İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

EPİSKOPOS SAHAK MAŞALYAN’DAN AÇIKLAMA

İçişleri Bakanlığının patrik seçimine ilişkin kararını bildiren 5 Şubat 2018 tarihli resmi yazının oldukça sarsıcı sonuçlara yol açtığı görülmektedir. Kafa ve kavram karışıklığı ve yanıtlanmamış sorular cemaatimizin her üyesinin yüreğini ve sosyal medyayı oldukça meşgul etmektedir. Bu konuda pek çok kişinin yanıt için şahsıma yöneldiğini gayet iyi biliyorum. Yöneltilen soruların çoğu kısa ve öz, ancak yanıtları bazen o kadar kısa olamıyor, maalesef. Okumaya tahammül edebilenler için mantıksal bir kurgu içinde bu sorulara yanıt vermeye çalışacağım. Umarım yüreklere bir nebze olsun su serpmeye yardımcı olur.

Niçin patriğimizi seçemiyoruz?

Bir yıldır beklediğimiz devlet iradesi açıklandı: “Patrik yaşadığı için yeni patrik seçemezsiniz.” Patriklik makamının hangi şartlarda boş sayılabileceği hükmü 1863 Ermeni Nizamnamesi ve 1961 Patrik Seçim Talimatnamesi tarafından, “patriğin ölümü, istifası ve diğer nedenler” şeklinde saptanmıştır. Her iki kanunname de salt kilise hukuku değildir. Devletin onayladığı, kilisenin devletle eşzamanlı uygulaması gereken hükümler içerir. Bunları Kilise kadar devletin de yorumlama hakkı vardır. Devlet işte bu yorumlama hakkını kullanmış ve patriğin hastalığını makamın boş sayılması için gerekli “diğer nedenler” arasında saymamıştır. (Oysa patriğimizin emekliye ayrılması sağlık nedeniyle olmamıştır. Devletin de kabullendiği “mutlak bilinç kaybı” asıl nedendir. Bunu yetkililerle ilerleyen zamanda müzakere edebileceğimizi umuyorum).

Kilise meclislerinin Değabah seçimi ve Patrik Genel Vekilinin (PGV) görevden alınması ile ilgili aldığı kararların arkasında neden durmadınız?

Devlet makamın boş olmadığını ve gerekçelerini resmen ilan ettikten sonra Değabah seçimi ve bu seçime bağlı PGV’nin görevinden alınması “mutlak butlan” ile geçersiz sayılmıştır. Bırakın 15 Mart 2017 değabah seçimini, devlet 26 Ekim 2016 Ruhaniler Genel Meclisinin Patriği emekliye sevk kararını da kabul etmemiştir. Geri dönülmesi gereken nokta olarak ondan da önceki zamanları işaret etmiştir. Patrik seçim süreci, bazıları anlamakta zorlansa da devletin dışlanamayacağı hukuksal dini-sivil bir süreçtir. Kilise meclislerinin bu konuda aldığı kararlar, eğer devletin vetosuyla karşılaşırsa -bugün olduğu gibi- kadük olur. Bir benzetmeyle, açılır bir köprünün her iki kanadı eş zamanlı inip kapanmazsa, tek tarafın köprünün kanadını indirmesi geçişi sağlamaya yetmez. Biz kilise kanadını indirdik (bunu sadece biz yapabiliriz) ama devlet indirmedi (bunu sadece devlet yapabilir). Devletin bu iradesinden sonra arkasında durulacak anlamlı bir meclis kararı kalmamıştı. Bunu devletin din işlerine karışması olarak değil, en fazla bir azınlık hakkının sürüncemede bırakılması olarak algılayabiliriz.

Niye bir yıl önceki gibi direnmediniz? Niye halkımızın büyük bir çoğunluğunun içine sinmeyen tarafgirlik kokan bu sonuca karşı mücadele etmediniz? Bu U-dönüşünü nasıl açıklıyorsunuz?

