İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Aynı misyonun iki ayrı parçası’

‘Fetullah Gülen terörist ama Said Nursi ile hiçbir ilgisi yok’ gibi bir algı oluşturulduğuna dikkat çeken tarihçi–yazar Emre Polat, “Bu safsatadan ibaret; gerçeği gizlemeye matuf tehlikeli bir algı operasyonudur. Çünkü Gülen ve Said Nursi aynı misyonun iki ayrı parçası olup, tek farkları misyonlarını yürüttükleri zaman dilimidir” dedi. Bugünlerde başını maalesef Diyanet’in çektiği çok tehlikeli bir algı oluşturulmaya çalışılıyor.

Nedir bu algı, F. Gülen terörist, azgın, sapık ama Said Nursi ile hiçbir ilgisi yok. Bu safsatadan ibaret, gerçeği gizlemeye matuf tehlikeli bir algı operasyonudur. Çünkü Gülen ve Said Nursi aynı misyonun iki ayrı parçası olup, tek farkları misyonlarını yürüttükleri zaman dilimidir.
Onlarca, yüzlerce örnek ve delil gösterilebilir ama yakın zamanda ifade edildiği için Gülen’in bir röportajından kısa bir kesit aktararak Gülen ve Nursi arasındaki halef-selef ilişkisini anlatmaya çalışalım. Gülen şöyle diyor: “Benim meseleler, ‘Bediüzzaman’ı okuduktan sonra benim için çok daha inandırıcı olmuştur… Efendimizin (s.a.v) insanlık çapında yaptığı şeyleri ister mucizatıyla ister reşhalarla Bediüzzaman’da gördüğüm zaman kendi kendime şöyle dedim: Demek ki ben şimdiye kadar uzaktan bakıyormuşum, uzaktan bana göz kırpan o yıldızlar, neredeyse çocukların ellerini uzatıp yıldızları avlamaya çalışması gibi şimdi benim avlayabileceğim ufka girdi.” (Mehmet Gündem, F. Gülen ile 11 gün).
Said Nursi ile F. Gülen arasındaki misyon silsilesi, amaç birliğinin ötesinde yöntem ve taktik uygulama bakımından da oldukça benzemektedir. Öyle ki, Said Nursi’nin Türkiye’nin ABD tahakkümüne girmesinin öncü partisi durumundaki Demokrat Parti ile ilişkileriyle, F. Gülen’in Ak Parti ile ilişkileri neredeyse aynıdır.
Bu noktada Said Nursi’nin Demokrat Parti’nin ABD ile olan ilişkilerini nasıl dizayn ettiğini şu örnekle somutlaştıralım: “Üstad’a, Tahsin Tola (Isparta’dan Said Nursi kontenjanından seçilen DP mebusu) geliyor. Ankara’ya gidiyormuş. Üstad, ‘Hemen git Menderes’e, İngiliz ve Fransız elçisini reddedip Amerikan elçisinin dediğini kabul etmesini söyle’ diyor. Tahsin Tola hemen gidiyor. Menderes o sırada İngiliz elçisiyle konuşuyormuş. Biraz sonra Fransız elçisi geliyor. Daha sonra Amerikan elçisi geliyor. Tahsin Tola içeri girip de Menderes’le bir türlü konuşamıyor.” (Necmettin Şahiner, Hatıralarda Bediüzzaman, s.177).
11 yıllık AKP iktidarında Gülen nasıl AKP ile ABD arasındaki ilişkileri dizayn ve organize etmişse, 1950’lerde de Said Nursi ABD-DP ilişkilerini organize etmiştir. Tam da bir “din adamından” beklendiği üzere!
Sadece bu olay değil, ABD’nin İslam coğrafyasını kontrol altında tutma amacına matuf oluşturduğu Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere arasında ortak güvenlik ve savunma kuruluşu CENTO’nun kurulduğu sıralarda Said Nursi, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a ve Başbakan Adnan Menderes’e mektuplar göndererek Hıristiyan ve İslam dünyasının birlikte hareket etmesi gerektiğini hatırlatmayı ihmal etmemiş, işi şansa bırakmamıştır.
Papa’ya mektupla acziyet bildirmek bu misyonun şifresi
Said Nursi ve Gülen’in misyonunun ne olduğunu gerçekten tanımak için, bu tehlikeli misyonunu adeta şifresi durumundaki ikilinin Papa’ya mektuplarını hatırlatmakta fayda var.
48 yıl arayla yazılan bu mektupların ilki 1950 yılında Said Nursi tarafından kaleme alınıyor.
Said Nursi, 1950’de, Roma’ya, Papa XII. Pius’a gönderdiği mektupta, yine Hıristiyan-Müslüman ittifakından ve dinsizliğe karşı birlikte mücadele gerekliliğinden bahseder. Gerçek Müslümanlıkta Hıristiyan ve Yahudilerin de “dinsiz, küffar” olduğu gerçeğini ustaca yok sayarak yazılan bu mektup, Vatikan’ın başlatacağı “Dinlerarası Diyalog” tezgahının da işaret fişeği olacaktır.
Bu mektubu 60 yıl sonra değerlendiren ve “nurcu camianın gözbebeği” Vatikan temsilcisi Thomas Michel de bu tespitimizi şu cümlelerle doğrulamıştır: “Said Nursi bundan 60 sene önce eserini Vatikan’a gönderdi. Bunu göndererek birlik ve beraberliğe vurgu yaptı. Üstad’ın o mektubunun İkinci Vatikan Konsili ile ilişkisi vardı. Bu mektuptan sonra toplanan ikinci konsilde, Müslümanlarla kendilerinin düşmanının ortak olduğu sonucuna varıldı.”
Said Nursi Emirdağ Lâhikası’nda Vatikan’ın mektubuna verdiği şükran cevabını şu şekilde aktarmaktadır: “Papalık Makam-ı Âlîsi Kalem-i Mahsusu Başkitabet Dairesi Numara: 232247 Vatikan, 22 Şubat 1951.
Efendim, Zülfikar nâm el yazısı olan güzel eseriniz İstanbul’daki Papalık makam-ı vekâleti vasıtasıyla Papa Hazretlerine takdim edilmiştir. Bu nazik saygınızdan dolayı gayet mütehassis olduklarını bildirirken, üzerinize Cenâb-ı Hakkın lütuflarını dilediklerini tebliğe beni memur ettiklerini arza müsâraat eylerim.”
Cenab-ı Hakkın lütuflarını ona ve peygamberine inanmayanların başı durumundaki Papa’dan almanın heyecanı ve vereceği hesap ile Said Nursi’yi başbaşa bırakıp, halefi Gülen’in 48 yıl sonra, 10 Şubat 1998’de Papa 6. Paul’a gönderdiği mektuptan bir bölüm aktaralım: “Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik. İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır.”
Bu arada Hıristiyanların Dinlerarası Diyalogdan ne anladığını ise Papa II. Jean Paul, 1990’da Redemptoris Missio başlıklı Papalık tâmiminin 55 numaralı fıkrasında şu cümlelerle açıklamıştır: “Dinlerarası Diyalog, Kilise’nin İncîl’in mesajını yaymak görevinin parçasıdır. Karşılıklı bir tanışma ve bir zenginleşme metodu ve aracı olarak telâkki edildiğinde bu, Kilise’nin Hıristiyan olmayanlara İncil’in mesajını tebliğ görevine karşı olmadığı gibi, aksine, bu görevle özellikle bağlantılı olup bunun bir tezâhürüdür. Zîrâ bu görevin muhâtabları İsâ’yı da İncil’i de tanımayan ve genellikle de başka dinlerin sâlikleri olanlardır…”
Said Nursi’nin sapkın görüşleri
Said Nursi: “İman ehli, değil Müslüman kardeşleriyle, Hıristiyanların dindar ruhanileriyle ittifak etmek, ihtilafları nazara almamak, niza etmemek gerekir.” (Emirdağ Lahikası, 27. Mektup, 1766).
Şöyle diyor Said Nursi: “Birinci Dünya Savaşı’nda bizimle savaşmış da olsa, bir Hıristiyan ölmüşse şehit sayılır, ahirette mükâfatı vardır.” (Kastamonu Lahikası, s.45).
“Ne dinden olursa olsun bir nevi şehit hükmündedir. Mükâfatı büyüktür, belki onu cehennemden kurtarır. Elbette şimdi fetret gibi karanlıkta kalan ve Hz. İsa’ya mensup Hıristiyanların mazlumlarının çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denebilir.” (Kastamonu Lahikası, s.75).
“Hatta o mazlumlar kafir de olsa, ahirette kendilerine göre o dünyevi afattan çektikleri belalara mukabil rahmet-i ilahiyenin hazinesinden öyle mükafatları var ki, eğer perde-i gayb açılsa o mazlumlar haklarında büyük bir tezahürü rahmet görünüp, ‘Ya Rabbi şükür elhamdülillah’ diyeceklerini bildim ve kati surette kanaat getirdim.” (Kastamonu Lahikası, s.45).
“Müslümanlık-Hıristiyanlık ittifakını bozmaya çalışanlara karşı üç zümre; Nurcular, Hıristiyan ruhaniler ve misyonerler uyanık olmalıdır.” (Emirdağ Lahikası I, s. 1712, Tarihçe-i Hayat, s.434).
“Misyonerler ve Hıristiyan ruhanileri, hem nurcular çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü herhalde şimal cereyanı, İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etme fikriyle İslam ve misyonerlerin ittifakını bozmaya çalışacak.” (Lem”alar, 111,141).
“Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatıyla birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaatı namı altında ve “Müslüman İsevîleri” ünvanına lâyık bir cem’iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı uluhiyetten kurtaracak.” (Mektubat 441, 29. mektup, 7. kısım).
Günümüz Türkçesiyle ve özetle diyor ki: “Şu anda da, Hz. İsa’nın Hıristiyanlığa dönüşerek bozulmamış gerçek dini esaslarını bilen ve böyle inanan ve bu Hıristiyanlıktan uzak gerçek İsevilik inancına sahip olup İnanç esaslarını İslam’ın esasları ile birleştirmeye çalışan bir fedakâr ve kendilerine Müslüman İseviler demeye layık topluluk var. İşte insanlığı bütün dinlerden ve Allah inancından uzaklaştırmaya çalışan Deccal ordularına karşı bu Müslüman İseviler insanlığı, Allah’ı inkâr yanlışından kurtaracak, Hz. İsa ile beraber bu Müslüman İseviler Deccal ordularını yenecekler…”
(Bu sunum, tarihçi-yazar Emre Polat tarafından Milli ve Dini Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler Sempozyumu’nda yapılmıştır).

Yorumlar kapatıldı.