İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sözde değil özde ‘yaşayan’ tarih

Tarihi semt pırpırlanması diye bir şey var. Ne zaman durağa eski İstanbul’a giden bir otobüs yanaşsa bende oluyor mesela. Sanıyorum ki beni orada hiç bozulmamış, ziyarete açık tarihi yapılar karşılayacak; sokakta görüp ucundan gülümsediğim insanlar evine buyur edecek ve kalabalık, neşeli sofralara oturacağım.

Tabii çoğu zaman büyük hayal kırıklığı yaşıyorum. Ama Kocamustafapaşa ve civarının bana büyük ümit verdiğini söylemeliyim. Pek çok yapı hâlâ yaşıyor, yaşatılıyor; insanlar sıcak, samimi. Adını, 1512’de idam edilen Sadrazam Koca Mustafa Paşa’dan alan bir semt burası. Doğal olarak her köşesinden gerçekten tarih fışkırıyor.

Son durakta inince karşımda Mimar Sinan’ın 1585’te yaptığı Ramazan Efendi Camii beliriyor. Şu an restorasyon çalışmaları sürdüğünden kapalı.

Sözde değil özde ‘yaşayan’ tarih

Kocamustafapaşa Caddesi’nde müthiş güzel bir yapı daha karşılıyor. Üstünde Kocamustafapaşa İlkokulu (yalnız tabelayı yenilemek iyi olurmuş; ilköğretim okulu ifadesi değişince ‘öğretim’ kısmını silmişler, ‘ilk’ ve ‘okulu’ kelimelerinin arasından tren geçebilir şu an!) yazıyor, önünde veliler bekleşiyor.

Burada daha önce tüccarların konakladığı Develi Hanı varmış. 1875’te yerine Ders Nazırı Süleyman Paşa tarafından Kocamustafapaşa Askeri Rüştiyesi inşa edilmiş.

Okulun biraz ilerisinde Kocamustafapaşa Sümbül Efendi Camii bulunuyor. Sadrazam Koca Mustafa Paşa, 1489’da camiye çevirmeden evvel burada Bizans döneminden (6’ncı yüzyıl olduğu sanılıyor) kalan, ‘Kızlar Kilisesi’ diye de bilinen Hagios Andreas Manastırı Kilisesi varmış. Sümbül Efendi (ismi Yusuf Sinan) diye anılan Osmanlı evliyası ise bu dergâhta 33 yıl mürşit olarak hizmet vermiş.

Geri dönüp Hacı Kadın Caddesi’nden aşağı yürümeye başlıyorum. Yine güzel isimli sokaklardan geçiyorum: Cambaziye, İftariye, Mütesellim, Pamukçu, Değirmen, Demirci Osman, Müşir Süleyman Paşa…

Amasyalı simitçi geldiiii!

“Amasyalı simitçi geldiiii!” diye bir ses yankılanıyor birden sokakta. Sağdan soldan laf atanlar, hatır soranlar, tezgâha yanaşanlarla çevreleniyor etrafı. “Beni herkes tanır” diyor gülerek 53 yaşındaki Sefer Kuru. “Güzel bağırıyorsunuz” diyorum, “Reklamımı yapıyorum” diye cevap veriyor. 1.25 TL verip çıtır simidimi alıyorum.

O sırada “Sefer Abi, patlat bir şarkı!” diyen biri yanaşıyor tezgâha. Sesi güzelmiş simitçimizin ama canı istemiyor o an. O gencin adı Eyyüp Çelik. 24 yaşında, Siverekli.

“Güzel midir bu mahalle?” diye soruyorum Eyyüp’e. “Çok severim” diyor: “Tam İstanbul’un göbeği. Ulaşımı çok rahat, beş-altı hastaneye yakın, Taksim’e yürüsen bile 20-25 dakikada gidersin. Zaten insan büyüdüğü yerden kolay kopamıyor. Arkadaşlık güzeldir. Çok kavga, patırtı, hep bir heyecan, aksiyon olur. Eskiden Ermeniler oturuyormuş, artık Doğulular var daha çok.”