Gerçekten de Sahak Srpazanın öyle bir olanağı vardı. Tozu dumana katar, yangına verebilirdik ortalığı. Yapabilirdik. Oldukça da heyecanlı olurdu. Ama sadece yıkım getirirdi bize. Kilisenin sembolü gemidir. Biz dini liderler bu gemiyi zaman yolculuğunda sağ salim ileriye götürmekle yükümlüyüz. Kaptanlardan biri olarak benim önümde devlet kayalıkları belirdi. Biliyorum, heyecan tutkunları, “sür üstüne koçum, ne olursa olsun, yeter ki Aram olmasın!” diyeceklerdir. Ben dümen kırdım ve U-dönüşü yaptım, sadece kendim için değil, hepimiz için en yararlısı buydu. Başka yapacağım bir şey yoktu. Benim vicdanım rahat. Sosyal medyada okuduklarım ve birçoklarının sergilediği haşin duygular bana Epiktetus’un bir meselini anımsatıyor. İki düşman aynı gemide yolculuk etmek zorunda kalırlar. Biri geminin başına, diğeri ise kıçına yerleşir. Büyük bir fırtına çıkar ve kaptan yolculara kurtuluş olmadığını, son dualarını etmelerini duyurur. Geminin kıçındaki adam şöyle dua eder: “Ey Tanrım, ölmeden önce senden tek dileğim var, ne olursun, önce geminin başı batsın. Düşmanımın öldüğünü göreyim, yeter bana.” Aram srpazan ve Sahak srpazan böyle iki düşman değiller, hiç olmadılar. İlkesel sorunlarda anlaşmazlığımız vardı ama kırgınlığımız şahsi sorunlardan kaynaklanmıyordu. Yeniden iş birliği yapabilmemiz o yüzden bu kadar kolay oldu. Biz vaaz ettiğimizi yaşadık: “Ne mutlu barış sağlayanlara, çünkü onlara Tanrı çocukları denilecektir.”

Bir yıl önce sizi istifa noktasına getiren “lağım kokularına” geri mi döneceksiniz?

Artık lağım kokusu kalmadı. Pis kokular Hovagim Vakfı ve Beykoz Vakfı arasına döşenen borulardan yükselen şaibelerdi. Komisyon söylentileri ve karanlık bağlantılar o denli ayyuka çıktı ki, Aram Srpazan bile istifa etmek zorunda kaldı. Çünkü bu şeylerin söylentisi bile din adamlarının bu ilişkilerden uzak durmasını zorunlu kılar. Aram Srpazanın istifasından sonra Hovagim 1461 Vakfının başına ben geçtim. İlk önce Beykoz Vakfını cemaatimizin güvenilir isimlerinden oluşan danışmanlarla güçlendirdik. Artık bu zenginleşen vakfımız, tüm kararlarını dört vakıf yöneticisi ve en az on danışmanla beraber alacak. Sonra Hovagim’in Beykoz’la yaptığı kira sözleşmesini kamuya en yararlı bir Taahhütname karşılığı Beykoz Vakfına geri döndürdük. Hovagim’in mütevelli heyeti vakfı en kısa zamanda lağvetme kararı almışlardır. Ayrıntılar yakında kamuoyuyla paylaşılacaktır.

Size Vilayette birkaç ay önce sözlü olarak Değabahı ve Müteşebbis Heyetini istemediklerini, onlarla bir seçimin olamayacağını bildirdiler. O zaman niye bu iradeye uymadınız?

Çünkü Patrikliğimiz de bir kurumdur. Biz devlete tüm başvurularımızı yazılı olarak yapmıştık. Ben o zaman da yetkililere, yeni bir dönem başlatabilmek için bu iradenin yazılı bir şekilde bize iletilmesi gerektiğini bildirmiştim. Onlar da anlayışla karşılamışlardı bu talebimi. Bu resmi yazıyı bekliyorduk.

Bir yıl önce sizin başlattığınız patrik seçim süreci akamete uğradı. Boşa geçmiş bir yıl değil mi? Üstelik onca kırgınlık ve gerginlik yaşandı. Değer miydi tüm bunlara?

Ben geçen bu yılın kaybedilmiş bir zaman olduğunu düşünmüyorum. Tam tersine bu cemaat ve din adamları üstlerine serili ölü toprağını silkelediler ve yaşamsal önemdeki şeyleri talep etmeye başladılar. Altüst olduk ama bu bir çiftçinin toprağını altüst etmesine benzedi. Toprak şimdi her zamankinden daha hazır yeni tohumlara ve doğumlara. Hatırlarsanız, sorun sadece patrik seçimi değil, sayın Aram srpazanın patrikhaneyi yönetme biçimiydi. Kendi içine kapalı, kimseye hesap vermeyen, tek tabanca kararlar alan, cemaatin ciddi hiçbir sorununa el atmayan, finansları denetlenmeyen ve tüm komisyonları tırpanlanmış bir patrikhane insanlara bir patriğin eksikliğini en acı bir şekilde hissettiriyordu. Patrikhaneden ve vekillikten umut ışığı yayılmıyordu halka. Aram srpazanın bu yönetim anlayışıyla topluma vereceği bir şey kalmamıştı. Tek yol patrik seçimiydi. Ve halen öyle.

Peki ne değişti? Bir yıl önce Aram srpazanla olmuyordu, bugün olacak mı?

Bilmiyorum. Ben iyimser olmayı ve umut etmeyi seçiyorum. İçimden bir ses Aram Srpazana bir şans daha tanımamız gerektiğini söylüyor. O da bizim gibi çok şeyler yaşadı, bu geçen yıl onu da etkilemiş ve değiştirmiş olmalı bizi değiştirdiği gibi. Kendisi ve sayın Bedros Şirinoğlu devletin has adamı olduklarını kanıtladılar. Uzayan kol bizden olsun demek istiyoruz. Cemaatimizin sorunlarının en az yüzde yetmişi bürokratik tıkanıklıktan kaynaklanıyor. İlişkilerini kullanarak kapalı kapıların çilingiri olabilirler. Bu yönde cemaatimiz onları desteklemeli ve teşvik etmeli.

Aram Srpazan geçmişin hatalarını tekrarlamamak için sizce bu kez ne yapmalı, nasıl yapmalı?

Toplumun sorunları öylesine acil bir hal aldı ki, artık çözümler için yeni bir patrik bekleyecek zamanımız kalmadı. Şimdi patrikliği yeniden yapılandırmalıyız. Aram Srpazan mutlaka sözünü dinleyeceği danışmanlarla çevrelenmeli ve onların sözüne kulak vermeli. Sayın patriğimiz Mesrop Mutafyan zamanındaki komisyonlar ve daha fazlası kurulmalı ve derhal çalışmaya başlamalı. Etkinlikler, toplantılar ve yeni girişimlerle patrikhane bir arı kovanı gibi bal üreten halkın evi olmalı. Ruhani Kurul bir beyin takımına dönüşmeli ve halkın kiliseden uzaklaşmasını ivedilikle masaya yatırıp çözümler üretmeli. Mutlaka din adamlarının yetişmesi ve çoğaltılması işine el atılmalı. Anadolu’daki cemaatlerimiz için din hizmeti başlatılmalı. Patrikhane tekrar düzenli raporlarla halkı faaliyetleri konusunda aydınlatma geleneğini başlatmalıdır. Özellikle patrikhanenin mali denetimi mutlaka sağlanmalı, saydam ve hesap verebilir hale gelmeli. Aram srpazan bunu özellikle kendisine ilişen şüpheleri bertaraf edebilme adına yapmalı. Mesela Değabah Karekin srpazan 15 Şubat’ta Kilise Yönetim başkanlarına Patrikhanenin son üç yıllık mali durumunu, dışardan muhasip denetçileri de çağırarak sunma niyetindeydi. Bunu Aram srpazan niye yapmasın? Bu yeniden yapılanmaya Aram Srpazan hazırsa, biz de her türlü desteği sunmaya hazırız.

Ya Patrik Genel Vekili bunları yapmazsa? Yeni bir genel vekil seçme olasılığı yok mu?

PGV’nin ne olduğu meçhul. Çünkü öylesine aceleye getirilmiş ve geleneğe ters bir oluşum ki hiçbir tüzüğü, yazılı hukuku, süresi, koşulları ve standartları mevcut değil. PGV şöyle bir oluşum: bir değabah gibi seçilmiş (bir vekil asla böyle seçilemez), eş patriklik yetkileriyle donatılmış (eş patrik seçmemiz mümkün değildi hani?), seçildiği günden beri sekiz yıldır Üstünden (yani Patrikten) tek bir emir almamış (vekil tarifine uyuyor mu?). Bir ihtiyaçtan doğmuş pratik bir çözüm sadece. 2010 yılında yürürlüğe koyulduğunda ben ve sayın Karekin srpazan yurtdışındaydık. PGV seçimine çağrılmadık. Sonradan yaptığımız eleştiriler ise dikkate alınmadı. Böyle oluşumlarda hukuksal mantık şöyle işler. Bu makamı oluşturan, seçen ve onay için devlete ileten merci (bu durumda Ruhaniler Genel Meclisi) PGVyi yeniden kurgulamaya, görevden almaya, yenisini atamaya, koşullar ve standartlar belirlemeye yetkilidir.

O zaman niçin Ruhaniler Genel Meclisini toplayıp Aram Srpazanı görevinden alıp yenisini seçmediniz?

Şu anda devletin hatırını göz ardı etmemiz mümkün değil. Patrikhane 550 yıllık tarihinin en az 450 yılını bir Osmanlı kurumu olarak sürdürmüş ve halen devlet refleksleri olan bir kurumdur. Halkımızın çoğu cemaatimizin yönetiminin nasıl gerçekleştiğine ilişkin yeterli bilgiye sahip değildir. Ama patriklik yetkilisi din adamları ve kilise yönetim kurulları, yani devletle irtibatta olmak zorunda olan şahıslar bu durumu gayet iyi kavrayacaklardır. Sayın İçişleri Bakanımızın şahsen ve nezaketle bize ilettiği iradeyi bugün itibariyle reddetmemiz söz konusu değildir. Ama kendileri yakın bir gelecekte bu konuyu yeniden istişare edebileceklerini müjdelemişlerdir. O zaman PGVnin konumu da elbette gündem konusu edilecektir.

Değabah Karekin Srpazana haksızlık yapıldığını düşünüyor musunuz?

Evet, hem de çok. Çünkü bazıları onun başarısız olduğunu düşünüyor. Oysa yeminle görevi devraldığı 1 Haziran 2017 tarihinden itibaren patrik seçimine ilişkin dokuz yıldır alınmayan adımları aldı ve iki ay içinde tüm süreçleri tamamladı. Öngörüldüğü üzere 10 Aralık 2017’de patrik seçimi gerçekleşmesi için her şey kilisemiz tarafından layıkıyla yerine getirildi. Yani normal şartlarda çoktan patrik seçmiştik. Değabah seçildiği ilk günden beri böyle bir sonuçla karşılaşabileceğinin bilincindeydi ve kendisini en baştan beri devlet iradesine direnmeme yönünde hazırlamıştı. Onun hakkında daha önce yazdığım gibi, “Sayın Karekin Srpazan Değabah olarak, barışçıl tabiatıyla, herkesin sevgi ve saygısını kazanan seçkin ve örnek bir kilise adamı duruşuyla bizim yorgun cemaatimize huzur ve canlılık getirmeyi başardı. Kendisi en üst ve yetkin sıfatlarla donanmış bir ruhanidir. İşte bu üstün insani meziyetleri dolayısıyla o hiçbir zaman kendi şahsını öne sürme hırsına ve gafletine düşmemiştir. O buraya çok sevdiği İstanbul Ermeni toplumunun içine düştüğü seçim labirentinden çıkmasına yardımcı olmaya geldi. Kendisi bu toplumun başına bir başka sorun yaratmayı asla düşünmüyor. Çünkü o çözümlerin uysal adamıdır. O hep “anahtar” kişi olmuştur ve seçimlerin önünde asla bir “kilit” olmayacaktır.” Öyle de oldu. Gitti. Arkasında bir sevenler ordusu bırakarak. Müteşekkiriz kendisine. Çok şey öğrendim kendisinden. O gelmeseydi, kavga derinleşecek ve büyüyecekti. Güneşi ve tebessümü getirdi gerilmiş duygular dünyamıza.

Bu durumdan hoşnut olmayan insanlara neyi öğütlersiniz?

Büyük oruç dönemindeyiz. Dua etmeyi ve şikayetleri varsa Kilisemizin Efendisi İsa Mesih’e yöneltmelerini tavsiye ediyorum. O yaşıyor ve Kilise Onun bedenidir. Ancak bu durumdan hoşnut olmayan ve sosyal medyayı yerli yersiz sözlerle dolduranların çoğu kiliselerine yabancı. Bu ise tuhaf bir durum arz ediyor. Dini alana katılmadan onu etkileyebileceklerini sanıyorlar. Onlar dünyanın klavyelerinin ucundan yönetilebileceği sanrısı içindeler. Oysa kiliseleri onları bekliyor. Vakıf yönetimleri, fakirler ve kadın kolları, korolar, dernekler, okul aile birlikleri, gençlik aktiviteleri, nice kilise töreni ve vaazlar onların somut katılımını gözlüyor. Çoğu, “ben demiştim” diye başlıyor cümleye. Oysa doğrusu, “ben ne yaptım” sorusudur. Bizi övenlerin veya yerenlerin çoğunu kilisede görmüyoruz. Hazır kalıplarla yargılıyorlar din adamlarını. Biraz insafa ve önce kendi gözündeki çöpü görmeye davet ediyorum onları. Güzel günlere inansınlar. Hristiyanlığın temel erdemlerinden olan umut, kutup yıldızı olsun onlara. Şimdi kış zamanı. Bırakın tohumlar biraz uyusun sükûnet içinde. Önümüzdeki bahar nice doğumlara gebe.

Episkopos Sahak Maşalyan
Ruhani Kurul Başkanı
14.02.2018


https://www.facebook.com/sahak.mashalian/posts/10155820660792012

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın