İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İlhan Berk’in Balad’ı

Eyyup Azlal 
İstanbul’u bir deniz kızı olarak düşünürsek, Balat onun masalsı dünyasının eski bir tebessümüdür. Denize açılan dar sokakları, ahşap binaları ve Arnavut kaldırımı dik yokuşlarıyla bir İstanbul vardır…. Bugün hala eskisi gibi, yokuş başlarında, sokak aralarında, Sermet Muhtar Alusun yıllar önce kaleme aldığı, süslü-püslü kadınları, melon şapkalı, siyah setreli, altın köstekli, sakallı beyleri ve kıyılarında vızır-vızır işleyen kayıkları ve yelkenlileriyle o eski Balatı bulamasak da, geçmişe uzanan dar sokak aralarında bu semt Rum, Musevi ve Ermenilerden kalma eski anılarla dopdoludur. Rumca da olduğu gibi Ermenice’de de “Saray” anlamına gelen “Balad” adı değişmeden günümüze kalmış nadir İstanbul semtlerinden biridir… Zaman, Balat semtinde birçok şeyi silmiş yok etmiş. İnsan dokusu kalmamış burada. Ama Balat`a özgü o mistik hava, o mimari doku hala mevcut. Ve Balat tıpkı yıllanmış eski bir şarap gibi buruk ve güzel…

***
İstanbul’un her semtini sevmek bir ömre bedel. Eğer bir şair hissiyatınız da var ise ömrünüzü bu şehre feda edebilirsiniz. Nitekim ömrünü İstanbul’a adayan nice şairler var bu dünya sahnesinde.Hali hazırda  İstanbul’u yaşayanlar, yaşayıp da göçen şairlerin sayısı çoktur. Şair Nedim’den Yahya Kemal’e kadar şairlerimizin çoğu İstanbul ve semtlerini gezerek hayatlarını idame etmiş ve bu şehir için şiirler yazmıştır.
Şair lhan Berk, İstanbul’u sevmekle ve İstanbul’u yazmakla maruf bir şairlerimizdendir. Onun için İstanbul’a şiir yazmak bir ibadet sayılırdı. Ki İstanbul ve semtleri için yazdığı şiirleri hafızalarda kazınmıştır. Onun İstanbul Kitabı adlı şiir kitabı var. Bu kitapta Haliç şiiri gibi Balad şiiri gibi onlarca şiir İstanbul’u anlatmıştır. O kalabalıkların arasından yalnız kalan İstanbul’un sesini kalbiyle dinleyebilen ender şairlerdendir.
 İlhan Berk’in İstanbul hakkında şiirlerini okurken dikkatimizi çeken şey denize bakan yanı ile İstanbul semtlerininin şiirleştiğidir. Bu semtler içinde şiirleşen Balad semtinin yönüne dikkat çekmek istiyorum.
 Ben böyle bir deniz görmedim, ne kadar seni düşündüm
Gittim ne kadar bilemezsiniz ne türlü karanlık
Baktım biri yok o kentlerin hiç olmamışlar gördüm
S bir kadın balkonunda baksam ne zaman olurdu.
 Şiirde İstanbul insicamlı bir tablo teşkil etmemiştir. Fakat dikkatle bakılınca şiirin modern resme has estetik bir nizama sahip olduğu, bazı unsurların cevap verdiği görülür. Mısraların bütününe bakıldığında şairin, bu şiiri yazarken modern resim tekniğinden faydalandığını görebiliriz.
 İstanbul’u bir deniz kızı olarak düşünürsek, Balat onun masalsı dünyasının eski bir tebessümüdür. Denize açılan dar sokakları, ahşap binaları ve Arnavut kaldırımı dik yokuşlarıyla bir İstanbul vardır. Ve ayrıca geçmişe dönük yüzünü günümüze inat son gücüyle ayakta tutmaya çalışan kadim Haliç semti, adeta sararmış bir fotoğraf misali geçmişten günümüze varlığını sürdürmektedir.
 Günümüzde İstanbul’un hemen her semtinde olduğu gibi bu sahil semti de, masmavi denize karşı, pencereleri kiremit kırmızısı sardunya çiçekleriyle bezenmiş ahşap evlerinde birçok farklı kültürden insanları bir arada barındırmış eski bir azınlık mahallesidir. Bugün hala eskisi gibi, yokuş başlarında, sokak aralarında, Sermet Muhtar Alusun yıllar önce kaleme aldığı, süslü-püslü kadınları, melon şapkalı, siyah setreli, altın köstekli, sakallı beyleri ve kıyılarında vızır-vızır işleyen kayıkları, ve yelkenlileriyle o eski Balatı bulamasak da, geçmişe uzanan dar sokak aralarında bu semt Rum, Musevi ve Ermenilerden kalma eski anılarla dopdoludur. Rumca da olduğu gibi Ermenice’de de “Saray” anlamına gelen “Balad” adı değişmeden günümüze kalmış nadir İstanbul semtlerinden biridir.
 Bizanslılar kenti terk ettikten sonra azalan nüfusu artırmak için Fatih Sultan Mehmet`in emriyle diğer bölgelerden İstanbul`a göç ettirilenler arasında yer alan yoksul Musevi aileler de bu kapıdan geçerek Balat`a yerleşti. Balat`ta bulunan Ermenilerin evleri ve kapıları ise diğerlerinden farklıydı.
Balatın önemli bir özelliği de bu ufak semtte Rum ve Ermeni kiliselerinin, Sinagogların ve camilerin iç içe olmasıydı. Bu, Osmanlı döneminde İstanbul`da farklı kültürden insanların bir arada yaşayabildiklerinin bir göstergesi.
Ermeni Kilisesinin hemen yakınındaki Voyvodina Caddesi üzerinde faaliyetini sürdüren, 1762’li yıllarda inşaa edildiği sanılan “Tahta Minare Hamamı”nın halk arasında (Ermeni Batağı) olarak anıldığı dönemlerde, hamam özellikle İstanbul Ermenileri arasında oldukça ilgi görür. Dönemin genç Ermeni güveyleri evlenecekleri günün önceki gecesi bu hamamda yıkanarak sabahlar ve kendilerini gerdek gecesine hazırlarlarmış. Bir zamanlar Balat kapısının bulunduğu sanılan yerden girince sizi Balat çarşı meydanı karşılıyor.
 1890 yılından beri varlığını sürdüren ünlü Agora Meyhanesi de bu çarşıda bulunuyor. Burada Duziko kadehlerinin birbirine çakılarak, Buzuki eşliğinde Zeyvekiko ve Kasap havalarının oynandığı ve neşeli kahkahaların sokaklara taştığı Agora Meyhanesiydi bir zamanlar.
 Ferruh Kaya Sokağı`nda bulunan Ferruh Kethüda Camii Mimar Sinan`ın eseridir. İskele yakınındaki Yusuf Şücaeddin Camii ise geçtiğimiz yıllarda restore edilmiş. Balat`ta bulunan kiliselerin, bugün semt dahilinde cemaatleri kalmamış artık. Kiliseler sadece belli günlerde diğer semtlerde yaşayanlar için kapılarını açıyor.
Zaman, Balat semtinde birçok şeyi silmiş yok etmiş. İnsan dokusu kalmamış burada. Ama Balat`a özgü o mistik hava, o mimari doku hala mevcut. Ve Balat tıpkı yıllanmış eski bir şarap gibi buruk ve güzel…
            Şair İlhan Berk’in itirazı buradaki güzelliklerin yalnız kalması ve yalnızlaştırılmasıdır.

Yorumlar kapatıldı.