İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yılbaşı… Meclis… Yargı… Yürütme

Mustafa Yalçıner / @mmyalciner / m.yalciner@hotmail.com
Her “dar gelirli” çulsuz gibi yeni yılı ailece evde karşıladık. Hindi mindi de yoktu soframızda. Bulabildiğimiz az eti pilavın üzerine sermiş salataya ağırlık vermiştik.Zaten fazlası, resmi dairelerle okullardaki “kutlama yapılmayacak” talimatları bir yana, resmen yasaklanmamış olsa bile, “sıkıysa kutlansın” kapsamındaydı. “Yandaş medya”, “ağır abiler”den başlayarak, yılbaşının “Hıristiyan işi olduğu”na dair tehditle karışık “aydınlatmalar”la doluydu. Teşhirler cabası.Sadece “yandaş”ın medyası olsa neyse! Bilumum “ağır abiler” üst perdeden demeç ve açıklamalarla yılbaşı kutlamalarına “yerli-milli” geleneklerimizde ve tabii ki tarihimizde yer olmadığını ortaya koymuşlardı.

TV kanallarını karıştırınca etkili oldukları anında görülüyordu.
Akşama doğru, bizden 7-8 saat önden giden Yeni Zelanda ve ardından Avusturalya’dan başlayarak dünyadaki kutlamaları izledik. Bir cümbüş ki keyifli mi keyifli. O kadar “boşa” harcanacak para var mıydı sorusu bir yana, Sydney Köprüsü örneğin, havai fişekleriyle görülmeye değerdi. Sonra ezici çoğunluğuyla Hıristiyan olmamalarına rağmen meydanlarda toplanan Japonlar balonlar saldılar gökyüzüne. Neşeliydiler. Zaten –İslam’ın da “hak peygamber” saydığı– İsa da yılbaşında değil 5-6 gün önce doğmuştu. Kime neydi? Fransızı, Almanı, Çinlisi, Afrikalı ya da Latiniyle yoksullar, arada sırada yüzleri gülsün diye bahane arıyor, bir yılın sona erip diğerinin başlamasını vesile sayıyorlardı. Zenginler içinse sorun yoktu; “deliye her gün bayram” türündendi onlarınki!
Sonra kameralar İstanbul ve Ankara meydanlarına döndürüldü. Çok değil, daha geçen yıl doldurulan meydanlar bu kez boştu. Şişli Belediyesi örneğin her yıl Nişantaşı’nda kutlamalar düzenlerdi. Bu yıl “tıss”tı! Taksim ve Kızılay Meydanlarında neredeyse in cin top oynuyordu. Yollar bile kesilmiş, trafik verilmiyordu. Zaten çoğu yerde elektrik de kesikti.
Bir-iki kanal dışında diğerleri “özel yılbaşı programı” bile düzenlememişlerdi. Gece yarısı dansözleri bir yana çoğunda neredeyse Mevlit okunacaktı!
Bir kısım İslamcı terörist “evet, ama yetmez” diye düşünmüş olmalı ki, gece yarısının ardından o menfur saldırı geldi. Başka terör olaylarında neredeyse daha olay gerçekleşmeden yapanı bulup açıklayan yetkililer bakalım şimdi failleri kolaylıkla bulabilecekler mi?
*
Burhan Bey AKP’nin “ağır abi”lerinden. Teröristi yakalamak onun işi değil, anayasa uzmanı. Geçenlerde yüreklere su serpici “rejim değişikliği falan yok” açıklamasıyla “Yeni Akit”e verdiği demeçte, “Parlamenter sistem kokuşmuş bir İngiliz sistemidir. Tarihi miadını doldurmuştur” deyip çıktı. Doğrusu, sözleri bize, Lenin’in eleştirdiği Alman “aşırı solcuları”nın sözlerini hatırlattı. Onlar da “parlamentarizm tarihsel bakımdan miadını doldurmuştur” diyorlardı.1 Lenin onlara, “tarihsel bakımdan zamanını doldurmasıyla pratikte yok olması arasında uzun bir yol var” demişti. Sorun tarihselse, ki öyledir, parlamentonun “pratik ömrünü doldurması”, Burhan Beyin dediği gibi, eskiye dönüşe yol açmaz, yerine yeni bir şey konmasına götürmelidir. Burhan Beyse, Meclis’i halkın eline verme içerikli bir tarihsel ilerlemeyi değil Sultanlığa geri gidişi öngörmektedir. Bunun tarihle değil, olsa olsa zaman zaman çizebileceği zigzaglarla bir ilişkisi olabilir.
Ancak 2/3 çoğunlukla iş yapabilir kılarak Meclis’i yetkisizleştirip KHK’ler aracılığıyla tüm yetkiyi tek yürütücüye vermek ne tür bir tarihsel ilerlemedir? Padişahlıkta/krallıkta öyleydi ve Magna Carta ile 1215’ten bu yana tersine bir süreç işlemektedir, yetki parlamentolara devredilmiştir. Ki yetmemekte; yargıda da kadılığa dönüş tasarlanmaktadır. Yargıçları atayacak yargıçları yürütücü tek kişi ve partisi atayacaktır. Yasama ve yargının bağlandığı yürütme, “hakimiyet milletindir” ilkesiyle “hukukun üstünlüğü”nün yerlerinde yeller esmesi demektir!
“Yerli-milli” olan sultanlık mıdır? Şimdiye kadar, Kurtuluş Savaşı içinde doğmuş Meclis’in “yerli-milli” olduğu sanılırdı! Değil midir?

Yorumlar kapatıldı.