir siyaset tarzıydı. Gelenek Cumhuriyet dönemlerinde de biçimler değişse de temelde anlayış değişmedi.Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin Basın Müzesine yolunuz düştüğünde öldürülen gazeteciler galerisinde fotoğraflara bir göz atın. Bu katledilme olaylarında siyasetin, ne denli ağır bastığını göreceksiniz. Örneğin 1909’da köprü üzerinde öldürülen Serbesti gazetesi yazarı Hasan Fehmi muhalif bir gazetecidir.1915 de öldürülen Kirkor Zohrab milletvekilidir ve gazetecidir. Zohrab’ı öldürenler yargı önüne çıkarılsalar da aynı tarihte Çorumda öldürülen Diran Kelegyanın canına kastedenler bulunamamıştır. Abdi İpekçi, Çetin Emeç,Uğur Mumcu,Turan Dursun, Musa Anter, Metin Göktepe ve Hrant Dink’in de aralarında  yer aldığı  64 gazetecinin fotoğraflarına  galeride yüreğiniz daralmadan içiniz burkulmadan bakabilir  misiniz? Yakın tarihimizin de ibretlik belgeleridir de bunlar… İki nokta dikkatinizi çeker. Birincisi öldürülenlerin çoğunun faillerinin bulunamaması, tetikçisi yakalansa bile olayı aydınlatacak  bağının ortaya çıkarılamamış olması. İkincisi de özellikle 1989 ile 1999 yılları arasında tam 40 gazetecinin öldürülmesi. Bu tarihten sonra 2007’ye dek bir ara verilmiş sanki öldürme olaylarına ve 2007’de Hrant Dink Öldürülmüş. Faili meçhul cinayetlerin dağılımına da bakmakta yarar var. Araştırmacı Yazar Orhan Gökdemir’in saptamalarına göre faili meçhullerin en yoğun yaşandığı yıllar yine 1990’lar. 1991’de faili meçhul cinayetlerin sayısı 40 iken bu rakam 92’de 365’e, 93’te 462 ye çıkmıştır. Özetlersek bu araştırmaya göre 1975’le 1988 yılları arasında faili meçhul cinayetlere kurban giden yurttaşların sayısı 1786.

Bu vahim tabloya baktığınızda aklınıza hukuk nerde? Sorusu gelebilir. Ama hukuktan önce hukukun üstünlüğüne gölge düşüren devlet sırrını ele almak gerekiyor. “Kol kırılır yen içinde kalır” meseli devletin ve devletçilik yandaşlarının sık kullandıkları sevdikleri bir deyimdir. Devlet sırrı diye yargıya ulaştırılmayan belgelere örnek Abdi İpekçi davasıdır.. Nail Güreli ile Abdi İpekçi davasını izlerken bunu somut bir şekilde gördük. Nitekim sonuçta Abdi İpekçi davasının önemli faillerinden Yalçın Özbey hakkındaki dava zaman aşımına uğradı. İpekçi’nin öldürülmesi ile ilgili sis perdesi aydınlanamadı. Sabahattin Ali’nin öldürülmesi de bir başka örnektir. Bunu Alpay Kabacalı’nın kaleme aldığı bir çalışmadan konuya ilişkin bölüme göz atalım: “ …Ölümünden on yıl sonra Nisan 1992’de Samet Ağaoğlu’nun “ Siyasi Günlük’ü yayımlandı. ‘Eski yazı ile küçük cep defterlerine not’ edilen bu günlüğe, Sabahattin Ali’nin siyasi bir cinayet sonucu öldürüldüğü haberinin basında yer aldığı günlerde,14 Ocak 1949’da yazdıkları şöyle. Dün Menderes, Sabahattin Ali’nin  hükümet tarafından öldürüldüğünü hadisenin on gün kadar evvel olduğunu, hükümetin bu işi nasıl meydana çıkaracağını çok düşündüğünü, eğer geçmişte33 kişinin öldürülmesi hadisesi olmasaydı, meydana çıkarmamak yolunu tutacaklarını fakat buna imkan bulamadıklarını, bunun içinde hadiseye gazeteye yazılan şekli verdiklerini anlattı. Açılan yolun fena olduğunu söyledim. Doğru, inşallah bununla ebediyen kapanır cevabını verdi.” Alpay Kabacalı  günlükte adı geçen hadisenin 10 gün değil 1ay önce gerçekleştiğinin düzeltilmesi gereğine işaret eder ve yazısını şöyle sürdürür : “Asıl dikkat çeken şudur. Güçlü muhalefet partisi Demokrat Parti’nin liderlerinden biri bu sözleri söylemiş, Samet Ağaoğlu bunları günlüğüne geçirmiştir. Bu önemli bir tanıklıktır. O dönemde işbaşında bulunan Şükrü Saraçoğlu  hükümeti kadar kısa bir süre sonra Adnan Menderes’in başbakanlığında iktidara gelen Demokrat Parti de olayı ört bas etmiş olmaktadır. Dolayısıyla tarih önünde iki iktidar da sorumludur. Bu önemli tanıklığa karşın, Sabahattin Ali cinayetinin nasıl işlendiğini aydınlatacak bilgilerden yoksunuz.”

Derin Devlet Türkiye’de çok tartışıldı. İktidarları sırasında derin devleti reddeden kimi politikacılar şimdi derin devlet değilse bile Kontrgerilla örgütünü kabul ediyor ve savunuyorlar. (Bkz Mehmet Ağar’ın  TBMM Araştırma Komisyonu ifadeleri) . JİTEM’den, Güneydoğuda aşiretleri aileleri birbirine düşüren Koruculuk sisteminden söz bile etmiyorum. Güneydoğu’daki faili meçhullerin çokluğunu, kayıpları salt  bu uygulamalarla açıklamak yeterli mi dersiniz?Yoksa görünürdeki demokrasimizde büyük bir eksiklik mi var. İşte hukuk burada duruyor. Suç ve ceza arasındaki ilişki de burada donuyor. Bilinen cinayet failleri yasalarda değişiklik ya da aflarla bir süre sonra topluma dönüyorlar. Faili meçhullerin katil zanlıları ise ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşıyorlar.  

Çözüm Türkiye’nin tüm kurum ve kurallarıyla işleyecek çağdaş bir demokrasiye kavuşturulmasında yatıyor. Halkları birbiriyle barıştıracak politikaların üretilmesi, ceza yasalarının, terörle mücadele yasasının ve ceza muhakemeleri usul yasanın iyileştirmede de ivedi kararlar alınması gerekiyor. Mecliste çoğunluğa sahip iktidar partisi içtenlikle istediğinde gerçekleşebilecek doğrular bunlar. Her cumartesi kayıplarını arayan anaların, babaların acılarını sona erdirmenin yolu adil, eşitlikçi, ayırımcılıktan uzak duran bir devletin varlığını fark gözetmeksizin Türkiye halkına duyumsatmak olmalı. Bunu başarmak o kadar zor mu?

NOT: Bu yazı Üzgün Sardunyalar isimli kitabımdan alınmıştır.



https://www.evrensel.net/yazi/82140/faili-mechuller-ve-cezasizlik

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın