İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Biz ne zaman böyle olduk?

Ceren Sözeri / Evrensel

Son yılların popüler nostaljik sorusu, zaman zaman Twitter’da dalga konusu da oluyor, “Bize ne oldu böyle? Toplum olarak huzurumuz kalmadı”. Genel olarak AKP’nin kutuplaştırıcı politikalarını eleştirmek için kullanıyor ancak konu o kadar “taze” değil. Hazır referandum yasağı varken ne zamandır yazmak isteyip de fırsat bulamadığım ayrımcılık geçmişimize göz atalım isterim.

Şair Yorgos Seferis’i bilirsiniz. İzmir’e ve onun şirin ilçesi Urla’ya yolunuz düştüyse, böyle güzel bir havada iskelesinde bir kahve içmek için mola verdiyseniz adını en azından tabelalarda görmüşsünüzdür. Seferis 1900’de Urla’da doğar, 14 yaşında mübadele nedeniyle evinden ayrılmak zorunda kalır. Bu topraklara ancak 1948’de, Yunanistan Büyükelçiliği’nde görev yaptığı zamanlarda, geri döner. 1957-62 yılları arasını ise Londra’da Kıbrıs müzakerelerine mesai harcayarak geçirir. 1963’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü alır, yani aslında bu topraklardan çıkan ilk Nobel ödülünün sahibidir. Mübadeleyle başlayan göçebelik hayat boyu peşini bırakmaz, 1971’de Atina’da kalıcı bir adrese sahip olamadan ölür.

Aynı dönemlerde Türkiye’de Dışişlerinde Kıbrıs Dairesinde görev yapan, henüz kararlara etki edemeyecek kadar genç bir diplomattır Yalım Eralp, şu anda Türk Yunan Dostluk Derneği Defne’nin başkanlığını yürütüyor. 2011’de Yunan dostlarına söz vermiş “Bir sonraki yıl sirtaki yapacağım” diye, 2015’te Paskalya kutlamaları sırasında 76 yaşında nasıl keyifle dans ettiğine şahit olmuştum. Geçtiğimiz ay yayımlanan “Perdeyi Aralarken: Bir ‘Monşer’in Hatıratı” başlıklı kitabında ülkenin adım adım bugünlere nasıl geldiğini kendi perspektifinden anlatıyor. Seferis’in doğduğu topraklara özlemi bitmemişken, 1964’te, ülkedeki Rumlar Kıbrıs sorununun rehineleri olarak görüldükleri için yanlarına yalnızca 20 dolar ve 20 kilo eşya almalarına izin verilerek Yunanistan’a sürüldüler. Bir kısmı açlık ve sefalet içinde öldü. Eralp kitabında, “6-7 Eylül yetmezmiş gibi 1964 yılında sülaleleri asırlardır İstanbul’da oturan Rumları kovduk. Museviler 1934 yılında Trakya olayları sonunda kaçtı. Kısacası sicilimiz bu” diyor. Umur Yedikardeş’in Eralp’le yaptığı Biamag’da yayımlanan söyleşisinde ise 1964 sürgün kararına o dönem tek itiraz edenin İlter Türkmen olduğunu söylüyor; 6-7 Eylül’ün üzerinden 10 yıl bile geçmemişken nasıl da mutabık kalınmış ayrımcılıkta. Medyanın o dönemde bu karara desteği de çok önemli. Bundan 53 yıl önce nisan ayında Türkiye Gençlik Teşkilatı, Milli Türk Talebe Birliği, Türkiye Milli Talebe Federasyonu ortak bir bildiri yayımlayarak Rum esnaftan alışverişin kesilmesini istiyor. Medya o zaman da anketlere meraklı, Akşam gazetesi sokağa çıkıp halka bu boykot hakkında ne düşündüğünü soruyor. Muhataplardan biri gazetenin yazdığı şekliyle Rum Tuhafiyeci İstelyanos Krassos “Bu kararı Yüksek Tahsil Gençliği verdiğine göre doğrudur. Düşünüp taşınıp bu kararı vermişlerdir çünkü…” diyor. Anketler aslında budur, farklı düşünenin görüşünü açıklamasını önleyerek herkesin aynı düşündüğü izlenimini yaratmaya, diğerlerini sindirmeye yarar en çok.

Görmezden gelmek de ayrımcılıktır

Ayrımcılık yalnızca bu topraklara özgü değil, dünyanın her tarafını sarmış bir hastalık. Yalnızca göstere göstere de yapılmıyor, görmezden gelmek de ayrımcılık. Son bir yıldır yakılıp yıkılan şehirler, bodrumlarda bulunan çocuk kemikleri, yerinden yurdundan edilen Kürtlerin ve seçilenlerin yerine atanan kayyumların ayrımcı politikalarının ana akım medyada nasıl görmezden gelindiğinin acısını yaşadık hep birlikte. Geçen ay Ermenilerin patrik kaymakamı yani değabah seçimleri valilikten gelen bir yazıyla yok sayıldı, kaçımız duydu?

Milliyetçilik yarışına girildiği bu referandum sürecinde Yunanistan’la yaratılmak istenen yapay krizin ülkedeki Rumlar üzerindeki etkisini kim umursadı? Hepsini geçelim, haftalardır süren dini unsurların bolca kullanıldığı referandum tartışmalarında gayrimüslimlerin ne düşündüğünü kim sordu ya da yaşadıkları korkuyu kim dile getirmeye cesaret etti?

Önceki yılların aksine sessiz ve derinden yeni bir göç dalgasının içindeyiz, başta azınlıklar olmak üzere kendini azınlıkta hissedenler, tehdit altında olanlar, görmezden gelinenler birer birer yollara düşüyor.

Bilinen fıkradır, HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in anlatımıyla popülerleşti: Bir Ermeni, bir Kürt bir Türk yolda acıkıp, susayıp bir erik ağacına muhtaç olmuşlar. Sahibi Türk, önce Ermeni’ye yönelmiş, “Hadi Türk soydaşım, Kürt dindaşım sen ne demeye eriğimi çalarsın” diye üstüne çullanmış. Ardından Kürt’e “Hadi o Türk, sen ne hakla eriğime musallat olursun” diyerek girişmiş, en sonunda Türk’ü hiç utanmıyor musun bir Ermeni ve Kürt’le bir olup eriğimi çalıyorsun diye dövmüş. Üç yaralı bu adam nasıl oldu da hepimizi dövdü diye tartışırken Türk demiş ki “Ermeni’yi dövdürtmeyecektik”.

Bu topraklarda Ermeni’ye, Yahudi’ye, Rum’a, Kürt’e sahip çıksaydık bugün bize ne oldu diye şaşırmayacak, umutsuzluğa kapılmayacak, bugün hep birlikte Paskalya’yı ve devamında türlü bayramları neşe içinde kutluyor olacaktık. Son söz Seferi’nin, mit ve tarihi birleştirdiği, insanlığın deneyimlerini satırlara döktüğü Mithistorima*’dan:

“Önlerinden öyle çok şey geçti ki
Hiçbirini göremedi gözlerimiz, ama daha gerilerde
belleğimiz var, bir gece bir ağılda beyaz bir perde
üzerinde
gördüğümüz garip, senden de garip hülyalar misali
bir görünüp bir kayboluyor hareketsiz yaprakları
arasından bir biber fidanının.

O kadar iyi öğrendik ki alın yazımızı,
Üç ya da altı bin yıl boyunca kırık taşların
içinde dolaşarak,
belki de kendi evimiz olabilecek yapıların
yıkıntılarını eşeleyerek
tarihler ve kahramanlıklar hatırlamaya çalışarak.
Başarabilecek miyiz?
Bağlandık ve dört bir yana dağıldık
ve dediklerine göre var olmayan zorluklarla
boğuştuk,
kaybolarak, kör askeri birliklerle dolu bir yolu
yeniden bularak,
bataklıklara ve Marathon Gölü’nün sularına batıp
çıkarak,
sıradan bir ölümle ölebilecek miyiz?

Biraz daha
ve göreceğiz çiçek açtığını badem ağaçlarının,
güneşte parıldadığını mermerlerin,
dalgalandığını denizin.

Biraz daha,
daha yükseğe çıkalım.”

*Yorgos Seferis, Mithistorima, çev. Ari Çokona, İstos Yayınevi, 2014

https://www.evrensel.net/yazi/78894/biz-ne-zaman-boyle-olduk

Yorumlar kapatıldı.