Eyyüp’le vedalaşıp çamaşır asmakta olan hanımefendiye yaklaşıyorum. 65 yaşındaki Araksi Dane, aslen Yozgatlı. O sekiz yaşındayken gelmişler İstanbul’a. İsmini öğrenince “Demin konuştuğum genç ‘Artık Ermeni kalmadı’ deyince üzülmüştüm, sizi gördüğüme sevindim” diyorum. “Olur mu canım, buradayız biz” diye cevaplıyor. Sonra da “Buranın komşuluğu iyidir, çat kapı kahveye gidebilirsiniz. Cumartesileri kocaman bir pazarımız var; ayrıca çarşıya, merkezlere, hastanelere yakın” diye anlatıyor mahallesini.

Bir gülle bahar olmaz

Surp Kevork Ermeni Kilisesi’ni görmek için Marmara Caddesi’ne kıvrılıyorum. Açık kapısından kumruların girip çıktığı demir doğrama atölyesine uzatıyorum başımı. Mardin, Derikli Kirkor Veske, 60 yaşında ve 53 yıldır dayısından öğrendiği bu işi yapıyor. “Biz Mardin’de mahrumiyet bölgesinden geldik aslında, okulumuz kapandı” diye başlıyor. Öyle bir durum ki bu, 20 yaşında buraya gelen Kirkor Bey, Ermenice bilmiyor. İstanbul’da doğan oğulları biliyor ama Ermeni okuluna gittikleri için.

Kilise yakın, okul var, komşular iyi… Peki bu mahallede yaşamanın zorluğu var mı? “Yüzler gülerse zorluk olmaz” diyor Kirkor Abi, “Ama bir gülle bahar olmaz, herkes gülecek.” Kirkor Abi artık evde oturmamak için açıyor dükkânı. “Öyle para kazanmak değil, ufak tefek şeyler yapıp vakit geçiriyoruz” diyor.

Kocamustafapaşa komşu semtleriyle birlikte tüm gün ayrılması gereken bir yer. Sadece camileri, kiliseleri, çeşmeleri layıkıyla ziyaret etmek bile saatler alabilir. Daha mahalleliyle sohbeti, yeme-içme molalarını saymıyorum bile. Güzel bir havada gidin, sokakları tadını çıkara çıkara dolanın. Bu yazıda güzel sözlerini okuduklarınıza da benden çok selam söyleyin.

Sözde değil özde ‘yaşayan’ tarihEfsane diziden yadigâr lokanta.

Samatya Samatya, bulunmaz eşin!

Karnım acıkıyor, deniz göz kırpıyor; özetle Samatya’ya ilerleme vakti geliyor. Balıkçılarla restoranların bir arada olduğu meydana iniyorum. Burası daha çok akşamları hareketli oluyor. Önce biraz gezinmeye karar veriyorum. Demiryolu boyunca uzanan İçkalpakçı Çıkmazı sanki çekim yapılması için hazırlanmış. Canlı renklere boyanmış tatlı evler, sokağın üstüne gerilmiş çamaşırlar…

Sokakta iki tur atıp ‘Instagram vazifemi’ yerine getirdikten sonra tekrar meydana çıkıyorum. Meşhur Develi Kebap’ın doğduğu yer burası, şimdi yanına baklavacısını da alıp gerçek bir lezzet üssü olmuş durumda.

Onun karşısında ise aslında 1998 yılında, dönemin reyting rekortmeni dizisi ‘İkinci Bahar’ için inşa edilmiş mekân var. Kimler yoktu ki o dizide: Şener Şen, Türkan Şoray, Meral Okay, Nurgül Yeşilçay, Ozan Güven, Settar Tanrıöğen, Tan Sağtürk… Dizi bittikten bir süre sonra, 2005’te Ali Haydar Usta burayı aynen muhafaza ederek açmış. Ocakbaşı sefası için son derece isabetli bir adres. Zaten iki katı da hep dolu. Duvarlara asılı çerçevelerden hâlâ dizinin karakterleri gülümsüyor. Haliyle Ali Haydar-İkinci Bahar’da kendinizi sette bir yıldız gibi hissediyorsunuz.

Sözde değil özde ‘yaşayan’ tarihDeveli’nin fıstıklı kebabı meşhur.


http://www.hurriyet.com.tr/sozde-degil-ozde-yasayan-tarih-40736612

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın