İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Musadağlı Panus Çaparyan’la ıtır kokulu sohbet: 1915’in şarkıları hep acıklıdır

Portakal bahçesinin işlerini oğluna devreden Panus Çaparyan, sabahları kahvaltı da veren Garbis’in kahvesinde geçiriyor günlerini. Ermenice bir şarkı söylüyor. Şarkı bitince, “1915’in şarkıları hep acıklıdır” diyor. Bir rahibin sözlerini yazdığı şarkıda isyan var: “Ey Allah’ım, eğer benim şu gözyaşlarımı silecek gücün yoksa, in aşağıya, ne işin var yukarıda”.

SAMANDAĞ/VAKIFLI KÖYÜ – Panus Çaparyan plastik koltuktan kalktı. Ağır adımlarla yolu geçti ve bizim oturduğumuz masaya doğru ilerledi. Ağır yürüyordu ve bunun iki nedeni olabilirdi. Panus Çaparyan, 87 yaşındaydı ve ayakları onu taşımaktan yorgun düşmüş olabilirdi. Diğer neden göbeği olabilirdi. İhtişamlı bir göbeği vardı Çaparyan’ın. Gömleğinin orta düğmelerinden biri sürekli açılıyordu ve o, bunu her fark ettiğinde, alışkın parmaklarıyla kapatıyordu.

Masada kadınlar da vardı. Kadınlardan biri İstanbul’dan gelmişti ve tanıyordu Çaparyan’ı. Onu tanıyanlar hürmetle ayağa kalkıp yer verdiler. Ben tanımıyordum ama bu temiz yüzlü ihtiyara yer vermek için ayağa kalkmıştım. Hepimizle tanıştı. Daha yakından tanımak için sorular sordu. Kimdik, nereden gelmiştik? Mardinli olduğumu öğrenince benimle Kürtçe konuştu. Kürtçe kelimeleri gayet doğru kullanıyordu.

Panus Çaparyan, bir süre sonra pantolon cebinden ıtır parçaları çıkardı. Masadaki kadınlara dağıttı. “Erkeklere yok” dedi gülerek. Kadınlardan alıp kokladık ıtır parçalarını. Müthişti. Çaparyan bu ıtır parçalarını bahçesinden toplamıştı. Bunu her gün yapıyordu. Cebinde ıtır parçalarıyla her sabah Garbis’in kahvaltı da yapılabilen kahvesine geliyor ve burada tanıştığı kadınlara bu ıtır parçalarını armağan niyetine veriyordu.

ITIRDAN SONRA ŞARKILAR

Soruları bitmiş olmalıydı. Ya da kadınlara ıtırları verdikten sonraki hamleye gelmişti sıra. Yine pantolon cebinden, kılıfı içindeki dillidüdüğü çıkardı. “Şimdi size bir şarkı söyleyeyim” dedi. Düdüğü pantolon cebinden çıkardığı için şaşkındık. Meraklı ve sevgisini cömertçe ifşa eden bakışlarımız hoşuna gitmişti.
Çaparyan, herkesin “Sarı Gelin” adıyla bildiği şarkıyı önce Ermenice söyledi. Şarkının ikinci bölümüne geçmeden, “Bu Ermeniceydi, şimdi Türkçesini de söyleyeceğim” dedi. Düdüğü çaldı, şarkıyı söyledi.

Yaşlıydı, şişmandı ve nefesini çok iyi kullanamıyordu Çaparyan. Yine de sesi, Vakıflı köyünün hiç dinmeyen rüzgârı kadar güzeldi. Bölgede kullanılan bütün nefesli çalgıları denemiş gençliğinde. Klarnet hariç, çünkü klarnet, nedense “eline ters gelmiş.” Gençliğinde düğünlerde çalıp söylemiş, onun çalıp söylediği düğünlerde şenlik bir başka güzel olmuş.

‘BEN İNSAN SEVERİM’

Itırlar, şarkılar ve kadınların gözüne bakıp konuşmalar… Çaparyan, gençliğinde çapkın biri miydi peki? Dediğine bakılırsa, değilmiş. Her zaman bir kadını, Hilda’yı sevdi.
Hilda ile nişanlı kaldığı iki yıl boyunca gezip tozmuş. Çevredekilerin “ayıptır, günahtır” sözlerine aldırmadan. Dört çocukları olmuş ve şimdi Panus Çaparyan, torununun çocuklarını görmüş olmaktan memnun.

2005 yılında kaybettiği Hilda’nın şarkı söyleyen sesi hâlâ kulaklarında Çaparyan’ın. Çünkü sesi çok güzeldi Hilda’nın. Ut çalan ağabeyine Ermenice şarkıların yanı sıra Türk Sanat Müziği’nden şarkılarla eşlik eden Hilda, eşi Panus’un sesiyle ya da flütüyle araya girmesinden hiç memnun olmazdı. “Yine batırdın şarkıyı.” Böyle gösterirdi tepkisini.

Panus Çaparyan, sesinden belli belirsiz bir kederle, “Ben hayatta bir kadın sevdim, o da beni sevdi. Diğer kadınların hepsi benim arkadaşım oldu” dedi.
Vakıflı köyü Samandağ’a göre çok serindi. Garbis’in kahvesi ve yolun öte yanında insanlar vardı. Kimileri dışarıdan gelmişti köye. Çaparyan, “Ben insan severim” dedi. Sesini getiren rüzgârdı sanki. “Herkes insan sevmez, ben severim. İnsan sevdiğim için sıkılmam.”

‘BABAMIN ŞİİR ARKADAŞI NEREDE?’

Panus Çaparyan, 1948 yılında ortaokula gitti. Ortaokul geç açıldığından, öğretmenleriyle yaşıttı neredeyse. İşte bu yıllarda İsmet İnönü, Samandağ’a geliyor. Karşılama töreninde Türkçesi düzgün olan Çaparyan, vatana güzelleme yapan bir şiir okuyor. Yıllar sonra Erdal İnönü geldiğinde ise, “Babanızla bir hatıramız var, paylaşmak isterim” diyerek tanışacaktır. Erdal İnönü, bir dahaki gelişinde, Samandağlılara, “Babamın şiir arkadaşı nerede?” diye sorar ve bir kez daha görüşürler.

Panus Naçaryan, belki bu hatıra nedeniyle CHP’lidir. Şimdiki üye kartının üstünde Kemal Kılıçdaroğlu’nun imzası var. Ama siyaset konuşmayı istemez Çaparyan. Siyasetle ilgili sorulara, “Hapse girmemi mi istiyorsun?” diye soruyla karşılık veriyor.

Samandağlı Ermenilerin 1915’te Musadağ’da geçirdiği 40 günü anlatırken, “Aslında 48 gündür. Fransız gemisi kurtaracak Ermenileri ama 8 gün daha beklemelerini istiyor. Çünkü binlerce insan var, hepsini alamayacak. Başka gemiler lazım. 8 gün sonra sahiden de geliyorlar, Musadağ’daki binlerce insanı alıp Mısır’a götürüyorlar” diyor.

‘BUNLARI YAZMA’

Çaparyan, Musadağ’da geçen 40 günü kitaplardan da okumuş, dedesinden de dinlemiş. Bu nedenle araya küçük öyküler de sıkıştırıyor. Ara sıra konuşmasını bölerek, “Bunları yazma” diye uyarıyor.

Çaparyan’ın Vakıflı hakkında anlattıklarının özetidir: “Sürgüne gidenler bir daha geri gelmedi, kimse onlardan haber alamadı. Ama savaştan sonra bizimkiler köylerine geri döndüler. Evlerini onardılar, yeni evler yaptılar. Antakya, Türkiye’nin vilayeti olunca tekrar gittiler. Benim dedem Vakıflı’da kaldı. Sonra diğer köylerden de Ermeniler gelip Vakıflı’ya yerleşti. Antakya’daki tek Ermeni köyü Vakıflı köyüdür.”

Çaparyan Ermenice bir şarkı söylüyor. Şarkı bitince, “1915’in şarkıları hep acıklıdır” diyor. Şarkının adı, “Benim Karanlık Günlerim”. Bir rahibin sözlerini yazdığı şarkı da isyan da var: “Ey Allah’ım, eğer benim şu gözyaşlarımı silecek gücün yoksa, in aşağıya, ne işin var yukarıda”.

