İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Maşalyan’dan Bir Mektup Daha…

Cenk Ali Nevruz

Maşalyan’dan Bir Mektup Daha…   Şimdi azizim, diğer yazılarımda detaylıca görmüşsünüzdür 2016 yılı sonunda Sn. Maşalyan’ın yazdığı bir mektup sonucunda, Ermeni Patrikhanesi bir süreliğine karmaşaya düşmüş ve yönetimsel açıdan çift başlılık yaşamıştı.   Ateşyan Srpazan gibi tecrübeli din adamlarının ve Sn. Şirinoğlu gibi sivillerin müdahaleleri neticesinde Patrikhane, fazla bir zarar görmeden bu süreçten çıkabildi.   Pazartesi ve Salı hasta olduğum için Sn. Maşalyan’ın 06.08.2018 Tarihinde bir “açık mektup” yayınlandığını dün görebildim. Tıpkı ilk mektubu gibi facebook hesabı üzerinden yayınlanan bu mektup, kanaatime göre son derece önemlidir. Yazışma tekniklerinde yapılabilecek hemen tüm hataları barındırması ve konunun sunumundaki hatalar açısından son derece dikkat çekicidir ve bu nedenle derslerde materyal olarak kullanılabilir.    Bu mektuba ilişkin bazı tespitlerim şu şekildedir azizim:   Söz konusu açık mektup Sahak Srpazanın facebook hesabından yayınlandı. Burada ikili bir üslup olduğu hissediliyor: Şöyle ki başlangıçta “SAHAK SRPAZAN MAŞALYAN’IN CUMHURBAŞKANI  RECEP TAYYİP ERDOĞAN’A MEKTUBU” ifadesi kullanılıyor. Bu ifade ile hesabın kendisi tarafından değil de bir başkası tarafından kullanıldığı hissini veriyor. Eğer bu his doğru ise sonuçta yer alan “Episkopos Sahak Maşalyan, Ruhani Kurul Başkanı, Türkiye Ermenileri Patrikliği” ifadesi, mektuba şahsi bir girişiminden ziyade kurumsal bir yazı olduğu kanaati oluşturuyor.   Eğer Şahsı adına yazıldı ise, bir sorun yoktur. Üslup hatası var diyerek geçebiliriz. Herkes şahsı adına yazılar yazabilir. Eğer mektup şahsi olarak yazıldı ise bu durumda girişteki ifade de bir miktar kibir bulunmuyor mu?  Eğer kurumsal unvana dayanarak yazıldı ise kurum bilgilendirildi mi sorusu akıllara geliyor. Patrikhanenin web sitesine baktığımda böyle bir açıklama veya konu ile ilgili kurumsal bir girişim olmadığı anlaşılıyor. Bu havayı vererek acaba tüm din adamlarını bu mektuba ortak mı ediyor?   Gelelim mektubun içeriğine…   Şahsi olarak beni tanıyanlar AKP’li olmadığımı bilirler. Hatta bu konuda birçok kişiden tenkitte alıyorum. Sonuçta bu şahsi kanaattir: Kimi AKP’li olur, kimi başka partili. Bu konuda tartışma yapılmasını anlamsız buluyorum. Eleştirileri de. Ancak burada bir tutarlılık olmalı.   Mektubun yazarı ve yazıyı takdirle karşılayan kişilerin Patrik Genel Vekili Aram Srpazan’ın iktidar partisi mensubu olan devlet yöneticileri ile ilişkilerini hatta resimlerini çeşitli ortamlarda eleştirerek “partili” gibi davrandığını tenkit konusu yapıyorlar. Bu kişilerin, bu mektubu takdirle karşılamaları tuhaf değil mi?   Beni “Akp gördükleri” Aram Srpazanın yönettiği dini toplantılara katılmamı eleştirenler, bu mektuptaki güzellemelere ne diyecekler?     Bakınız mektuptan birkaç satır:    “Ülkemiz tarihinin en önemli merhalelerinden biri sizin liderliğinizde biçimlenecek.“   “24 Haziran seçim sonuçları mutlu bir ülke yaratma yolunda önünüzü açtı. Hepimiz heyecanlıyız ve yeni sistemin meyvelerini tatma konusunda da biraz sabırsızız. Düşlediğiniz Türkiye’yi gerçekleştirecek bu yeni sistemi siz çok beklediniz. Biz de çok bekledik.”   “Eminiz ki, oluşturulacak yeni yönetim sistemi hantal işleyen devlet mekanizması çarkları arasına yağ gibi sızacak ve en yetkin hükümet biçimini ülkemiz insanının hizmetine sunacaktır.”   “Rab ve yazgı millet iradesi vasıtasıyla sizin usta ellerinize teslim etti bu ülkenin en değerli varlığı olan devletimizi.”   Elbette bazı konular için tebrik edilmesi çok doğaldır. Ancak bu konuda bir sınır bulunmaktadır. Buradaki ifadeler bir kutlamanın çok ötesinde değil mi? Örneğin, iktidar partisi ile bir yerde karşılaşırsam herhalde “Sn. Cumhurbaşkanımız, seçimlerden dolayı gösterdiğiniz başarıdan dolayı sizleri tebrik ediyor ve kutsal kitapta yazıldığı üzere yöneticimiz olan sizlere dua ediyoruz” derdim. Acaba neden bu şekilde bir giriş yapılmıyor da güzellemelere gidiliyor.    Gelelim diğer içerikle ilgili birkaç noktaya…   Cemaat ile ilgili sorunların kökeni hatalı yerden ele alınarak başlanmış. Örneğin diyor ki “Artık genel nüfus içindeki oranımız binde bire düştü ve bu oran giderek azalıyor. Eğer sıkıntılarımız giderilmezse birkaç yıl içinde on binde bire düşebilecek bir trajedi bizi bekliyor.”               Peki bu durumun önemli kaynağı nedir, Sn. Maşalyan’a göre:   “Bu azalmanın doğal olmadığını, uzun yıllar sürdürülen baskıcı Cumhuriyet politikalarının sonucu olduğunu üzülerek belirtmek durumundayım.”   Ardından da bir güzelleme daha geliyor:   “AKP iktidarında bir nebze hafiflese bile, hala devam etmesi bu negatif sonucun en önemli nedenidir.”    Elbette vakıf yönetimleri çok ciddi bir meseledir. Patrik seçim süreci çok ciddi bir meseledir. Ancak bunların nüfus ve kültür üzerindeki etkisi, din adamların sorumluluğu ile karşılaştırılınca ne ağırlıkta kalır? Örneğin bir X kilisesini düşünelim. Burada cemaatin git gide azalması vakıf seçimlerinden mi kaynaklanıyordur, yoksa din adamının etkinliğinden mi? Veya soruyu tersten soralım: Kilise imanlıların yüzde kaçı yönetsel konulara vakıftır? Ancak insanların, özellikle de gençlerin kiliseden ayrılma nedenlerinin vakıf yönetimlerinin payının sınırlı olduğu kanaatindeyim. Somut örnek vermek gerekirse hiçbir kilisenin ayrılan üyelerinin %5’inden çok değildir bu kesim. Onlarda seçimi kaybetmiş olan muhalif kesimdir…    Gelelim mektubun şenlikli kısmına: Patrik Seçim Meselesine…   “Kilise meclislerimiz dini yasalara göre artık makamın boş olduğunu ilan ederek yeni patrik seçme sürecini başlattı.” İfadesini ele alalım. Zannedersem Ruhani Meclisin aldığı kararın iptal edildiği konusunda bilgisi yok ya da yokmuş gibi davranıyor.     “Ancak bu dini süreç devlet tarafından durduruldu. Nedeni ise, patriğin hala yaşadığı ve sağlık sorunlarının yenisini seçmek için yeterli olmadığıydı.” İfadesi, ne yazık ki gerçeği yansıtmıyor. O tarihlerde ki yazılarımda da detaylı ve nazik bir şekilde ifade ettiğim üzere, K. Bekçiyan’ın teknik olarak Patrik seçilme ihtimali yoktu. Bunu dışarıdan bakan herkes çok net görebiliyordu. Ancak oldubitti ile bir şeyler yapılamaya çalışıldı. Çalışmalar sonuçsuz kaldı…   Kanaatimce o süreçte yapılan en büyük hata cemaate sürekli yalan söylenmesi idi. Birçok kanaldan Sn. Bekçiyan’a bilgi verildiği halde bunlar yok kabul edildi. Cemaat yalanlarla oyalandı. Özellikle 30 Ağustos sonrası yapılan açılanama ve bilgilendirmelerin tümün yalan olduğun anlaşılması herkesi çok üzdü. Bu süreçte taraflar her türlü soru yanıtsız bırakarak “güven” gösterilmesi istendi. Cemaatin bir bölümü gerçekten çok inandı. Sonuçta Şubat ayında Valilik makamından gelen yazı içeriğinden anlaşıldı ki vaat ve açıklamaların birçoğu gerçeği yansıtmıyormuş…   “imza yetkisi elinden alınmış ve üstüne vasi tayin edilmiş bir kişinin T.C. yasalarınca hiçbir makamı dolduramayacağı kuralı işletilmeliydi.” Hatalı bir ifade. Bir hukukçuya sorduğunda bu konuda birçok tüzel kişiden örnekleri verecektir kendilerine…    “Biz hala yeni bir vakıf seçim tüzüğü bekliyoruz…” ifadesi doğrudur. Ancak nasıl beklendiği önemlidir. Farklı kanallardan farklı öneriler ile tüm çalışmaların içinin boşaltılması neticesinde bekleme süresi daha çok uzayacaktır. Vakıf yönetimlerinin bir “arpalık” olarak görüldüğü sürece ortak bir tüzüğün hazırlanması da mümkün olmayacaktır.   “Üstelik bunun suçunu da bizim üstümüze atıyorlar.” Diyerek kendisinin ve arkadaşlarının masumiyetini göstermeye çalışsa da evrak kayıt sistemleri aksini gösteriyor. Yapılan başvurular ve tarihler ortada…    “Patriğimizi seçemiyoruz, sivil yöneticilerimizi seçemiyoruz. Sandıklar bize yasak. Bayatlamış ve miadını doldurmuş yönetimlere mahkûm edildik.” Diyerek kimi kast ettiği tartışmasına bile girmiyorum.     “Yılların ataleti cemaatimizin üstüne tüm uğursuzluğuyla çökmüş ve biz her bakımdan azalıyor, kalitemizi yitiriyor ve sıcak sularda bir buzdağı gibi eriyoruz.” Sorusuna “nasıl eriyorsunuz” dendiğinde teknik bir cevap verilebileceğini zannetmiyorum. Çünkü somut bir çalışma yapıldığını görmedim.   Basit bir örnek: Karma evlilik olmasın deniyor. Ancak nüfus dengesi gözetildiğinde sayılar tutuyor mu? Bir din adamı olarak böyle bir çalışma yapmış mıdır? Yanlış hatırlamıyorsam 2014 yılında bu konu ile ilgili bir çalışma yapmıştım. Geriye dönük 5 yıllık kesimde kendi yaşıtlarında karma evlilik yapmak zorunda olanlar yaklaşık %30 civarında idi. Bu tip gerçek verilere dayanan uzun vadeli projeksiyon çalışmaları yapılması güzel olmaz mı?   “Cemaatimizin pek çok üyesi umudunu yitirmiş bavullarını hazırlıyor, gençlerimiz yaban ufukları gözetliyorlar. Gidecekler. Bir daha geri dönmemecesine gidecekler.” de bu gidenler sosyo ekonomik nedenlerden mi gidiyor yoksa patrik seçilemedi diye mi? Örneğin benimde Ermeni arkadaşlarımdan yurtdışına gidenler ve gitmeyi düşüneneler var. Ama hiç biri örneğin x kilisesi yönetim kurulu seçimi olmuyor, Patrik seçilemedi gibi nedenlerle gitmiyorlar; ekonomik koşullardan gidiyorlar, siyasi koşullardan gidiyorlar. Benim yok ama belki sizin vardır.   Şöyle bir cümle kuran arkadaşınız var mı? “Çok güzel bir işim var. Harika bir evim var. Ancak x kilisesi yönetim kurulu seçimi yapılmıyor diye ben işten de çıkıyorum, evi de boşaltıyorum. Uzaklara yerleşeceğim…” Bu cümleyi kuran arkadaş varsa, gerçekten tanışmak isterim…   “Lozan Antlaşmasıyla öngörülen ve Cumhuriyetin kabul ettiği pek çok azınlık hakkımız zaman içinde tırpanlandı. Bugün hiçbir yasası, tüzüğü olmayan bir azınlığa dönüştürüldük.” Kim sayesinde? Örneğin mutabakatla bir yönetmelik hazırlayabiliyor mu cemaat üyeleri? Gene basitleştirerek örnek vereyim: Din adamlarının maaşı nasıl belirleniyor? Bunun için bir yönetmelik / talimatname / sirkü var mı? Daha patrikhane yönetiminin içi kurumsallaşmamışken, başka yerler nasıl suçlanabilir ki?   “Gördüğünüz gibi çözülmesi hiç de zor olmayan sorunlarımızın ana nedeni bürokratik tıkanıklıklardır. Çözümü ise çok çekmiş azınlıklara pozitif ayrımcılığı sağlayacak yeni bir açılım, yeni bir siyasi iradedir.” Haklıdır. Ancak o iradeyi tanıyan olacak mıdır? Örneğin Sn. Şirinoğlu’nun “Değabah seçimi yapmayın, referandum sonrası bu işi kökten çözelim” bilgisi geldi Ankara’dan bürokrasi ile uyumlu bir şekilde çözüm bulalım dediği zaman, neden bir anda Değabah seçimi için ortalık karıştırıldı? Neden Sn. Şirinoğlu hedef gösterildi? Neden bu hareketlere bir dur demediniz?   Neyse azizim, yazdıkça yazılır bunun üzerine. Dediğim gibi mektup baştan sona hatalarla dolu. Yazının tamamını düzeltmek için bir bu kadar daha yazmak gerekir.   Bu nedenle fazla uzatmayım bugünlük azizim…

http://www.ekonomidunya.com/yazarlar/cenk-ali-nevruz/masalyan-dan-bir-mektup-daha/1530/

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın