İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İngilizlerin İslam’ı yıkma projesi: Nurculuk / Erimhan: ‘Nurculuk bir nevi Hristiyanlıktır’

Milli ve Dini Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler Sempozyumu’nda konuşan hukukçu-yazar Ahmet Erimhan, “Cizvit papazı Thomas Michel’den de anlıyoruz ki; Nurculuk, kurucusu Said Nursi’den başlayarak sürülmüş bir tarladır ve bu tarlanın ekeni de, süreni de İngiltere’dir! İngilizler yüzyılın başında İslam dünyasını ele geçirmenin formülünü ürettiler. Dediler ki: “İslam’la cepheden vuruşmayacağız. İslam’ı İslam’la yeneceğiz” (Bunlara göre Fetöcüler ve FETÖ zaten Hıristiyan hatta Ermeni, bitmedi Nurcular ve Said Nursi Hıristiyan olduğu da yeni ortaya çıktı. PKK Hıristiyan, Alevilerin büyük bölümü de kripto Hıristiyan ya da Yahudi. Biz farkında olmadan ülke Hıristiyan mı oldu acaba 🙂 HYETERT)   

Dini Bütünlüğümüz Milli Bütünlüğümüzdür Sempozyumu ilk kez 1997 yılında düzenlendi. Toplantının ana gündemini Dinlerarası Diyalog oluşturuyordu. Öğle arasında verilen yemek programında Türk dünyasını yakından izleyen milliyetçi kökenli bir Bakan, programın sahibi Prof. Dr. Haydar Baş’a “Hocam büyümek için Osmanlı modelini deneseniz, içerdekilerle değil de Bizans’la mücadele etseniz” gibi bir cümle kullandı. O gün kendisine gereken cevap verildi, onun üzerinde durmuyorum. Meseleyi Bakan anlamamıştı. Ya da hayata dünyevi, çıkar merkezli baktıkları için derdin büyüklüğünü kavrayamamıştı. Olaydan 3-5 yıl sonra bana geldi dedi ki: “Ahmetciğim Hocama karşı çok mahcubum. Kendisini anlayamamışız. Türk dünyasını araştırdım ve gördüm ki bu hareket ihanet içinde, Hocam’dan Trabzon’a gidip özür dilemek istiyorum.”
1997’den 20 yıl sonra, Milli ve Dini Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler Sempozyumu bir kez daha Prof. Dr. Haydar Baş Hocamın yüksek vizyonu ile hayat buluyor. Bu vesile ile “Müslümanın ferasetinden korkun” hadis-i şerifinin elân üzerinde tecelli ettiği Hocam’a saygılarımı sunuyorum.
Şu cümleleri dikkatlice dinlemenizi rica ediyorum:
“… Risale-i Nur ile ilgili yaptığım incelemelerin neticesinde farkına vardım ki, ‘Müslüman-Hıristiyan diayloğu’ kavramı Said-i Nursi’nin çok daha cesur önerisini tarif ederken oldukça mütevazı kalıyor. O, ‘Müslümanlar ile Hristiyanlığın konuşmalarının lüzumunu’ ima eden Diyalog kavramını asla kullanmamıştı. Bunun yerine son derece cesur bir tarzda, Müslümanların gerçek Hıristiyanlar ile birleşmesi veya birlik olması (ittifak) kavramını dile getirmişti. Said Nursi’nin neredeyse bir yüzyıl önce, 1911 yıllarında kullandığını göz önünde tutarsak bu, fevkalade şaşırtıcı bir kavramdır.
Nur talebelerinin birincisi: Papaz Thomas Michel
(…) Risale-i Nur’u incelemeyi sürdürdükçe, Said Nursi’nin yaklaşımları ile Hıristiyan meslektaşlarımın yaklaşımlarının arasında var olan benzerlikler ve paralellikler karşısında hayrete kapıldım. Bir Katolik olarak, Said Nursi ve Papa VI. Paul ile Papa II. John Paul’ün fikirlerinin ne denli yakın olduklarını keşfetmek beni derinden etkiledi.” (Prof. Dr. Thomas Michel, Müslümanlık-Hıristiyanlık Münasebetleri, s.8).