150 DÖNÜM OLSA PARA ETMİYOR

Köy çok kalabalık değil. Yolda, pansiyonda gördüğüm herkes dışarıdan gelmiş. Üniversite okuyanların sayısı azımsanacak gibi değil ama giden gittiği şehirden bir daha ancak yaz tatili için geri dönmüyor. Çünkü ne Vakıflı’da ne de Samandağ’da iş var.

Bahçecilik hâlâ yapılıyor Vakıflı’da. Zaten göze ilk çarpan portakal bahçeleri oluyor. Çaparyan’ın 15 dönüm portakal bahçesi var. Bu kadar portakal bahçesi ile ağalık yapılırdı eskiden. Şimdi 150 dönüm olsa para etmiyor. Yaşlandığı için işi oğluna ve torunlarına bırakmış. Bahçenin sulamaydı, ilaçlamaydı, diğer işleriydi, Panus Çaparyan ilgilenmiyor artık.

Kahveye çıkacak, aşağıya, Samandağ’a gidecek kadar parası var Çarpanyan’ın. “Daha ne isteyeyim” diyor. Dediğine göre yıllardır elbiseye falan da para vermiyor, bu türden ihtiyaçlarını “Birileri alıyor” ona. Bu türden dertleri bir kenara bırakmış Çaparyan, gündüzleri kahveye geliyor, eş dostla sohbet ediyor. Akşamları denizi gören bahçesinde sofra kuruyor. Vakıflı’nın temiz havasıyla, ıtır ve portakal bahçelerinin kokusuyla ruhunu dinç tutuyor.

ÇAPARYAN’IN ADRESİ

Söz dönüp dolaşır hep ve bir yere odaklanır. Panus Çaparyan ile konuşan herkesin başı, dönüp duran sözlerle, küçük hikâyelerle döner. Sonra bir yerde durur.

Çaparyan yıllardır günlük tutuyor. Her gün günlüğüne yazacak bir şey bulamıyor elbette. Yazdıkları ilgisini çekmeli. İnsanlar, olaylar, konuşmalar her zaman var ama bunların günlüğe girmesi için Çaparyan’ı biraz sarsması, duygusunu ve düşüncesini dürtmesi gerekiyor.

Bir de “Musadağlı Panus” adını verdiği bir kitabı var Çaparyan’ın. Kitap yayımlanmış değil elbette, torunlarına bırakacağı miraslarından biridir “Musadağlı Panus Çaparyan.” Onlar, Panus öldükten sonra isterlerse yayımlatırlar. Kitapta dünden bugüne Samandağ’ı, Antakya’yı, Ermenileri, mezhepleri, düğün ve cenazeleri, gelenekleri yazmış. Ermenice okumayı biliyor Çaparyan ama iş yazmaya gelince Türkçe yazabiliyor.

“Hemşin Gizemi” adlı bir kitabı merak ediyor. Vakıflı’yı ziyaret eden biri, “Bu kitabı sana göndereceğim” demiş ama gidiş o gidiş. Ne adamdan haber alabilmiş bir daha ne de kitap gelmiş. Okumayı hep sevmiş Panus Çaparyan ama bahçe işlerini bıraktıktan sonra daha çok okumaya başlamış.

En çok roman okumayı seven Çaparyan’ın Vakıflı’da kitaba ulaşması güç elbette. Çaparyan’la tanıştığım günün akşamı, Samandağ’da festival için tezgah açan kitapçılara rastladım. Onun için, beğeneceğini düşündüğüm iki roman aldım. Ertesi gün kitapları verirken, Aras Yayınları’nı bilip bilmediğini sordum. Yayınevinin adını duymuştu sadece. “Rober Koptaş’a söylesek de sana birkaç kitap gönderse” dedim. “Göndersin, parası neyse öderim” dedi. Adresini istedim. Çok basitti: Panus Çaparyan, Vakıflı köyü, Samandağ-Antakya.

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın