İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hoşgörü hıristiyan batı kültürüne has kavramdır

Tolerans kavramı Batı’da Katolik Kilisesinin bayraktarlığını yaptığı dinî taassubun kasıp kavurmuş olduğu ülkelerde, yüzyıllar boyunca yavaş yavaş şekillenen bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu konuda bu dinî taassubun motive ettiği sayısız fâciadan meselâ XIII. yüzyılın başından i’tibâren Katar’lara uygulanan “Albi Haçlı Seferleri” gibi kanlı temizlik hareketlerini, ya da 24 Ağustos 1572 tarihli Saint-Barthélemy katliâmı gibi protestanların kütlesel katliâmlara tâbi’ tutulmasını, Engizisyon mahkemelerinin pek çok ülkede uyguladığı mezâlimi ve büyücülerin ya da büyücü olarak addedilenlerin diri diri yakılmasını hatırlatmak yeterlidir. … Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre merhum çok önemli değerlendirmelerini şöyle sonuçlandırır: “Eşitlik” 1789 Büyük Fransız İhtilâli ’nin ihdâs ve icbâr etmiş olduğu bir kavramdır. “Hoşgörü” ise hıristiyanlar arasındaki mezheb kavgalarına ve diğer dinî bağnazlıklara tepki olarak yavaş yavaş oluşmuş olan bir kavramdır. Her ikisi de hıristiyan batı kültürüne has kavramlardır. Her iki kavram da bu kültürün günümüze kadarki ahlâkî ve hukukî gelişmesini şekillendirmede baş rolleri paylaşmışlar ve gitgide, bu konularda kıstas (kriter) ve düşünce kalıbı (paradigma) statüsünü kazanmışlardır. Gerek “Eşitlik”, gerekse “Hoşgörü” İslâmî kavramlar değildir. Bu sözcükler Kur’ân’da da ve tesbit edebildiğim kadarıyla, Hadîsler’de de yoktur. İslâm ahlâkı “Eşitlik” ve “Hoşgörü” üzerine değil Adâlet, İhsân Merhamet, Sabır ve Af üzerine inşâ’ edilmiştir.
***
Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre merhumun “İSLÂM ‘HOŞGÖRÜ’ VE ‘EŞİTLİK’ ” adlı incelemesinden şu önemli bilgileri sizlerle paylaşmıştık:
Hoşgörünün: “Olumsuz bir durum karşısında olumsuz bir tepki göstermeme hâline işâret ettiği”ni tesbit etmiştik. İslâm’a göre, bir kimsenin şahsına karşı “olumsuz durumlar” söz konusu olduğunda kişi, kendi öz irâdesiyle:
1) eğer gerekiyorsa, kısas isteyebilir,
2) bunların karşılığını Allah’a havâle edebilir,
3) bununla ilgili hesabın görülmesini Rûz-i Cezâ’ya (yâni Ahiret’e) bırakabilir,
4) sabır ve tahammül gösterebilir, ya da
5) mâruz kaldığı ‘olumsuz durum’un müellifini af edip hakkını helâl edebilir.
Özellikle son iki şık, bir Batı paradigması olan hoşgörünün teşkil ettiği filtrenin ardından bakıldığında, “hoşgörülü davranışlar” olarak yorumlanabilirler. Zâten Kur’ân ve Sünnet de, şahsî haklar söz konusu olduğunda, müslümanları hatâ ve kusurları örtmeğe (dolayısıyla ihsân sâhibi olmağa) ve affedici olmağa dâvet etmektedir. (III/134; IV/149; XXIV/22; XLII/37, 40-43). 
Bununla beraber, söz konusu “olumsuz durumlar” kişilik haklarını değil de doğrudan doğruya İslâm’ı ilgilendiriyorsa o zaman bir müslümanın davranış biçimi tümüyle başka bir ilâhî norm’a tabî olur. İslâm dini açısından bu olumsuz durumlar:
İslâmî nusûsa (dogmalara) aykırı ve reaksiyoner durumlar olabilir.
Şerîat’ın diğer kurallarına aykırı ve reaksiyoner durumlar olabilir.
İslâm ahlâkına ve İslâm’ın toplum anlayışına aykırı ve reaksiyoner durumlar olabilir.
Kur’ân’ın V/35 âyeti Allah yolunda cihâd etmeyi emretmektedir. II/218 âyeti ise:
“Gerçekten de îmân edenler, ve Allah yolunda yerlerini yurtlarını terk edip de hicret edenler ile cihâd edenlere gelince, onlardır Allah’ın rahmetini umanlar. And olsun ki Allah Gafûr ve Rahîm’dir” demektedir.
Cihâd’ın ne anlama geldiğini ise Hz. Peygamber’in şu hadîsi açıklamaktadır:
“Cihâd dörttür:
1) İyiliği emretmek;
2) Kötülüğü yasaklamak;
3) Dayanma gereken işlerde, yerlerde dayanıp sabretmek; ve
4) Kötü kişiyi sevmeyip kötülüğünü reddetmek” (Suyûtî: Câmi al Sagıyr/A. Gölpınarlı: H. Muhammeve Hadisleri; Arkın Kitabevi, İstanbul 1957).
Tolerans kavramı Batı’da Katolik Kilisesinin bayraktarlığını yaptığı dinî taassubun kasıp kavurmuş olduğu ülkelerde, yüzyıllar boyunca yavaş yavaş şekillenen bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu konuda bu dinî taassubun motive ettiği sayısız fâciadan meselâ XIII. yüzyılın başından i’tibâren Katar’lara uygulanan “Albi Haçlı Seferleri” gibi kanlı temizlik hareketlerini, ya da 24 Ağustos 1572 tarihli Saint-Barthélemy katliâmı gibi protestanların kütlesel katliâmlara tâbi’ tutulmasını, Engizisyon mahkemelerinin pek çok ülkede uyguladığı mezâlimi ve büyücülerin ya da büyücü olarak addedilenlerin diri diri yakılmasını hatırlatmak yeterlidir. …
Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre merhum çok önemli değerlendirmelerini şöyle sonuçlandırır:
“Eşitlik” 1789 Büyük Fransız İhtilâli ’nin ihdâs ve icbâr etmiş olduğu bir kavramdır. “Hoşgörü” ise hıristiyanlar arasındaki mezheb kavgalarına ve diğer dinî bağnazlıklara tepki olarak yavaş yavaş oluşmuş olan bir kavramdır. Her ikisi de hıristiyan batı kültürüne has kavramlardır. Her iki kavram da bu kültürün günümüze kadarki ahlâkî ve hukukî gelişmesini şekillendirmede baş rolleri paylaşmışlar ve gitgide, bu konularda kıstas (kriter) ve düşünce kalıbı (paradigma) statüsünü kazanmışlardır.
Gerek “Eşitlik”, gerekse “Hoşgörü” İslâmî kavramlar değildir. Bu sözcükler Kur’ân’da da ve tesbit edebildiğim kadarıyla, Hadîsler’de de yoktur. İslâm ahlâkı “Eşitlik” ve “Hoşgörü” üzerine değil Adâlet, İhsân Merhamet, Sabır ve Af üzerine inşâ’ edilmiştir.
Eşitlik kavramının, teorik olarak, hukukun temeline konulmasının pratikte yol açtığı büyük mantıkî çelişkiler de, hukukçuların bu çelişkileri izâle edebilmek için yapmağa mecbur kaldıkları çelişkili cambazlıklar da hazîndir. Hoşgörü ise, aslında, “olumsuz bir durum karşısında olumsuz bir tepki göstermeme hâli”ne işâret eden pasif bir davranış biçimidir.
Hâlbuki İslâm müslümanların dinleriyle, inançlarıyla, ahlâklarıyla ve toplumsal hayatlarıyla ilgili olarak karşılaşacakları olumsuz durumlar karşısında muhakkak dinamik bir tepki göstererek cihâd etmelerini ve olumsuzlukları da, güçleri yettiğince, ortadan kaldırmalarını emreder.
Hoşgörü için eğer Meydan Larousse’daki: “Savundukları görüşler ve açığa vurdukları duygular bizimkilerle çelişen kimseleri sabırla karşılama” tanımı temel alınırsa, sabır zâten gerek Kur’ân’da gerekse Sünnet’de ifâdesini bulan ve müslümanlara bir vecîbe olarak yüklenen bir sorumluluk ve İslâmî bir fazîlet’dir.
Ayrıca Batı’nın “dinî hoşgörü”sü ise, Kur’ân’da “Dinde zorlama yoktur” (II/256) beyânıyla ifâde edilmiş olan İlâhî Hüküm ve Emr’i, bu emrin vahy edilmesinden yüzyıllar sonra, ilâhî yoldan değil de çekilen bir sürü ızdırâb ve çilenin sonucu olarak beşerin yeniden keşfetmesinden başka bir şey değildir…
Şuna da dikkati çekelim ki mâhiyeti ve kuralları Kur’ân’a ve Sünnet’e göre belirlenmiş olan İslâm Ahlâkı’nı ve İslâm’ın toplumsal hayat düzenini “Eşitlik” ve “Hoşgörü” kavramlarını temel olarak yeniden şekillendirmeğe tevessül etmek ya da bunun gerekliliğini savunmak İslâm’a tümüyle aykırıdır. İdrâk ve vicdan sâhibleri, İslâm’ı eksik ve çağ dışı addeden ve bu vehmî motivasyonla da, tâdil ve tağyir etmeyi amaçlayan bu türden sinsi bir modernist ve reformist strateji tezgâhı’nı berrâk bir biçimde teşhis ve ilân etmek cesâretini göstermelidirler.
(Ahmet Yüksel Özemre, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Nisan 1996, Y. 25, S. 2,  s.10. Ayrıca: http://ozemre.com/index.=option=com_content&task=category&sectionid=11&id=76&Itemid=57)

Yorumlar kapatıldı.