İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye’den Seçim Manzaraları Üzerine Notlar: Ermeni Patriklik Seçimleri (4)

Sağlık sorunlarının çalışma performansı üzerindeki olumsuz etkisi nedeniyle yazılarımdaki periyotlarda bozulma oldu azizim…

Yıldız Araştırma şirketinin Ermeni Patriklik Seçimi ile ilgili olarak yaklaşık 1 yıldır yaptığı düzenli araştırmaların koordinatörlüğünü yapan bir kişi olarak yakından takip ettiğim süreçte sorunlu gördüğüm noktaları bundan önceki 3 yazımda, tarafların kendi beyanları ile ifade etmiştim.

Şimdi de bu konuda yazdığım makale dizinine kaldığımız yerden devam etmek istiyorum azizim…

Bu seçim süreci gerçektenden son derece dikkat çekici: Gerek siyaset dinamikleri açısından seçim sürecinde yaşananlar ve gerekse devletle cemaat, cemaatle mensup, mensupla devlet arasındaki beklentiler ve algılar; bir sürecin nasıl tıkanabileceği üzerine çok güzel bir örnek oluşturuyor.

Bir gidişat nasıl sorunlu hale getirilir diye merak edenler, 85. Ermeni Patrik seçim süreci izlerlerse bu konuda çok güzel bir örneği incelemiş olacaklardır. 

Başlangıcından itibaren yarı teolojik tartışmalarla sorunlu hale getirilen seçim süreci, özelikle bazı kesimlerin kendi çıkarlarını ve sosyal statülerini ön plana çıkarmaları gayretinden dolayı şu anda tam anlamıyla kitlenmiş bir durumda.

Bazı adayları değerlendirdiğimiz bundan önceki yazılarımızdan sonra şimdi de bazı yapıları değerlendirmemiz yerinde olacaktır azizim.

Her şeyden önce tüm topluluklarda olduğu gibi, toplumunun genelinin içerisinde yüzdesel payı son derece düşük olan bir kesimlerin sesi, özellikle iletişim kanallarını aktif ve verimli kullanabilme imkân ve kabiliyetlerinden dolayı baskın bir ses olarak algılanmaya başladı.

Bu kesimlerin önde geleni Düşünce Platformu ismiyle anılan oluşum.

Sosyal medya gibi sanal ortamların yanın da gerçekleştirdiği salon toplantıları ile de cemaat içerisinde yer alan bazı duyguları zinde tutmaya çalıştıkları ve bunu bir nebzede başardıkları söylenebilir.

Bu toplantıların bazılarına bende katıldım. Toplantılara giderken beklentim konunun kutsal kitap ve kilise hukuku çerçevesinde değerlendirileceği idi.

Ama hiçte öyle olmadı. Kilise ile ilişkileri son derece mesafeli olduğu konuşmalarından anlaşılan bu kişilerin yorumları dikkatimi çekti ve kafama birçok sorunun takılmasına neden oldu: DP kimlerden oluşuyor? Amaçları ney? Kiliseden beklentileri nedir?

Bu sorulara çok net bir yanıt verilebileceğini düşünmüyorum. Zira bu platformda her siyasi görüşten ve inançtan insan bulunuyor.

Birçok insan nizamamelere atıfta bulunarak “patriklik” seçimin dini boyutunun yanında “siyasi” boyutunu önce çıkarmaya çalıştıkları çok açık. Yaptığım gözlem ve okumalarda elde ettiğim açık sonuç bu platformun üyelerinin ortak tek ve ana hedefini Sn. Başepiskopos Ateşyan. Elbette ki bütün üyelerinin Sn. Ateşyan’ın muhalifi olduğunu iddia etmek mümkün değil ancak kahir ekseriyetin böyle olduğu çok rahat bir şekilde ifade edilebilir.

Söz konusu platformun yapısının analizi neden Ateşyan muhalifi oldukları sorusuna da yanıt olacaktır.

84. Ermeni Patriği Sn. Mutafyan’ın hastalığı sonunda gerek siyasi ve gerekse ekonomik olarak çalkantılı bir dönemde “patrik genel vekili” unvanı ile Patrik makamını temsil etmeye başlayan Sn. Ateşyan bu görevini ifa ederken kamu kurum ve kuruluşları ile uyumlu bir şekilde faaliyet gösterirken, kamuoyu önünde genellikle tartışmalara girmekten imtina ettiği bilinmektedir. Sn. Ateşyan, bu dönemde ortaya çıkan yeni uygulamalar (Ahdamar kilisesinin açılması, müze kurulması, Cumhurbaşkanın 1915 olayları hakkında ilk taziyesi sunması vb.) neticesinde birçok kişinin takdirini kazanırken; özellikle vakıfların yönetiminde etkin görev almayan kişilerin veya konumlarından rahatsız olan kişilerin Sn. Ateşyan hakkında ortaya konan irili ufaklı birçok iddia ortaya atmıştır. Sn. Ateşyan ise uzun yıllar boyunca bu iddialara cevap vermemiştir. Kendisinin bu konularda sessiz kalması, olması muhtemel olmayan pek çok iddianın ortaya çıkmasını hızlandırmıştır.

Gelinen noktada, hakkında onlarca iddia ortaya koydukları Sn. Ateşyan’a, kendi platformlarında irili ufaklı bir çok iddia gündeme getirilirken, özellikle geçtiğimiz şubat ayından itibaren Sn. Bekçiyan’ı ön plana çıkarak kendi görüşlerini uygulatmaya gayret göstermeleri birbaşka dikkat çekici unsur olarak belirmektedir. 

Kendilerini bu platformun üyeleri olarak tanıtan bir çok kişi, geçtiğimiz mart ayından itibaren yazılarımda ve yayınladığım araştırma raporlarında da Sn. Bekçiyan’ın gerek cemaati temsil edebilmesinde karşılaşılacak zorluklar ve gerekse kendi geçmişinde dolayı kamu kesimince sorunlu olarak algılanacağından dolayı itibar görmesinin teknik olarak olası olmadığını ifade ettiğimden dolayı eleştiriden öte, hakarete varan tepkiler aldım.

Bu kesimin en büyük destekçisi kuşkusuz Agos gazetesi idi. Aylar sonra bu gazetede çıkan “devlet hassasiyet bildirdi” haberi, sürecin nasıl devam ettiğinin ve görüşlerimin hiçte yersiz olmadığının önemli bir işaretidir sanırım.

(Bu yazıda devletin hassasiyet bildirdiğinden söz edilirken, neden hassasiyet bildirildiği konusuna değinilmemesi son derece ilginç bir durum değil mi? Konu hakkındaki hassasiyetleri detaylı bir şekilde ifade ettiğim yazıma şu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.ekonomidunya.com/yazarlar/cenk-ali-nevruz/turkiye-den-secim-manzaralari-uzerine-notlar-ermeni-patriklik-secimleri-3/1198/)

Platformun çeşitli faaliyetleri kendi ciddiyetlerini ortaya koymaktadır aslında. Örneğin Tüzük ile ilgili yaptıkları çalışmalar muhtelif tarihlerde Agos gazetesinde yayınlanmıştır. Bunlardan bir tanesi şu şekildedir:

“Oysa Düşünce Platformu geçen yıl; Vakıflarla ve hayırseverlerle görüşerek, İstanbul’un beş ayrı bölgesinde toplum üyeleriyle toplantılar yaparak, anket yaptırarak ve çıkan sonuçları KONDA araştırma şirketine çözümleterek hazırladığı yönetmelik taslağı Patrikhane’de tüm Vakıf temsilcilerinin katıldığı toplantıda oylanarak kabul edilmişti. Bunun üzerine Patrik Genel Vekili, Vakıflardan yazılı beyan istemiş ve gelen beyanlarda, hazırlanan taslak yine çoğunlukla onanmıştı. Tüm bunlara rağmen toplumun talepleri göz ardı edilerek, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne birkaç Vakfın istekleri doğrultusunda başka bir yönetmelik taslağı verilmişti. Düşünce Platformu olarak toplumun bütününü ilgilendiren konularda her ne şartta olursa olsun toplumun görüşlerinin alınması, sonuçların paylaşılması gerektiğine inanmaktayız. Toplumla ilgili kararlar ortak akılla alınmadıkça eksik, hatalı ve uygulaması zor sonuçlar doğurabilir. Nitekim yeni seçim yönetmeliği çalışmasının bu şekilde, toplumdan uzak bir biçimde hazırlanmaya çalışılması toplum adına savunduğumuz ilkelere aykırıdır ve çalışmayı yapanların topluma ne kadar az güvendiklerinin bir göstergesidir.”( http://www.agos.com.tr/tr/yazi/7479/tum-yonleriyle-yeni-yonetmelik )

Bu haberin tarihi 2014 yılına ait. Şimdi 2017 yılındayız. Bu kadar kapsamlı çalışma yapıldı ise neden şu anda “toplumun genelinin istediği tüzük budur. Bunun kabul edilmesi için gayret göstereceğiz” denmiyor acaba? Neden tüzük çalışmaları bir kenara kondu? Yapılan çalışma neden aradan geçen yıllarda vurgulanıp ön plana çıkartılmadı?

(Bazıları seçime odaklanalım diyebilir vardır ve olacaktır. Bu kişilere tek sorum: “aynı anda benzer iki konuya odaklanamıyor musunuz?”)

Yoksa bu soru ile zurnanın en nezih deliğine mi takabül ediyor azizim: bu platformu şu anda bir arada tutan şey nedir?

Benim tespit ettiğim en birleştirici unsur vakıf seçimlerini yapılamasıdır. Eğer yeni seçim yönetmeliği yayınlanırsa bu platform bir anda en az 4 parçaya bölünecektir.

