İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yol Arkadaşlığı ve Saklanan Mendilin Öğrettiği

Yervant Özuzun

Tekirdağ İstanbul otobüsüne bindim.
Yanımdakine “iyi yolculuklar” deyip,  yerime oturdum.
“Size de” diyerek yanıt verdi.
Yola koyulduk.
“Buralı mısınız?” diye sordu.
“Hayır” dedim.
“Benziyorsunuz da” dedi.
İstanbul’da yaşadığımı Amasyalı ve Ermeni olduğumu söyledim.
“Ben de Kayseri Pınarbaşılıyım, Kayseri’de yaşıyorum. Ufak oğlan asker onu ziyaretten dönüyorum” dedi.
İyi teskereler diledim.
Bir süre sonra.
“Vaktiyle Kayseri’de çok Ermeni yaşarmış” dedi.
“Evet öyleydi, Kayseri köylerinde, ilçelerinde, merkezde çok sayıda kiliseleri okulları, kültür merkezleri, spor kulüpleri, gazete ve dergileri varmış, ayrıca Kayseri ve Kayseri kilisesi Ermeniler için önemli bir merkezdir” dedim.
“Ermenilere ne olduğunu büyükleriniz anlatmazlar mıydı?” diye sordum.
Yanıt vermedi. Dalgın ve sabitlenmiş bir şekilde dışarıyı seyrediyordu.
Haber saatiydi, önümdeki TV’yi açıp bir süre haberleri izledim.
“Biraz evvelki soruma yanıt vermediniz, daldınız” dedim.
“Evet evet haklısınız” dedi ve devam etti, “Büyüklerimiz anlatırlardı, çok kötü günlermiş” diye kısa bir yanıt verdi ve yine sustu.
Sonra “Aslında bunları konuşmasak daha iyi” dedi.
Nedenini sormadım. “Nasıl isterseniz” dedim ve devamla “Ama bunlar bu topraklarda yaşananlar, acılar” dedim.
Önümdeki TV yi açtım.
Bir süre sonra “Size bir şey söylemek istiyorum” dedi.
“Tabii buyurun söyleyebilirsiniz” dedim.
“Yaşananların, acıların ben de şahidiyim, benim büyük anam de Ermeniydi, dedemin ikinci imam nikahlısıydı” diye söze başladı. “Çocuktum hatırlıyorum, çok severdim. Herkes severdi. Mahallelinin tumanlarını, entarilerini, tulumlarını hep o dikerdi. Elinden her iş gelirdi. İğne yapardı, ebelik yapardı. Pek konuşmazdı, yalnız kalmak isterdi. Onu hep siyahlar giymiş olarak hatırlarım. Zaman zaman ağladığını, bazı günler sessizce dua ettiğini ev halkı hep bilirdi ama bilmezlikten gelirlerdi. İsmi Hediye idi. Ama ona gözlerinin rengi nedeniyle Çakır Abla derlerdi. Bizim köyde büyük anam gibi başkaları da varmış ama pek dillendirmezlerdi” dedi.
Söylediklerinin bu toprakların gerçeği olduğunu söyledim ve devam ettim.
“Doğrudur, Kayserinin köylerinde sizin gibi binlercesi var, hem de bunlar belgeli” dedim. “1915 de ölüm yolculuğuna çıkartılan Ermenilerin geride bıraktıkları evlerine, işyerlerine, tarla, tapanına ganimet olarak el koyanlar, ailelerinden kopartılan ve Kayseri’de köylere ve Müslüman ailelere dağıtılan genç kadın ve kız çocuklarına da sahip oldular. Ve onları önce İslam geleneğine göre Müslüman yaptılar, sonra imam nikahlı kuma oldular*. Büyük annenizin hikayesi de bunlardan biridir” diye devam ettim.
İlgiyle dinledi…
Kayseri’deki  S.Kirkor Lusavoriç kilisesinin Ermeniler için önemini, Anadolu Ermenilerini, Kilikya’yı anlattım.
Memur emeklisiydi, “Kızım öğretmendi bunları ona da anlatacağım” dedi. Yol boyu sohbet ettik. Otogar’da vedalaşıp, ayrılırken telefon numaramı istedi.
İki ay sonra aradı:
“Geçen hafta Kayseri pastırmacılar çarşısında bir hareketlilik vardı. ‘İstanbul’dan otobüslerle Ermeni ziyaretçiler gelecek’ dediler. “Kilisenin günüymüş, pazar gün ayin varmış, ben de kızımla kiliseye gittim. Gelenlerin çoğu yaşlı kadındı ve Kayseriliydi, duygulanarak, ağlayarak anılarını anlatıyorlardı. Onlar 1915’de hayatta kalabilen Ermenilerin torunlarıydı. ‘Bizler büyüklerimizi, dedelerimizi bilmeyiz. Allah düşmanıma onların yaşadıklarını yaşatmasın'” diyorlardı.
Kilise çevresinde, şimdi yıkılan Ermeni mahallesindeki evlerinin yerini görmek istiyorlardı, birkaç kişiyle dışarı çıkıp çevreyi gezip döndük.
Çekinerek kızımla kiliseye girdik, mumlarımızı yakarak mumluğa diktik. Bizlere geçmişini hiç anlatmayan büyük annemi düşünerek, ona dua ederek, sonuna kadar ayini izledik. Ayinin ‘iveri’ diye başlayan bir bölümü çok etkileyiciydi.
Büyük annem acaba bu kiliseye gelmiş miydi?
Vaftizi bu kilise de mi yapılmıştı?
Kilisenin yanındaki yıkık eski okul binasında okumuş muydu?
Evleri neredeydi?
İsmi, soy ismi neydi?
Buraya gelen Ermeniler içerisinde akrabası olan veya ailesini tanıyan var mıydı?…
Bunları konuşarak, düşünerek kızımla kiliseden ayrılırken çıkanların çoğunun bir tarafa yöneldiğini gördük.
Yanımızda iki kadın vardı. Mezarlığa gittiklerini öğrendik. Konuşarak yürümeye başladık. Birinin adı Gülüzar’dı. Büyük annemin de Ermeni olduğunu söyledim. İsmini, kimlerden olduğunu sordu. Ermeni ismini bilmediğimi Türk isminin Hediye olduğunu söyledim.
“Nıver desene” dedi. Ne dediğini anlamadım.”Onun adı Nıver’dir Nıver” diyerek devam etti. “Nıver Ermeni kadın ismidir. Türkçesi Hediye demektir. Benim aslım Develili  çok kullanılan bir isimdi” dedi.
“Gülüzar hanımın söyledikleri büyük annemin bize söyleyemediği bir sırrını anlamama neden oldu.
Orada bir taşın üzerine çöktüm, büyük annem gözümün önüne geldi.
Onun elinden, koynundan hiç eksik etmediği bir mendili vardı. Kimseye vermezdi. Mendilin bir köşesinde Arapça alfabeden “N, H” harfleri işlenmişti. Diğer köşesinde de bir şey vardı ama onu bilmiyorduk. Mendilim onun için önemini hiç söylemezdi. Bizimkiler de sormazlardı.
Belli ki ‘N’ harfi büyükannemim Nıver isminin, ‘H’ harfi de Hediye isminin yada soyadının ilk harfiydi. Diğer köşedeki işaretler ise Ermeni alfabesinden olmalıydı.
Bunu orada kızımla paylaştım, bir süre konuşamadık. Büyük anneme üzülme duygularımız ağır basmıştı. Büyük annemin köklerinin de bulunabileceği mezarlığı dualar ederek dolaştık.
Büyük annemi ve yaşadıklarını düşünerek eve dönerken tekrar kiliseye uğradık. Bu defa büyük anneme Nıver ismiyle dualar ettik ve buruk anılarla ayrıldık.
Büyük annemi her düşündüğümde “içim sızladı” sözünün ne anlama geldiğini o gün öğrendim…”
Yervant Özuzun

*1915 Tehciri öncesinde Dahaliye Bakanlığı tüm yerleşim birimlerindeki Ermenilerin nüfusunu şifreli telgraflarla mahalli yönetimlerden sorar. Sonra bir program dahilinde bunların hangi güzergahı takip ederek “tehcir” edileceğini yine şifreli telgrafla ilgililere bildirir. İlgililer de gereğinin nasıl yapıldığını cevap yazısıyla Bakanlığa bilgi verirler. Usul böyleydi.
Sonrasını Kayseri Mutasarrıfı Zekai’nin Bakanlığa yazısından öğreniyoruz.  49 bin 947 Ermeni her şeylerini geride bırakıp ölüm yollarına sürülmüş…
Belgeye göre kalan 4 bin 911 Ermeni köy(lü)lere dağıtılacakmış. Bunların, kadın ve kız çocuklar olduğunu biliyoruz.
Osmanlı geleneğinde, kumalık, hizmetçilik, kölelik, ırgatlık, devşirmelik… yok mu?

Kayseri Mutasarrıflığından Dahiliye Bakanlığına gönderilen şifreli bilgi telgrafı:
Osmanlı Arşiv Belgelerinde Ermeniler Sayfa 95 (Günümüz Türkçesiyle)
Bab-ı Alî  Dâhiliye Nezâreti Şifre Kalemi  
Mahreci KAYSERİ
Merkez ve merkeze bağlı yerlerde, erkek, kadın ve kız kırk altı bin dört yüz altmış üç Ermeni ve bin beş yüz on yedi Katolik ve bin dokuz yüz elli yedi Protestan ki toplam kırk dokuz bin dokuz yüz kırk yedi Ermeni nüfusu tespit ve kayıt edilmiş olup bunlardan kırt dört bin iki yüz yetmiş biri Halep ve Suriye ve Musul vilayetlerine sevk edilmiş ve yedi yüz altmış beş nüfus evvelce yola çıkartılmış iken firar edip yakalanmış ve tutuklu olarak sevk edilmiş olduğu ve Kayseri dahilinde geride kalan DÖRT BİN DOKUZ YÜZ ON BİR ERMENİ YÜZDE BEŞ ORANINDA KÖYLERE DAĞITILMAKTA OLDUĞUNU BİLGİLERİNİZE SUNARIM.
BOA.DH.EUM.2.Şb.68/ 75 C.3 Eylül sene (1)331.(16 Eylül 1915)
Kayseri Mutasarrıfı  Zekâî “ 

Bu tüm illerdeki sürülenler için geçerli bir uygulamaydı. İşte Ankara örneği.
Osmanlı Arşiv Belgelerinde Ermeniler S.101 (Günümüz Türkçesiyle kısaltılmış şekli.)                            
Ankara, Kalecik ve Keskin’deki Ermenilerin Sevki
22 Eylül 1915 Şifre Nr. 2.Şb. 68/79
Ankara’daki Ermenilerin Eskişehir yoluyla sevk edilmekte olduğuna, Kalecik ve Keskin’deki Ermenilerin çoğunun Müslüman köylere dağıtılması icap eden kadın ve çocuklar türünden olduğuna dair Ankara Valililği’nden Dahiliye Nezâreti’ne şifreli telgraf.

Yorumlar kapatıldı.