Evet, Vatikan Dinlerarası Diyalog Konsili’nin sekreteri, aynı zamanda bir Cizvit papazı olan, hayatını “Müslümanları nasıl Hıristiyan yaparım” düşüncesi ile Endonezya’dan Suud’a, Mısır’dan Türkiye’ye kadar İslam dünyasında geçirmiş, Nurcuların her grubu ile bağrına bastığı Thomas Michel’in sözleri bunlar…
“Papa ile Said Nursi’nin benzerlikleri beni hayrete düşürdü, Dinlerarası Diyalog kavramı Said Nursi için hafif kalır; O, Hıristiyanlık ile İslam’ın birleşmesini dile getirmiştir” diyor. Kim? “Nur talebelerinin birincisidir” dedikleri papaz Thomas Michel!
Said Nursi ve o yolun yolcularını Batı için kıymetli yapan şey işte bu!
İslam coğrafyasında Müslümanların itikatlarını bozmak, son ve tek Hak Din İslam itikadını parçalamak, Hıristiyanlık ve Yahudiliği de Müslümanlara hak kabul ettirmek. En sonunda da hedef, bütün İslam coğrafyasını ele geçirerek Hıristiyanlaştırmak!
Nurculuk tarlasının ekeni de süreni de İngiltere’dir
Said Nursi işte bu ateşe odun taşıdığı için olağanüstü bilinçli Cizvit papazı tarafından yere göğe sığdırılamıyor!
Thomas Michel’den de anlıyoruz ki; Nurculuk, kurucusu Said Nursi’den başlayarak sürülmüş bir tarladır ve bu tarlanın ekeni de, süreni de İngiltere’dir! İngilizler yüzyılın başında İslam dünyasını ele geçirmenin formülünü ürettiler. Dediler ki: “İslam’la cepheden vuruşmayacağız. İslam’ı İslam’la yeneceğiz!”
Bunun için İslam dünyasının her bölgesine din adamı kılıklı, zeki ama hastalıklı tipler yerleştirdiler. Sonra da bunları ya cezaevlerine sokarak, ya sürgün ederek ya İngiliz’e karşı mücadele ediyor havası vererek türlü türlü yöntemlerle kahramanlaştırdılar. Normal şartlar altında Müslümanların asla kabul etmeyeceği din adamı görüntülü sahtekârlar İngilizlerin bu binbir türlü hokus pokusu ile makbul ve önder din adamları haline geldiler! Bu operasyonlar sonucunda toplum olarak şuna inandırıldık:
“Bu insanlar o kadar fevkaladeler ki onlar ne derlerse doğru kabul etmemiz lazım! Çünkü bunlar dinin kutbu, zamanın sahibi, keramet hatta mucize gösteren insanlar, onlar nefislerinden konuşmazlar!
Sonuç; bunlar söylüyorsa Kur’an değişebilir, sünnet bozulabilir, ölçü yerle bir edilebilir!”
Kısaca toplumu her tülü cinayeti hazmetmeye hazır hale getirmek istiyorlardı.
Mesela şakirtlerinin bahsetmekten pek hazzetmediği “Sikke-i Tasdik-i Gaybi” isimli kitabın 71 ve 121. Sayfasında Said Nursi Kur’an’ın 33. Ayet-i kerimesinde Nurculuğun kastedildiğini söylüyor.
“Nitekim kendi aranızdan size ayetlerimizi okuyan, sizi her türlü kötülükten arındıran, size Kitabı ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik” diyen Bakara 121. ayetin kendisini işaret ettiğini söyleyerek makamını Peygamber seviyesine yükseltiyor.
Risale-i Nur için “… Müellifin kendi ihtiyariyle yazılmış değil, Cenab-ı Hakk’ın lisanıyla yazılmış bir eserdir” diyor.
Her türlü cinayeti işlemeye hazır bir din adamı
Sikke-i Tasdik-i Gaybi kitabında bu kez şakirtlerinin ağzından şöyle deniyor:
“Hz. Peygamber (s.a.v.), camide Ebubekir Sıddık’a emrediyor: ‘Çık hutbe oku!’ Ebubekir Sıddık koşarak minberin en yukarı basamağına kadar çıkar, hutbe okur. Hutbe içinde cemaate der ki: ‘Bu söylediğim hakikatlerin izahatı 29. sözdedir.’”
Tılsımlar Mecmuası s. 189’da: “Kehf suresinin Hz. Musa (a.s.) ile Hızır’dan (a.s.) bahseden 65. ayetinin ‘tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz’ anlamına gelen bölümü ebced hesabına tâbi tutularak Said Nursi’ye verilen ilmin Resaili’n-Nur olduğu belirtilmiştir.”
Kısaca “yazdırıldı”, “yazdırılmadı”, “izin olmadığından yazılamadı”, “irade ve ihtiyarım ile yazmadım”, “yazmaya izin verilmedi” vs. gibi cümlelerle Said Nursi kutsanmış, parlatılmış, güya korunmuş ve karşımıza her türlü cinayeti işlemeye hazır bir din adamı olarak çıkarılmıştır.
Anadolu coğrafyası için nevzuhur bir Said Nursi ve Nurculuk adlı bir din ürettiler!
Suud için ayrı, Irak için ayrı, Mısır’a ayrı, Hindistan’a ayrı Nurculuk benzeri bir senaryo yazdılar!
Sonuç: İslam’ın içinden İslam’la boğuşan, İslam’a tuzaklar kuran bir İngiliz imalatı dini her bir İslam toplumuna ayrı ayrı zerk ederek bugün başıbozuk bir İslam coğrafyası, zavallı, tavrı olmayan bir devlet, toplum ve insan modeli ürettiler!
Koynundaki haç ortaya çıkıyor
İslam, Thomas Michel’lerin ebeliğinde Said Nursi gibi deli raporu olan, yeminle konuşmaya hazır ciddi rivayetlere göre namaz kılmayan, verdiği sözü tutmayan birine boğduruldu!
Gelin şimdi biraz daha derinlere inerek kim bu Said tanımaya çalışalım:
“Ey iman edenler Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin!” (Maide, 51). Bu ayet-i kerime tam bir Kur’an mucizesi… Cenab-ı Hak bu koyduğu ölçü ile koynunda haç taşıyanları açığa çıkarıyor. Şikeciler bu ayet-i kerimeye mutlaka takılıyorlar ve oyunları bu ayet-i kerime ile bozuluyor.
Said Nursi de, elbette küfrün önünde dağ gibi duran bu ölçüye takılıyor.
Gelin şimdi Said’in Hıristiyanları temize çıkarmak adına attığı taklaları ve bu taklaları atarken kendini nasıl ele verdiğine bakalım.
1910-1911 yıllarında Said Nursî’nin Hıristiyanlarla dostluk ilişkileri İslami çevrelerce sorgulanır. Ve soru gelir: “Maide 51’e rağmen Yahudi ve Hristiyanlarla nasıl dostluk kuruyorsun?”
Saidin cevabı şudur: “Bu ayet genel değil, mutlaktır, mutlak ise sınırlanabilir. Zaman büyük bir müfessirdir. Tavazzuh ettiğinde ona itirazda bulunulmaz.” Yani zaman içinde bir husus değişikliğe uğrayarak yeni bir şekil aldığında ona itirazda bulunulmaz.
Said Nursi bu prensibi söz konusu ayetin yorumuna tatbik ederek Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyle ilgili yasağın, ancak onlar Yahudi ve Hıristiyanlığı aksettirdiğinde geçerli olacağı görüşünü serd eder.
Eğer Müslümanlar bir Yahudi ve Hıristiyan’da İslam’a uygun nitelikler bulursa onların nitelikleri takdirle karşılamak gerekir.
Said Nursi, “Bir Müslüman bir Yahudi ve Hıristiyan’ı sevebilir mi?” sorusunu sorar ve cevaben, Müslüman bir erkeğin Kitap Ehli bir kadınla evlenebilmesi örneğini verir: “Ehl-i Kitap’tan bir haremin olsa elbette seveceksin.”
Nasıl?
Alladı pulladı,  ayeti mutlak yaptı, “zaman müfessirdir” diyerek hermenötiğe göz kırptı, “Hıristiyanların hiç mi iyi amelleri yok? Onları yok mu sayacağız?” diyerek tuzağı kurdu ve “Ehl-i Kitap kadınla evleniyorsan Hıristiyan’ı da sevmek zorundasın” diyerek noktayı koydu!
Said Nursi işte bu. Onca laf cambazlığı, ucuz felsefe, “Üstadım” dediği 33. dereceden mason Cemaleddin Efgani’den aldığı tarihsellik yorumu ve Hıristiyanlığı temize çıkarma misyonu içinde bir büyük ölçüyü gözünü kırpmadan harcadı!
(devamı yarın…)
(Gazeteci yazar Ahmet Erimhan’ın bu sunumu, İstanbul’da gerçekleşen Milli ve Dini Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler Sempozyumu’nda yapılmıştır).
Erimhan: ‘Nurculuk bir nevi Hristiyanlıktır’
Nurculuk hareketinin, adı İslam olan her şeye karşı savaş açtığını belirten hukukçu-yazar Ahmet Erimhan, “Hıristiyanları ise anladılar, anlayış gösterdiler, sevdiler, sevdirdiler! Çok açıktır ki Nurculuk bir nevi Hristiyanlıktır. Hristiyanlığın İslam dünyasındaki görünüş şeklidir” dedi.
  
(dünden devam…)
Said Nursi’ye göre 2 tür Avrupa vardır. Birisi İsevilik dininden aldığı feyizle adalet ve hakkaniyetle hükmeden, fen ilimlerini takip eden Avrupa, diğeri beşeri sefahata dalmış Avrupa! (Lemalar, sh.203).
Buyurun size Said’in kimyasını açığa döken yeni cümleler:
“1- Hristiyanlık hak bir dindir
2- Hak olduğu için feyizlidir.
3- Bu feyizden istifade eden iyi kalpli Hıristiyanlar adalet ve hakkaniyetle hükmederler!”
Bu sözlerin sahibini Kur’an’a havale ediyoruz. Bakın Allah’ın son kitabı azimüşşan ne buyuruyor Said’in temize çıkardığı Hıristiyanlar hakkında:
“Allah indinde hak din yalnız İslam’dır.” (Al-i İmran, 19).
“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı beğendim.” (Maide, 3).
“İslam’dan başka din arayanın bulacağı din, asla kabul edilmez.” (Al-i İmran, 85).
Cenab-ı Hakkın ölçüsü ne kadar net değil mi?
Said Nursi’nin “Müslüman İseviler” tuzağı
Hıristiyanlığa hizmet yolunda Said Nursi “Müslüman İseviler” diye bir tuzak daha kurar Müslümanlara!
Türkçeleştirerek ve özetleyerek aktarıyorum:
“Şu anda da, Hz. İsa’nın Hıristiyanlığa dönüşerek bozulmamış gerçek dini esaslarını bilen ve böyle inanan ve bu Hıristiyanlıktan uzak gerçek(!) İsevilik inancına(!) sahip olup inanç esaslarını İslam’ın esasları ile birleştirmeye çalışan bir fedakâr ve kendilerine ‘Müslüman İseviler’ demeye layık topluluk var. İşte insanlığı bütün dinlerden ve Allah inancından uzaklaştırmaya çalışan Deccal ordularına karşı bu Müslüman İseviler(!) insanlığı, Allah’ı inkâr yanlışından kurtaracak, Hz. İsa ile beraber bu Müslüman İseviler Deccal ordularını yenecekler…” (Mektubat, 29. mektup, 7. Kısım).
Bu yalan makinesinin neresini düzelteceğiz bilmiyorum?
Bir kere hem Müslüman hem Hıristiyan olunmaz. Çift dinli olunmaz.
İkincisi, İsa aleyhisselam kaldırıldığı sema katından, ahir zamanda yeniden dünyaya indirilince, Hıristiyanların başına geçmeyecek, Hz. Mehdi (a.s) ve İslam’a tâbi olacak!
Üçüncüsü, Said’in iddia ettiği gibi, Hıristiyanların bir kısmının, başlarında hak bir peygamber olmadan, dinlerini düzeltip hak yolu bulması gibi bir şey olmayacak.
Ayrıca Said Nursi’nin hayal gördüğü gibi, İsa (a.s.) tekrardan yeryüzüne gelene kadar onun gelmesini bekleyen ve kendilerine “Müslüman İseviler” unvanı verilebilecek kimse de yok.  İsa (a.s.)’ın getirdiği şekli ile İseviliğini koruyan kimse de yok… Olsaydı da onlar da İsa peygamberin gelmesini beklemeden derhal Hz. Muhammed’e (a.s.) tâbi olup, Müslüman olarak kurtulmak zorundaydılar…
Baştan sona uydurma ve tuzak bu sözlere karşı Cenab-ı Peygamberin iki hadis-i şerif mealini hatırlatıyorum:
“Allah’a yemin ederim ki, Meryem’in oğlu İsa, âdil bir hakem olarak aranıza inecek, haçı kıracak (Hıristiyanlığı kaldıracak), domuzu öldürecek (domuz etini yasaklayacak), İslam’dan başka her şeyi yasak edecektir.” (Buhari).
“İsa, inince İslamiyet’le hükmedecektir. O zaman Allah Teâlâ, Müslümanlardan başka herkesi helak edecektir.” (Ebu Davud).
Kalbinde iman olan hakiki bir mü’minin ağzından ve kaleminden böyle bir söz çıkmaz! Ancak gizli bir kardinalin, gizli bir misyonerin ağzından ve kaleminden çıkabilecek bubi tuzakları bunlar!
Müslümanlarla savaşan Hıristiyanlara ‘şehit’ dedi
Soruyorum: 1. Dünya Savaşında bizimle harp eden, İslam’a ve Müslümanlara karşı canı pahasına mücadele eden Hıristiyanların şehit hükmünde olduklarını bir Müslüman söyleyebilir mi?
“Hristiyanların hakikî dindar ruhanîleri ile ittifak etmeliyiz” diyerek, dindar olmayan Hıristiyan yalanı üzerinden bir hak Hıristiyanlık dini inşa edenin Din-i İslam’da yeri olabilir mi?
“Şimdi fetret gibi karanlıkta kalan ve Hz İsa’ya mensup Hıristiyanların mazlumlarının çektikleri felaketler onlar hakkında bir nevi şehadettirler” diyen birinin Din-i İslam’da yeri olabilir mi?
“Bağdat Paktı 400 milyon Müslüman değil, 800 Milyon Hıristiyanın da dostluğunu kazandıracaktır” diyerek Hıristiyan sevgisi bir kez daha fışkıran birisinin Ilımlı İslam projesi haricinde, Allah’ın murad ettiği İslam’da yeri olabilir mi?
Said Nursî’nin Amerika ile ilgili şu ifadeleri, aklı ve imanı olanlar için herhalde gözlerimizi açmaya yeter:
“… Kürre–i Arz’ın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine taraftar çıkması ve İslamiyet’le Asya ve Afrika’nın saadet ve sükûnet ve müsalaha bulacağına (barış bulacağına) karar vermesi ve yeni doğan İslam devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırk beş sene evvel olan müddeayı isbat ediyor.” (Tarihçe–i Hayat, sh.88).
Bu tarihi gerçekler, şifre kırmak ve kimin ne olduğunu tanımak için yeter de artar bile…
Said dün Amerika’nın bütün kuvveti ile İslam’a sahip çıktığını söylüyor. Bugün FETÖ “Amerika beni bağrına bastı” diyor!
Bu bahsi Said’in şu son cinayeti ile kapatmak istiyorum.
Said’in sözlerinden aynen naklediyorum:
“Kur’an size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor. Ancak itikadınızı ikmal ve yanınızda bulunan dini (Hıristiyani) esaslar üzerine bina ediniz diye teklif ediyor. Zira Kur’an, tadil ve tekmil edicidir. Yalnız zaman ve mekânın tağayyür etmesi tesiri ile tahvvül (değişme) ve tebeddüle (başkalaşıma) maruz olan füruat kısmında müessistir.”
Müslüman olmanıza, Hıristiyanlığı terk etmenize gerek yok diyor, Hıristiyanlıkta kalın orada kemale erersiniz diyor!
‘Said Nursi bu çağın deccalidir’
Gerçekten bu coğrafya din külahlı insanlar tarafından teslim alındı. Said Nursi bunun en çarpıcı örneği ve fikirleri ile bu çağın deccalidir!
Ebu Davud, Sünen, İbn-i Mace ve Sünen’de yer alan hadisi okuyorum:
“Şu bir gerçek ki, ümmetim adına korktuğum en önemli şeylerden biri de, dalalete saplanmış yöneticiler ve önderlerdir. Ümmetimden bazı gruplar (Hak din olan İslam’dan saparak) müşriklere katılacaklardır. Kıyamete yakın zamanda deccallar türeyecektir. Bunların sayısı 30 (ilâ 70) civarında olacaktır. Bunların kimi kendisini peygamber, (kimi de Mesih) zannedecektir. Ve lakin ümmetimden bir grup sürekli olarak Hak üzere olacaktır. Onlar Allah’ın yardımını göreceklerdir. Allah’ın emri (olan kıyamet) gelinceye kadar, bu kendilerine ters düşerek Hak’tan ayrılanlar onlara asla zarar veremeyecektir.” (Ebu Davud, Sünen, Fiten, 1; İbn Mace, Sünen, Fiten, 9).
İslam alimi sıfatıyla meydana çıkmış ve sözde yüzlerce İslami eser yazmış birinin, Hıristiyanlar ve Hıristiyanlık hakkında bu kadar vahim hatalar içinde bulunabilmesi mümkün olamaz. Ortada apaçık bir cinayet var hem de taammüden ve kasten işlenen bir cinayet! Said’in, kendisine inananları doğrudan küfre/ebedi cehenneme götürecek olan bu yazdıklarını hata ile yazmış olma ihtimali yoktur!
Ayan beyan ortada bu hareketin anası da babası da İngilizlerdir. Sonra kontrolü Amerika almıştır. Bu hareket “devir tarikat devri değil hakikat devri” diyerek, aslında İslam’ın yerine bir yüzyıl pozitivizmi anlattı. Allah’ı, bilimin mikyası ile ölçtüler. Maneviyattan-irfandan kopardıkları insanları ve medeniyetimizi bu meczubun hezeyanlarına boğdurdular.
Atatürk’e “deccal”dir diyerek toplumla devlet arasına büyük bir fay hattı tesis ettiler.
‘Nurculuk bir nevi Hristiyanlıktır’
Her gizli niyetleri olan hareketlerde olduğu gibi çift dil kullandılar. Her yöne çekilebilecek ifadelerle kendilerini gizlediler.
Tasavvufla kavga ettiler, Alevilikle, Şiilikle kavga ettiler. Adı İslam olan her şeye karşı savaştılar! Hıristiyanları ise anladılar, anlayış gösterdiler, sevdiler, sevdirdiler! Çok açıktır ki Nurculuk bir nevi Hristiyanlıktır. Hristiyanlığın İslam dünyasındaki görünüş şeklidir.
Son olarak Said Nursi, Teali İslam Cemiyeti üyesi olarak İngilizlerin yanında yer almış ve Kuvva-yı Milliye’ye karşı cephe almıştır. İbret olsun diye bu cemiyetin yayınladığı bildiriden birkaç satırı dikkatlerinize sunuyorum:
“Biçare millet! Bu yankesicilerin hilelerini, desiselerini hâlâ tamamen anlayamamıştır. Yazık bin kere yazık ki, gerek harb içinde, gerek mütarekeden sonra memleket bunların fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evladını telef ediyor da Enver, Cemal, Mustafa Kemal vesaire beş on eşkıyanın vücudunu ortadan kaldırmak için icab eden küçük fedakârlığı göze almıyor.
Millet (…) hâlâ kendisini aldatan bu heriflere niçin diyemiyor ki: ‘Ey hainler, ey Allah’tan korkmayan ve Peygamberden hayâ etmeyen mahlûklar, muharebe ettiniz başımızı bin türlü belalara soktunuz, mağlup oldunuz, şimdi niye tekrar, gücünüz yetmediğini ikrar ve imza ettiğiniz devletleri yeniden kızdırarak üzerimize husumet ve gazaplarını davet ediyorsunuz?
İngilizleri kızdırdınız, üzerimize Yunanlıları musallat ettiler. Harpte mağlup olduktan sonra uslu oturmak ve mağlubiyetin neticesine katlanarak telafisini sabr u sükûn ve akl u tedbir dairesinde izale etmekten başka çare var mıdır?”
Çok açık söylüyorum, bu metni ancak İngiliz İstihbaratı hazırlayabilir! O nedenledir ki bir İngiliz firması olan Shell Risale-i Nurları yıllarca bedava bastırmış ve dağıtmıştır!
Son söz: Said Nursi’nin mezarının nerede olduğunu bilmiyoruz. Evladı Fetullah Gülen’in devletin beynine girdiği bir ortamda hâlâ Said Nursi’nin mezarının nerede olduğunun bilinmemesi sizce normal midir? Fetullah Gülen “Vatikan’da ölmeyi düşledim” demişti. Babası Said Nursi acaba nerede gömülüdür? Vatikan’a gömülmek, Vatikan’ı düşlemek bu nevzuhur baba ve oğlu için bir ortak mekân mıdır acaba?
(Bu sunum, hukukçu-yazar Ahmet Erimhan tarafından Milli ve Dini Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler Sempozyumu’nda yapılmıştır).

Yorumlar kapatıldı.