Ne diyordu bu platformun derin çalışmalar sonucunda elde ettiği sonuçlarda tüzük için: “cemaat mensupları, seçim çevresine bakılmaksızın cemaatin tüm vakıflarında aday olabilecek.

Bölge cemaat vakıflarının yönetim kurulu asil aday listelerinin en az salt çoğunluğunun seçim çevresinde ikamet etmesi zorunlu.

Seçmenlerin, seçim çevresinde en az 6 aydır ikamet etmesi şarttır. Herhangi bir cemaat vakfının yönetimine seçilmiş kişi, aynı anda başka bir cemaat vakfı yönetiminde bulunamayacak.” Acaba bu unsurları kaç kişi mutabakatla kabul eder?   

Hadi bu konuyu görmezden gelelim… Aradan bu kadar zaman geçmiş. Zira birileri çıkıp bu konunu çok eskilerde (!) kaldığını iddia edebilirler.

Bir başka örneği daha güncel olarak verelim.

 Örneğimiz bu yıldan.

Yaz aylarında Agos Gazetesi ile birlikte Düşünce Platformu muhipleri, seçim tarihinin 2017 içerisinde belirleneceği konusunda yayın ve propaganda yaparken ben yaptığım çalışmalarda bunun muhtemel olmadığı ayrıca kendilerinin önde gördükleri adayların gerçekte dedikleri kadar ileride olmadığını ortaya koyan çalışmaların akabinde ani bir kararla “1000 kişilik” “anket” düzenleme kararı verdiler.

Araştırmayı “0” maliyetle “tanıdık” bir araştırma şirketine yaptıracaklarını ve “geniş katılımın” “en doğru sonuçları” çıkaracağından bahsettiler…

Her ne kadar kullandıkları ifadeler kulağa hoş gelse de bu açıklamayı yapanlar ya istatistiği bilmiyorlar veya yardım aldıkları şirketin yöneticilerinin bu kişileri doğru bir şekilde yönlendirmiyorlardı.

Zira bu konuda bilgi sahibi olanlar için “katılım sayısı ile doğu sonuç arasında çıkan pozitif güçlü korelasyonun” teknik olarak değerlendirilmesinin “1960 -1965 arasında İran’da ki ineklerin süt üretimi ile SSCB’de AK-47 imalatı arasında kurulacak korealsyon” arasında pek fark olmayacağını bilirdi. Bir başka deyişle sayısal olarak sonuç çıkar ama mantıki olarak…

İstatistik ve örneklem konusunda “bu kadar” “ciddi” olan platform araştırma sonuçlarını ekim sonu kasım başı gibi açıklayacaklarını ilan ettiler.

Şu anda kasımın ortasına gelmiş olmamıza rağmen bir açıklama yok… Günümüz teknolojisinde biten araştırmanın açıklamaya hazır hale gelmesi birkaç gün.

Hadi program yoğun diyelim: 1 Hafta… Ne de olsa basın kanalı ile “açıklanacağı” ilan edilen işin üzerine bir başka iş almadılar ya…

Peki neden açıklamanın Kasım başında yapılacağı duyurulmuştu? Bunun bir önemi mi vardır?

Örneklem konusundaki yanlış anlatımlar, örneklem belirlenmesindeki sorunlar, anket tekniğindeki hatalar, soru sıkalalarının analizler için genel kabul görmüş kurallara aykırılığı, çapraz soru sayısının azlığı gibi “teknik” hususları göz ardı etsek bile araştırmanın sonucunun kasım başında açıklanacak olması bir tesadüf değildi elbette. Zira seçimlerin 10 Aralık ası gibi olması beklenirken bu tarihte açıklanacak olan bir çalışma psikolojik harp unsuru olarak gayet kullanışlı bir alet olacaktı ellerinde.

Ancak seçim yapılmayacağı anlaşıldığında, daha doğrusu günler birbirini takip edercesine ileri atıldığında bu araştırma yayınlanmadı, hatta adı bile anılmaz oldu…

Burada verilen iki basit örnek bile, her ne kadar konu patrik seçimi yani doğrudan kilise ile ilgili olmasına karşın bu konuda görüş bildirenlerin çok düşük bir kısmı referansını kutsal kitap ve kilise öğretilerine dayandırdığını göstermektedir.

Bu nedenle Düşünce Platformunun yapıcı ve birleştirici unsur – ne yazık ki azizim – ne iman hayatını geliştirme derdi ne de iman hayatı konusunda duyulan endişeden kaynaklamaktadır.

Bu açıdan bakıldığından Sn. Ateşyan’a gösterilen tepkilerde açıklığa kavuşmaktadır.

Sende yanlış ve yanıltıcı bilgiler arasında boğulmak istemiyorsan azizim, doğru kaynakları ve araştırmaları takip et, yoksa hep yanılanlardan olursun…


https://www.ekonomidunya.com/yazarlar/cenk-ali-nevruz/turkiye-den-secim-manzaralari-uzerine-notlar-ermeni-patriklik-secimleri-4/1215/

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın